Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Abdülkerîm bin Muhammed bin Abdülkerîm er-Râfiî, el-Kazvînî, künyesi Ebü’l-Kâsım, lakabı İmâdüddîn’dir. Ayrıca usûl ilminde ve târih ilminde de âlim olup, 555 (m. 1160)’de doğdu. 623 (m. 1226) senesinde Kazvîn’de vefât etti. Babasından, Ebû Hâmid Abdullah bin Ebi’l-Fütûh bin Osman (Ömer, el-İmrâni, Hatîb Ebû Nasr Hâmid bin Mahmûd el-Mâverâünnehrî, Hâfız Ebü’l-Alâî, Hasen İbni Ahmed el-Attâr el-Hemedânî, Muhammed bin Abdülbâki bin el-Battî, İmâm Ebû Süleymân Ahmed İbni Hasnuveyh ve diğer âlimlerden hadîs-i şerîf işitti. Ebû Zür’a el-Makdisî’den ve diğer âlimlerden icâzetle hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden ise; Abdülazîm Münzirî ve diğerleri rivâyette bulunmuştur.
İmâm-ı Râfiî, din ilimlerinde yetişmiş bir âlim idi. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve usûl ilimlerinde zamanında emsallerini çok geçmiştir. Nakil, irşâd, tahsil ve bilhassa fıkıhda çok meşhûr idi. Fıkıh ilminin yayılmasında büyük hizmeti olmuştur. Vera’ sahibi (şüphelilerden sakınan), zâhid (dünyâya düşkün olmayan) mütteki (haramlardan sakınan), sâlih bir zât idi. İbn-i Salâh onun için şöyle demiştir: “Acem beldesinde onun gibi bir âlim daha görmedim.”
İmâm-ı Nevevî de; “Râfiî; sâlih ve evliyâ zâtlardan olup, kerâmetler sahibidir” demiştir.
Ebû Abdullah Muhammed bin Muhammed İsferâinî onun için şöyle demiştir. “O bizim hocamızdır. Dinde büyük âlim olup, şer’î ilimlerde asrının en meşhûr âlimi idi. Usûl ve fürû’ ilimlerinde yetişmiş ve zamanın mezhebde müctehid âlimi idi. Tefsîr ilminde de zamanın en meşhûr âlimi idi. Kazvîn’de tefsîr dersleri verdiği ve hadîs-i şerîf dinletmek için kurduğu bir meclisi vardı.”
Şemsüddîn bin Hılligân şöyle nakletmiştir “İmâm-ı Râfii, 623 (m. 1226) senesinde vefât etti. O sene, vefât etmeden önce Celâleddîn Hârezmşâh ile görüşmüştü. Hârezmşâh Küffar ile savaş yapmış ve muzaffer olmuştu. Kazvîn’e uğradığı zaman, İmâm-ı Râfii onu karşılayıp; “İşittim ki kâfirlere karşı cihâd yapmışsın, hattâ onların kanları elinde donup kurumuş. O elini öpmek isterim” diyerek, Hârezmşâh’a ikram ve iltifâtta bulunmuştur. Bu söz üzerine Hârezmşâh; “Bilakis ben sizin elinizi öpmeyi arzularım” diyerek, tutup elini öpmüştür. Bir müddet görüşüp, sohbet ettikten sonra İmâm-ı Râfiî ayrılıp, hayvanına binerek yola çıktı. Biraz gidince, hayvan serkeşlik yapıp Râfiî hazretlerini düşürdü. Sultan Hârezmşâh’ın öptüğü eli acıdı.”Sübhânallah sultan bu elimi öpünce, nefsimde bir gurûr hâsıl oldu da, bunun cezasını böylece gördüm” demiştir. Şemsüddîn Muhammed bin Ebi Bekr bin Nakib şöyle demiştir: “İmâm-ı Râfiî eserlerini yazarken, ba’zı geceler lâmba sönünce, evindeki ağaç bir direkten, parlak mum ışığı gibi bir ışık yayılırdı.”
İmâm-ı Râfiî, Şafiî mezhebinde olup, bu mezhebde bir benzeri yazılmamış olan “Muharrer” adlı, fıkha dâir meşhûr eserini yazmıştır. Bundan başka eserleri de olup, şunlardır: “Et-Tedvîn fî Ahbâri Kazvîn”, “El-İ’câz fî Ahtâr-il-Hicâz”, “El-Havâtır” (Hac hatıralarıdır), İmâm-ı Gazâlî’nin “Veciz” adlı eserine yazdığı “Feth-ül-azîz fî şerh-il-Vecîz” adlı eseri, “Şerh-i müsned-i Şafiî”, “El-Emâliy-iş-Şâriha li müfredât-il-Fâtiha”, Ahmed Rıfâî hazretlerinin menkıbelerini anlatan “Sevâd-ül-ayneyn” adlı eseri. Bu son eserinin ona âid olup olmadığında tereddüt hâsıl olmuştur. İmâm-ı Râfiî’nin “Muharrer”ini birçok âlimler şerh etmiştir, İmâm-ı Nevevî’nin “Minhâc” adındaki muhtasarı çok kıymetlidir. Minhâc’ı da şerh etmişlerdir. Bunların en kıymetlisi, İbn-i Hacer-i Mekkî’nin “Tuhfet-ül-muhtâc” adındaki şerhidir. Bu şerh dört cilddir.
Emâlî adlı eserinden ba’zı bölümler: “Ebû Abdullah Müzenî hazretleri buyurdu ki: “Kimin Allahtan başka bir muradı olur da, kulluk iddiasında bulunursa, o sözünde yalancıdır.” Kulluk nefsin isteklerini bırakıp, Allahü teâlânın emirlerine uymakla olur. İşte böyle olan kimselere kul denir.” Bu izahlar arasında Râfiî hazretlerinin söylediği şiirlerden birinin tercümesi şöyledir:
Eğer bir kolaylık, rahatlık içinde isen, hamd et. Bu senin hak ettiğin birşey değil, ancak ihsân olunan bir ni’mettir. Eğer sıkıntı içinde isen, isyan etme... Günler rahatlıkta da geçse, sıkıntılı da geçse hamdetmek dâima makbûldür.”
İnsanlar kadere rızâ husûsunda üç kısma ayrılırlar:
Birincisi; başa gelen musibetlerden dolayı şikâyetçi olurlar, fakat Allahü teâlâyı sevdikleri için O’nun hükmüne râzı olurlar. Çünkü sevgiliden gelenlere akılla çâre aramak muhabbete sığmaz. Bir şâir şöyle demiştir: “Akıl herşeye çâre bulamaz. Aklın sevgiye karşı bir tedbiri yoktur, iyi hâlde de olsan, kötü hâlde de olsan, her halükârda şükredici ol.”
İkinci kısımdakiler, kendilerine her belâ ve musibet geldiğinde, kendilerini zorlayarak ve gayret göstererek dışlarını da kalbleri gibi sakin tutarlar. Bu hâllerini anlatan bir beytin tercümesi şöyledir: “Onlar belâları tadarlar da, sanki dünyâda başlarına gelenlerden yeise kapılmazlar, üzülmezler.” Bunun için Zünnûn-i Mısrî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Recâ, ümitli olmak, kazaya rızâ gösterip, acılarıyla kalbin sürûr duymasıdır.” Râbi’a-i Adviyye de şöyle buyurmuştur: “Gerçek kul, ni’metlere sevindiği gibi, musibetlere de râzı olur.”
Kadere râzı olmak bakımından üçüncü kısımda olan insanlar ise; kendi arzu ve isteklerini bırakarak kadere râzı olup, Allahü teâlâya tam teslîm olanlardır. Onlar için lezzet, sıkıntı rahatlık ve azap aynıdır. Çünkü hepsi sevgiliden, Allahü teâlâdan gelmektedir.
Semnûn hazretleri Dicle kenarında oturuyor idi. Elindeki sopayı kalçalarına ve dizlerine şiddetle vuruyor ve bir şiir söylüyordu! Bu şiirin tercümesi şöyledir: “Benim uyanık bir kalbim vardı. Kalb dönek olduğu için, uyanıklığını kaybettim (kalbim karardı). Ey Allahım, bana tekrar öyle bir kalb ver. Buna kavuşmak için göğsüm daralıyor. Ey yardım isteyenlere yardım eden Allahım, tek bir nefesimde kalsa, bana yardım et, kalbimin gafletten kurtulmasını nasîb eyle.”
Hârûn-ür-Reşîd’in hizmetçisi şöyle anlatmıştır: Hârûn-ür-Reşîd, vefâtı yaklaşınca bana kefenini getirmemi söyledi. Ben de getirdim. Sonra kendisi için bir kabir kazılmasını söyledi Ben de kazdım. Vefât edince oraya konmasını vasıyyet etti ve bir beyt okudu. Bu beytin tercümesi şöyledir: “Bana mallarım fayda vermedi, saltanatım da elimden gitti!” Râfiî hazretleri bu hâdiseyi naklettikten sonra, şu ma’nâda bir şiir söyledi: “Mülk, Allahü teâlâdandır. Herşey O’na itaat eder, makam sahibleri O’nun yanında boyun eğerler. Mülkünde ortağı yoktur. O’nun mülkünde mülk sahibi olmak için çekişenlerin hepsi hüsrana uğradı, kaybolup gitti. Böyle olanları ve mülke mâlik olma iddiasını, dünyalığa sahip olma kavgasını bırak! Yarın (âhırette) kimin yalancılardan olduğu (sâdık olmadığı) belli olacak.”
Buyurdu ki: Kalbinin ve basiretinin nûru kaybolmak üzere olan bir kimse için tek çıkar yol, rahmet ve ihsânıyla durumunu iyiye çevirmesini ümîd ederek, rahmet ve ihsân sahibi olan Allahü teâlâdan yardım istemesidir. Abdullah bin Hasen de bir şiirinde şöyle söylemiştir: “Kalbim eski güzel hâlini kaybedip, bozuldu. Yâ Rabbî, bana kalbimin eski güzel hâlini ihsân eyle. Çünkü gönlüm onun bu hâlde olmasından râzı değil. Ey yardım isteyenlerin tek yardımcısı olan Allahım, şu bedenimde canım bulunduğu müddetçe bana yardımını lutfeyle.”
Râfiî hazretlerinin bir şiirinin tercümesi de şöyledir: “Dikkat et, ömrünü gaflet içinde geçiren kimsenin, bitmeyen bir üzüntü ve hasret çekmesi haktır, değer! Gençlik çağında gaflet uykusuna daldın! Sana nasîhatçı olan (ölümü hatırlatan) ihtiyârlık günlerinin gelip çattığını farzet! (Ona göre hazırlan).”
Başka bir şiiri de şöyledir.
Rahîmin (Allahın) kapısında devamlı
durmalıdır.
Şaşkınlık edip, onu hiç unutmamalıdır.
O Rabdır, kapısını sıdk ile kim çalarsa,
Onu kullara Rauf ve Rahîm bilmelidir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 3
2) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 369, 421, 974
3) Tabakât-ül-müfessirîn cild-1, sh. 335
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-8, sh. 281
5) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 281
6) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 108
7) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) sh. 180
8) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 609, 610
9) El-A’lâm cild-4, sh. 55
10) Fevât-ül-vefeyât cild-2, sh. 376
11) Tehzîb-ül-esmâ vel-luga cild-2, sh. 264, 265