Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebü’n-Nûr’dur. Hâce Osman, zamanının İmâmı idi. Ömrünün yetmiş senelik bir kısmını riyâzet ve mücâhede ile geçiren Hâce Osman, 617 (m. 1220) senesi Şevval ayının beşinde doksanbir yaşında iken vefât etti. Hâce Osman, İran’ın Nişâbûr şehrine bağlı Hârûn isimli beldede yaşadı.
Osman Hârûnî, Hâce Hacı Şerîf Zendenî’den edeb ve ilim öğrendi. Hocası vefât edince, onun yerine geçti. Hâce Osman Hârûnî’nin dört büyük talebesi vardı. Bunlar; Hâce Mu’înüddîn Hasen Senceri Çeştî, Hâce Necmüddîn Sugrâ, Şeyh Sa’dî Tenkuhî ve Şeyh Muhammed Türkî’dir.
Osman Hârûnî devamlı nefsi ile mücâdele ederdi. Hiçbir zaman doyuncaya kadar yiyip içmezdi. Geceleri çoğunlukla uyumaz, ibâdet ederdi. Çok acıktığı zaman, sâdece bir iki lokma yemek yerdi. Duâsı makbûl bir zât idi. Duâsı reddedilmez, cenâb-ı Hak tarafından yaratılırdı. Âhıreti düşünerek çok ağlardı. Menkıbeleri ve kerâmetleri çoktur.
Şöyle anlatılır: “Osman Hârûnî, ilk defa hocasının huzûruna gelip tövbe edince, hocası ona; “Şu dört şeyi terk etmelisin: 1. Dünyâyı ve dünyâ ehlini. 2. Arzularını ve hırslarını. 3. Nefsin neyi hatırlayıp isterse onu. 4. Allahü teâlâyı zikr etmek için, gece uykuyu. Netice olarak Allahü teâlâdan başka herşeyi terketmelisin. Herkesi kendinden iyi bil ki, hepsinden iyi olasın. Tevâzu sahibi ve alçak gönüllü ol ki, evliyâlık makamına ulaşasın. Böyle olmıyanın bizim yolumuzla ilgisi yoktur” buyurdu. Osman Hârûnî, hocasının bu nasîhatına uyarak çok riyâzet çekti. Üç yıl sonra, hocası tarafından ona vekîl olma izni verildi İsm-i a’zâma kavuştu. Zâhirî ve ma’nevî ilimleri öğrendi.”
Şöyle naklederler: “Birgün Hâce Osman namazda iken gâibten bir ses; “Ey Osman, namazını beğendim ve kabûl ettim. Dileğini iste vereyim” dedi. Namazdan sonra; “Yâ Rabbî! Ben senden seni istiyorum” dedi. Yine; “Ey Osman, isteğini kabûl ettim. Başka ne istersen iste ki vereyim” deyince, Osman Hârûnî; “Yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden olan bütün müslümanların günahkârlarını affet” diye niyazda bulundu. Bunun üzerine o ses; “Onlardan otuzbin günahkârı sana bağışladım” dedi. Osman Hârûnî bundan sonra her namazının arkasından hep böyle duâ eder ve aynı cevâbı işitirdi. Onun duâsı ile affolanların sayısını ancak cenâb-ı Hak bilir.”
Şöyle nakledilir: “Osman Hârûnî çok seyahat ederdi. Birgün halkı mecûsî (ateşperest) olan bir yerin yakınına geldi. Bir ağaç altında namaz kılmaya başladı. Fahreddîn isimli yardımcısı ateş getirmek için o köye gitti. Fakat halk ona ateş vermedi. Osman Hârûnî abdestini tazeleyip ateş almak için köye kendisi gitti. Oranın halkını ateşe tapar buldu. Başkanlarının yedi yaşındaki oğlu da orada idi. Osman Hârûnî onlara; “Boşuna bu ateşe tapıyorsunuz. Ateş, cenâb-ı Hakkın âciz bir yaratığıdır. Onun sahibi olan Allahü teâlâya niçin tapmıyorsunuz dedi. Mecûsîlerin başkanı; “Ateşin, bizim dînimizde yeri büyüktür” deyince, Osman Hârûnî ona; “Bu kadar kıymetli yıllarını kendisine tapmakla harcadığın ateşe bir uzvunu koy da yakmasın” dedi. Başkan; “Ateşin âdeti yakmaktır. Buna kim karşı gelebilir?” diye sorunca, Osman Hârûnî, başkanın çocuğunu yakaladığı gibi ateşe attı. Kendi de ateşin içine girerek bir müddet kaldı. Ateş bir gül bahçesi oldu ve onlara birşey olmadı. Mecûsîlerin hepsi bu duruma hayran kalarak, tövbe ettiler ve müslüman oldular. Başkanın ismini Abdullah, oğlununkini İbrâhim koyan Osman Hârûnî bir süre orada kalarak, onlara İslâmiyeti öğretti.”
Mu’înüddîn Muhammed Hasen Sencerî anlatır: “Birgün Osman Hârûnî ile birlikte bir seyahate çıkmıştık. Dicle kenarına geldiğimizde, karşıya geçebilmek için bir kayığın bulunmadığını gördük. Osman Hârûnî bana dönerek; “Gözlerini kapa!” buyurdu. Birkaç saniye sonra; “Aç!” dedi. Gözlerimi açtığımda karşı sahile geçmiş olduğumuzu gördüm. Bunun üzerine Allahü teâlâya şükrettim.
Yine Muhammed Hasen Senceri anlatır: “Birgün Osman Hârûnî’nin huzûruna bir şahıs gelerek; “Kırk yıldır kayıp oğlumdan bir haber alamıyorum” deyip, Fâtiha ve duâ taleb etti. Osman Hârûnî bir müddet murâkabeye daldı. Sonra orada bulunanlara; “Niyet edip Fâtiha okuyun da bu zâtın oğlu bulunsun” buyurdu. Oradakilerin hepsi denileni yaptılar. Osman Hârûnî bir müddet daha murâkabeye daldı. Sonra o zâta; “Git, oğlun inşâallah evine gelmiştir” buyurdu. O zât kendi evine yaklaşınca, oğlunun döndüğü müjdelendi. Hasret giderdikten sonra, Osman Hârûnî’nin huzûruna gittiler. Osman Hârûnî o zâtın oğluna nerede olduğu ve başına gelenleri sordu. O da, bir gemide iken, esîr alınıp adalardan birinde zincirle bağlı iken, Osman Hârûnî’ye benzeyen birinin gelip, zincirleri çözdüğünü, gözünü kapat dediğini ve aç deyince kendini evde bulduğunu, sonra da o pirin kaybolduğunu söyledi. Daha sonra bu zâtın oğlu, Osman Hârûnî’nin hâlis talebelerinden oldu.”
Şöyle anlatılır: “Birgün bir grup dinsiz gelip kendisini tecrübe için gönüllerinden ikram etmesini istedikleri yemekleri geçirdiler. Osman Hârûnî onları kabûl ederek, ellerini yıkattı. Besmele çekip eliyle semâya doğru işâret ettikçe, herbirinin isteği ve arzusu olan yemekler gelmeye başladı. Sonra Osman Hârûnî “Yiyin!” buyurdu. Onlar da doyuncaya kadar yediler. Duruma hayret edip; “Sizin büyüklüğünüzü gördük, benzeriniz yok. Duâ edin de müslüman olmakla şereflenelim” dediler. Osman Hârûnî; “O hidâyet, cenâb-ı Hakkın işidir. Ben âciz biriyim. O dilerse lütfeder, kat kat ihsân eder” buyurdu. O kâfirler, o anda, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile müslüman oldular. Daha sonra Osman Hârûnî’nin talebelerinden oldular.”
Mu’înüddîn Muhammed Sencerî yine şöyle anlatır: “Bir komşum vardı. Osman Hârûnî’nin talebelerinden idi. Bu komşum vefât etti. Cenâzesinde bulundum. Cenâze kabre konunca herkes gitti. Ben biraz kalıp, murâkabeye daldım. O anda azap melekleri geldi. O sırada Osman Hârûnî de orada hazır oldu. Onlara; “Bu benim talebelerimdendir. Ona azâb etmeyin” dedi. Melekler gittiler, sonra hemen geri geldiler ve cenâb-ı Hak; “Bu şahıs senin hilâfına iş görürdü” buyurdu dediler. Osman Hârûnî onlara; “Evet! Fakat bize intisâb etmişti” dedi. O anda cenâb-ı Haktan şu emir geldi: “Ey melekler! Osman Hârûnî’nin talebesinden elinizi çekiniz. Ben onu, Osman Hârûnî’nin dostluğuna bağışladım.” Ben de ümîd ederim ki, Osman Hârûnî’nin hürmetine bizi de affeder.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Siyer-ül-aktâb sh. 93
2) Hadîkat-ül-evliyâ 3. kısım, sh. 157