Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi Ebû Ömer olup, İbn-i Küdâme ismiyle de tanınmıştır. 528 (m. 1134)’de doğdu. 607 (m. 1210) senesinde Dımeşk’da vefât etti. Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Ebû Amr’dan Kur’ân-ı kerîm dersi aldı. Babasından, Ebü’l-Mekârim bin Hilâl’den, Ebû Temîm Selmân İbni Rahbi’den, Ebû Nasr Abdürrahîm bin Abdülhâlık bin Yûsuf’dan, Ebü’l-Feth Amr İbni Ali bin Hameveyh’den, Ebü’l-Meâli bin Sâbir’eden, Ebû Muhammed Abdullah bin Abdülvâhid el-Kenânî’den, Ebû Abdullah Muhammed bin Ali Harrânî’den, Ebü’l-Fehim Abdürrahmân bin Abdülazîz el-Ezdî’den, Yahyâ bin Mahmûd es-Sakafî ve Muhammed bin Hamza bin Ebi’s-Sakr’dan hadîs-i şerîf işitti. Sonra Mısır’a gidip orada da eş-Şerîf Ebü’l-Mefâhir Sa’îd bin Hasen, el-Me’mûnî, Ebû Muhammed bin Beri Nahvî’den hadîs-i şerîf dinledi. Ayrıca Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi. Mısır’da Ali İbni Beri’den de nahiv ilmini okudu. Kendi hattı (yazısı) ile çok kitabı yazıp çoğalttı. Bunlardan ba’zıları şunlardır. Ebû Nuaym İsfehânî’nin “Hilyet-ül-evliyâ” adlı eserini, “Tefsîr-i Begavî”, “El-Mugnî”, “El-İbâne”, “El-Hırakî” ve Kur’ân-ı kerîmi defalarca yazdı. Bunları yazdığından dolayı hiçbir ücret almadı. Yazısı çok serî olduğundan, bir günde formalarca yazı yazardı. Hâfız Abdülganî bin Abdülvâhid el-Makdisî onun rivâyetlerinden olan kırk hadîs-i şerîfi toplamıştır.
Hâfız ez-Ziyâ onun için şöyle demiştir: “Fıkıh, ferâiz, nahiv ilimlerini kendinde toplamış, ilmiyle amel eden, insanların ihtiyâcını karşılayan, zâhid (dünyâya düşkün olmayan) bir zât idi. İşittiği her duâyı ezberler ve yazardı. İşittiği her çeşit nafile namazı kılardı. Dîne âit ne öğrendiyse, mutlaka öğrendiği ile amel ederdi. İhtiyâr olduğu hâlde devam ettiği cemaatin en dinç olanı idi. Gençliğinden beri gece yarısı kalkıp teheccüd namazı kılmış, hiç terk etmemiştir. Bir defasında bir kâfile ile yolculuk yapmıştı. Yolculuk boyunca, geceleri namaz kılar ve kâfileye bekçilik yapardı. Vefâtı yaklaştığında, çok az yemek yemekten o kadar zayıflamıştı ki, kuru bir kemik gibi olmuştu. Hanımı şöyle demiştir: “Geceleri ibâdet için kalkardı. Uyku bastırınca, yanında bulunan bir asa ile ayaklarına vurarak uykusunu dağıtırdı.” Ebû Muzaffer Sıbt bin Cevzî şöyle demiştir: “O, orta boylu, güzel yüzlü, yüzünde ibadet nûrları parlayan ve devamlı tebessüm eden bir zât olup, çok namaz kılmaktan çok oruç tutmaktan zayıflamıştı.”
Oğlu da şöyle anlatmıştır: “Ömrünün son günlerinde, devamlı oruç tutmaya başladı. Biraz ara vermesini söylediklerinde şöyle dedi: Günlerimi oruç tutarak geçirmeyi ganîmet biliyorum, değerlendiriyorum. Belki iyice ihtiyârlayınca oruç tutamaz hâle gelirim. Ölünce de amelim kesilir. Bir cenâze olduğunu işitse, hemen namazını kılmaya, birinin hasta olduğunu duysa, hemen ziyâretine giderdi. Dîne bir hizmet olsa, mutlaka giderdi. Her gece, Kur’ân-ı kerîmin yedidebirini tertîl üzere yavaş yavaş okurdu. Gündüzleri de, öğle ile ikindi arasında Kur’ân-ı kerîmin yedidebirini okurdu. Sabah namazını kılınca, tesbihleri çektikten sonra, Kur’ân-ı kerîmden şifâ âyetleri denilen âyet-i kerîmeleri okurdu. Bunları ayrıca bir forma hâlinde de yazıp mihraba asmıştı. Uyku bastırmaması için alıp, çok defa okurdu. Sabah namazından sonra, güneş iyice yükselinceye kadar Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sonra kuşluk namazı kılardı. Biri gece, biri de gündüz olmak üzere iki defa secde yapar, bu secdelerde uzun müddet durur, duâ ve tesbih ederdi. Öğle ezanı okununca, öğle namazından önce hergün iki rek’at namaz kılardı. Kıldığı bu namazın birinci rek’atinde Mü’minûn sûresinin baş tarafını, ikinci rek’atte Furkan sûresinin son kısmını okurdu. Akşam ile yatsı arasında da dört rek’at nafile namaz kılardı. Bu namazda Secde sûresini, Yâsîn, Tebâreke (Mülk) ve Duhân sûrelerini okurdu. Her Cum’a gecesi, akşam ile yatsı arasında uzun bir tesbîh namazı kılardı. Cum’a günleri ise, iki rek’at nafile namaz kılar, bu namazda yüz defa İhlâs sûresini okurdu. Her gece ve gündüz, yetmiş iki rek’at nafile namaz kılardı. Bundan başka çok virdleri, husûsi yaptığı duâ, zikir ve tesbihleri vardı. Her Cum’a ikindiden sonra kabirleri ziyâret ederdi. Abdestsiz uyumazdı. Uyurken okunacak duâ ve tesbihleri, Mülk sûresini ve diğer sûrelerden ba’zılarını okurdu. Sabah namazının farzı ile sünneti arasında kırk defa “Yâ Hay, Yâ Kayyûm, Lâ ilahe illâ ente” derdi. Cum’a günleri gusl abdesti almayı terketmezdi. Her Cum’a mutlaka sadaka verirdi. Beraber bulunduğu kimselerin sıkıntılarını giderir, yardım ederdi. Uzakta olanların çocuklarını sorar, ilgilenir, ihtiyâçlarını karşılar, yardım ederdi. Akrabasına ve diğer fakirlere yardım eder sadaka verirdi. Elbisesinden fazla olanları dağıtır, kendisi, zarûret miktarı ile kalırdı. Ba’zan elbisesiz ve gömleksiz kaldığı da olurdu. Kuru ekmek yer, hasır üzerinde yatardı. Çok kere kendi ihtiyâcı olan şeyleri de muhtaçlara sadaka olarak verirdi.
Bir defasında, bulunduğu belde halkından bir kısmına devamlı yiyecek vererek sıkıntılarını gidermişti. Evine birşey geldiği zaman, gelen şeyi herkese paylaştırırdı. “Sahibi ile kabre girmeyen, sahibinin kabirde faydasını görmediği ilim, ilim değildir” ve “Siz sadaka vermezseniz, size de verilmez. İsteyene siz vermezseniz, başkaları verip, sevâbını alır” derdi.
Kaymağı çok severdi. bir defasında hazırlanıp getirildiğinde yemedi. Onu çok sevdiğim için, ona düşkün olduğum için artık onu yemeyi terkettim dedi ve bir daha yemedi. İnsanlara hitâb edip konuştuğu zaman, kalbleri rikkate getirir, çok te’sîrli konuşurdu. Ba’zıları onun sohbetini dinlerken çok ağlayıp, göz yaşı dökerdi. Son derece heybetli bir zât idi. Bir talebe ondan bir mes’ele sormak istese, heybeti ve vekarı karşısında toparlanırdı. O, mescide girdiği zaman, talebeler susup, kısık sesle konuşurlardı. Yolda oynayan çocuklar onu görseler, onun heybetinden ve ona olan sevgi ve hürmetten dolayı kenara çekilirlerdi. Birşey emredince derhal yerine getirilirdi.
Vâlilere ve devlet adamlarına mektûplar yazıp, muhtaçlara yardım etmelerini isterdi. Kendisine bir muhtaç gelince, bir mektûp yazıp vâliye gönderirdi. Birgün vâlilerden biri ona; “Sen bize, yardım etmeyi arzu etmediğimiz kimseleri de gönderiyorsun, fakat senin mektûbunu geri çevirmek istemediğimizden yardım ediyoruz” deyince, vâliye şöyle dedi: “Biz, bize gelen hiçbir kimseyi geri çevirmiyoruz. Siz gönderdiğim mektûbu ya kabûl edersiniz veya hiç göndermem.” Bunun üzerine vâli; “Sizin gönderdiğiniz hiçbir mektûbu asla geri çevirmeyeceğiz” dedi.
Bir defasında insanlar kuraklık sebebiyle çaresiz kalıp, ona gelip duâ etmesini istediler. Bunun üzerine yağmur duâsına çıktı. O, yağmur duâsı yaptıktan sonra, yağmur yağmaya başladı, insanlar sıkıntıdan kurtulup, ihtiyâçlarını karşıladılar.
Bir zât şöyle anlatmıştır: “Biz bir defasında Muhammed bin Ahmed hazretlerinin huzûruna gittik. Üç kişi idik ve çok acıkmıştık, yiyecek birşeyler istedik. Bize, içi süt dolu küçük bir tabak getirdi. İçine ekmek doğranmıştı. Biz ondan yedik ve doyduk. Yerken bakıyordum, tabaktakiler hiç eksilmiyordu.”
Muhammed bin Ebî Bekr bin Amr şöyle anlatmıştır: “Bir defasında beni yanına çağırdı. Ben rahatsızdım. Perhiz yapıyordum. Beni yemeğe başlattı ve bir kimse yemekten önce “Şehidallahü ennehü lâ ilahe illâhü” (Âl-i İmrân-18) âyet-i kerîmesini ve “Kureyş” sûresini okursa ve sonra yerse, o yemek ona zarar vermez” buyurdu.
Ebû Bekr Abdullah bin Hasen bin Nühhâs şöyle anlatmıştır: “Babam onu çok severdi. Bir Cum’a günü bana, Cum’a namazını onun arkasında kılacağım dedi. Ben de onunla beraber aynı câmiye gittim. Benim mezhebimde Fâtiha’dan önce Besmele çekilir. Onun tâbi olduğu mezhebde çekilmez. Acaba bundan namazıma bir zarar gelir mi diye düşünmüştüm. Mescide vardık. Muhammed bin Ahmed hazretleri orada idi. Babama selâm verip, sarıldı. Sonra buyurdu ki: Kardeşim namazını kıl, kalbini hoş tut. Çünkü ben, insanlara İmâm olduğum günden beri her namazda Fâtiha’dan önce Besmele çekiyorum. Babam bana dönüp, bunu unutma! dedi.”
Bir kimse her sene ona bir miktar dînâr (para) gönderirdi. O kabûl ederdi. Bir defasında gönderdiğini kabûl etmeyip geri çevirdi. Gönderen kimse buna çok üzüldü. Acaba neden geri çevirdi? diye düşündü. Sonra anladı ki, o paranın bir kısmı helâlden değilmiş, şüpheli para karışmıştı. Bunun üzerine tekrar başka parasından gönderdi. Onu kabûl etti.
Kabir ziyâreti için veya başka bir sebeble bulunduğu dağlık bölgeden indiği zaman, hurma toplayıp götürür, kimsesizlere ve yetimlere dağıtırdı. Geceleri kim olduğu bilinmeyen, tanınmayan kimseler ona para ve un getirirdi. Kimseyi azarlamaz geri çevirmez ve hiç kimsenin kalbini kırmaz, incitmezdi. Haramlardan son derece sakınırdı.
Sultan Selâhaddîn Kudüs’e geldiğinde, onu ziyâret etmek için yanına gitmişti. O sırada namazda idi. Namazını ve duâsını tamamlamadıkça sultan ile ilgilenmedi. Sultan Selâhaddîn ile savaşlara katıldı, cihâd etti.
Kardeşi el-Muvaffak, onun için şöyle demiştir: “O, bizim şeyhimizdir. Bizi terbiye edip yetiştirdi. Bize çok ihsânda ve iyilikte bulundu. Bize ilim öğretti, üzerimize titredi, bizimle ilgilendi. Talebelerine ve diğerlerine karşı baba gibi idi. Birisi bir yere gitse, onun ailesi ve çocukları ile ilgilenir, yardım ederdi. Yola çıkanlara, yolda lâzım olacak şeyleri verirdi. Dünyâya düşkün olmaktan ve lüzumsuz işlerden çok uzak dururdu. Dâima, işlerde kendisine müracaat edilen bir zât idi. Onunla birlikte Bağdad’a gittik. Bağdad’da bir tekke yaptırdı. Bağdad’dan döndükten sonra beni evlendirdi. Bir ev te’min etti ve ihtiyâçlarımızı karşıladı. Bir de medrese yaptırdı. Duâsı makbûl bir zât idi. Duâsı ile çok kimse şifâya kavuşmuştur.”
Ebû Muzaffer şöyle anlatmıştır: “Bir defasında kulunç hastalığına yakalanmıştım. Ağrıların şiddetinden çok sıkıntı çektim. Birgün yanıma Ebû Amr Muhammed bin Ahmed hazretleri geldi. Elinde küçük parçalar hâline getirilmiş Harnûb (Keçi boynuzu) vardı. Bana bundan ye dedi. Yanımda bulunanlar, o kulunca zararlıdır, arttırır dediler. Ben onların sözüne aldırmayıp, alıp yedim ve hastalıktan kurtuldum.”
Nâsıh İbni Hanbelî onun için şöyle demiştir: “Fakîh, zâhid, âbid bir âlimdir. Hadîs ilminde ve Hanbelî mezhebi fıkıh kitaplarından pekçok kitabı yazıp çoğaltmıştır. Kardeşinin yazdığı “El-Mu’nî” adlı eseri de yazmıştır. Bunların yanında, çok namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okur, hacca ve cihâda giderdi. Sultan Nûreddîn Mahmûd Zengî ona hürmet eder, ziyâretine giderdi. Onun için ve talebeleri için bir mescid ve çeşme yaptırmıştır.
Muhammed bin Ahmed hazretlerinin Cebel denilen yerde bir medresesi vardı. Bu medreseyi Kur’ân-ı kerîmin ve fıkıh ilminin öğretilmesi için vakfetmişti. Pekçok talebe o medresede ilim öğrenip, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiştir.
Ehl-i sünnet i’tikâdında olup, mezheb imamlarına ve âlimlere karşı çok muhabbeti olan evliyâ bir zât idi. Bid’at ehli olan kimselerden sakınıp, sâlih kimselerin sohbetlerinde bulunmayı tavsiye ederdi. Vefâtından önce hastalanıp, günlerce hasta yattı. Bu hastalığı sırasında, önceki gibi namazlarını kıldı. Nafile ibâdetlerini, Kur’ân-ı kerîm okumayı, zikir ve duâları terk etmedi.
Vefât edeceği sırada yakınlarını yanına topladı. Kıbleye döndü. Onlara takvâyı, Allahü teâlânın emirlerine uyup yasakladıklarından sakınmalarını, Allahü teâlânın kendilerini her ân gördüğünü ve yaptıklarını bildiğini, ona göre hareket etmelerini, dosdoğru olmalarını tavsiye etti. Sonra başında Yâsîn-i şerîfi okumalarını söyledi. Son nefesinde; “Şüphe yok ki Allah, râzı olduğu İslâm dînini sizin için seçti. O hâlde ancak müslüman olarak can verin.” meâlindeki Bekâra sûresi 132. âyet-i kerîmeden bir kısmını okuyarak vefât etti. Vefâtında hiç bir malı ve parası yoktu. Cebeli Kasyun’da Sefh denilen yere defnedildi.
Abdülmevlâ bin Muhammed’den şöyle nakledilmiştir “Muhammed bin Ahmed hazretleri kabre konulunca, kabri başında Kur’ân-ı kerîm okuyordum. Bir yerinde yanlış okumuşum. Kabirden seslenip, yanlışımı düzeltti. Sesini duyunca korkup, titremeye başladım.”
Yine şöyle anlatılmıştır: “Kabri başında Kehf sûresi okunuyor, o da kabirden: “La ilahe illallah” diye sesleniyordu.”
Muhammed bin Ahmed hazretlerinin bir şiirinin tercümesi şöyledir:
“Ne zaman oyalanmaktan ve boş şeylerden vaz geçeceksin? Saçın ağardı, zayıflık, ihtiyârlık ve elem geldi (ölüm yaklaştı). Başa gelen bu işten (ve gafletten) dolayı hayâtım boyunca ağlasam ve göz yaşım bitseydi, bundan dolayı kınanmazdım!”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 52
2) Zeyl-i Ravdateyn sh. 71
3) El-Ridâye ven-nihâye cild-13, sh. 58
4) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 27
5) El-A’lâm cild-5, sh. 319