MERZÛK BİN HASEN BİN ALİ

Zebid şehrinde yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Merzûk bin Hasen bin Ali es-Sârifî el-Yemenî’dir. Babası, Züâl’den gelip Zebid’de yerleşmiş idi. Merzûk hazretleri orada yetişti. İbrâhim-i Çeştî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. 619 (m. 1222) senesinde vefât etti. Bâb-ü sihâm kabristanında defnolundu. Kabri, orada büyük âlimlerin bulunduğu meşhûr kabirler arasında ziyâret edilmekte, ziyâret edenler mübârek rûhâniyetinden istifâde etmektedirler. Ziyâret edip, onu vesile ederek Allahü teâlâya duâ edenlerin duâlarının kabûl edildiği çok görülmüştür.

Merzûk bin Hasen hazretleri, Ahmed-i Sayyâd Ebû Gays, Muhammed Hâkimî ve başka âlimlerden ilim öğrendi. Kendisi de birçok talebe yetiştirdi. Keşif ve kerâmet sahibi, evliyânın büyüklerindendir. Ümmî idi. Ya’nî okuması yazması yoktu. Fakat Allahü teâlânın inâyeti, yardımı ile çok ilim sahibi olmuştu. Her âlim ile, bildiği ilimlerle ilgili olarak konuşurdu. Ya’nî birçok ilimde söz ve ihtisas sahibi idi. Dostlarına çok fâideli olurdu. Herkes kendisinden çok istifâde ederdi. Talebelerini çok güzel yetiştirirdi. Evlâdından, soyundan çok âlim gelmiş olup, kendilerine Benî-Merzûk denilmiştir. Merzûk bin Hasen (r.a.), bu âlimler sülâlesinin ceddi, atasıdır. Zebid şehrinde ilim öğrenmek istiyen herkes kendisine gelip, talebe olurdu. Herkes tarafından tanınır ve sevilirdi. Torunlarından Yahyâ-i Merzûkî, Benî-Merzûk evliyâsını, âlimlerini anlatan bir kitap yazmıştır. Bu kitapta şöyle anlatıyor: “Bir defasında, zamanın sultânı, Merzûk hazretlerini bir ziyâfete da’vet etti. Maksadı, onun hâlini iyice anlamak, imtihan etmek, denemek idi. Kerâmet sahibi olduğu söyleniyor, bakalım aslı var mı?” düşüncesiyle hareket ediyordu. Bir sığır ve bir de at kestirip, etlerini ayrı ayrı pişirttirdi. Ayrı ayrı tabaklara koydurdu. Sonra Merzûk hazretlerini yemeğe da’vet ettiler. Merzûk (r.a.), talebelerinden ba’zıları ile gelip sofraya oturdu. Sultânın adamları da sofraya oturdular. Merzûk bin Hasen hazretleri, içinde sığır etinin bulunduğu tabakları talebelerinin önlerine dağıttı, içinde at eti bulunan tabakları da sultânın adamlarının önlerine koydu. Sultân dikkatle ta’kib ediyordu. Sığır etlerinin hepsinin Merzûk hazretleri ve talebelerine, at etlerinin de kendi adamlarına geldiğini görünce çok hayret etti. Tabaklar önceden, sâdece sultânın bileceği şekilde karıştırılmış idi. Merzûk hazretleri ise, bu tabakları hiç yanlışlık olmadan ayırıyor, sığır etlerini kendi talebelerine, at etlerini de sultânın adamlarına ayırıyordu. Sultan bir ara; “Bunların hepsi temiz ettir. Niçin ayırıyorsunuz?” deyince, Merzûk (r.a.); “Bu tabaktaki etler, fakirlere (bizlere) lâyıktır. Diğer tabaklardaki etler de, sultanların adamlarına, hizmetçilerine lâyıktır” buyurdu. Bunları işiten Sultan, Merzûk hazretlerinin fazilet ve yüksekliğini anlayarak, hemen yanına yaklaştı. Merzûk’un elini öptü, ondan nasihat istedi. “Lütfen bana emrediniz! Hüküm vermekte nasıl davranayım?” dedi. Merzûk hazretleri de ona nasıl davranması icâb ettiğini açıklıyarak, çok nasihatlerde bulundu.”

Rivâyet edildiğine göre, zamanın kadısı Zebid’de bir câmi yaptırmış idi. Câmi inşaatı tamamlanmış, mihrabın yerleştirilmesine sıra gelmişti. Kalabalık bir cemâat toplanmıştı. Merzûk hazretleri de cemâat arasında idi. Zaten evi de, yeni yapılan mescidin hemen yakınında idi. Mihrabın tam düzgün yerleştirilmediğini görünce, kadıya müracaat ederek durumu bildirdi. Kıble istikâmetinin tam o şekilde olmadığını, biraz daha dönülmesi icâb ettiğini bildirdi. Kâdı ise bunu kabûl etmedi ve muhalefet etti. Merzûk hazretleri, kadıya; “Kıble böyledir, inanmıyorsan bak. İşte Kâ’be-i muazzama!” buyurdu. Kâdı, Merzûk hazretlerinin bildirdiği şekilde durarak bakınca, Allahü teâlânın izni ile, Merzûk bin Hasen’in bereketi ile, tam karşısında Kâ’be-i muazzamayı gördü. Orada bulunan cemâatin hepsi de gördüler. Mihrabı da, Merzûk’un (r.a.) bildirdiği şekilde yerleştirdiler.”

Merzûk hazretlerinin kerâmetlerinden birisi de şöyle anlatılmaktadır “Merzûk bin Hasen’in oğullarından birinin, bir kimsede alacağı vardı. Bir zaman sonra o kimseden alacağını istedi. O kimse borcunu inkâr ettiği gibi, Merzûk’a gelerek, borcu olmadığı hâlde oğlunun kendisinden para istediğini bildirip, şikâyette bulundu. O da oğlunu çağırıp, ona; “Sen borcu, alacağı, malı boşver! Nasıl olsa öleceksiniz. Zâten ecelin geldi” buyurdu. O oğlu, o mecliste vefât etti.

Merzûk bin Hasen hazretleri vefât edince, onu saltanat ehlinin kabirleri arasına defnettiler. Kabri, Sultan Muzaffer bin Resûl’ün yanında idi. Vefâtından senelerce sonra idi. Emîrlerden (vâlilerden) İbn-i İydemir isminde birisi vefât etti. Merzûk hazretlerinin kabrinin yakınında bunu defnettiler. O zamandaki âdetlere göre, böyle birisi vefât edip defnedilince, kabrin üzerine bir çadır kurulur, ölen kimsenin yakınlarından bir grup kimse o gece o çadırda yatardı. Bu ölen kimse için kurulan çadırda da, amcasının oğlu ve bir grup kimse yattılar. Ölen kimsenin amcasının oğlu olan kimse, o gece çadır da uyurken rü’yâsında gördü ki, bir grup melek, deveyi andıran bir ateş (ateşten bir deve) getirdiler. Üzerinde de ateşten bir mahmil (sandık) vardı. O gün vefât etmiş olan amcasının oğlunu, kabrinden çıkardılar ve getirdikleri ateşten sandığa koymak istediler. O ise ateşin şiddetinden, kendisine gelen bu sıkıntıdan dolayı feryâd ediyor, imdâd istiyordu. Bu sırada, Merzûk bin Hasen hazretleri kabrinden çıkıp oraya geldi ve meleklere; “Onu bırakınız!” buyurdu. Melekler onu görünce çok hürmet ettiler ve; “Ey efendimiz! Biz buna böyle yapmakla emrolunduk” dediler. O da; “Rabbim beni bu kimseye ve yakınımdaki kabirlerde bulunanlara şefaatçi eyledi” buyurdu. Bunun üzerine melekler onu bırakıp gittiler. Sabah olunca, rü’yâyı gören kimse rü’yâsını insanlara anlattı. O çadırı oradan kaldırdılar. O sırada, Merzûk hazretlerinin yerinde, insanları irşâd etmekle meşgûl olan zât, torunu, Muhammed bin Hasen bin Merzûk idi. Rü’yâyı gören kimse, rü’yâsını ona da anlattı. Bu da, dedesi ve babası gibi evliyâ zâtlardan idi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 250