KEVÂŞÎ (Ahmed bin Yûsuf)

Müfessir ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebü’l-Abbâs Mûsulî’dir. 590 (m. 1194) senesinde doğdu. 680 (m. 1280)’da vefât etti. Babasından ve Ebü’l-Hasen’den ve Dımeşk’a gidip, Sahâvî’den ilim öğrendi. Arab lisânında, kırâat ve tefsîr ilminde iyi yetişti. Sâlih, sâdık ve zâhid bir zât idi. Sultan onun ziyâretine gelirdi. “Tefsîr-i kebîr”, “Tefsîr-i sagîr adlı iki tefsîri ve “Tebsîrât-ül-mütezekkir”, “Keşf-ül-hakâik” gibi eserleri vardır. Kendisinden; Muhammed bin Ali bin Hârûf el-Mûsulî ve diğerleri kırâat ilmini öğrendi.

İmâm-ı Zehebî onun hakkında şöyle demiştir: Zamanının en meşhûrlarından olup, benzeri az bulunan bir âlim idi. Zâhid, sâlih, sâdık ve çok çalışkan idi. Sultan onun ziyâretine gelirdi. Keşf ve kerâmet sahibi bir zât idi. Ömrünün son on senesinde gözleri görmez oldu. Buğday ekip biçer ve elinin emeği ile elde ettiği bu buğdayı yerdi. Talebelerine de ondan yedirirdi.”

Talebelerinden Şeyh Takıyyüddîn Ebû Bekr el-Makassâti şöyle demiştir. “Bir defasında kendisinden birbuçuk sene kadar ayrı kaldım. Sonra yanına geldim. Kapıyı çaldığımda açmak için geldi. Gözleri görmediği hâlde, beni tanıyıp, bu Ebû Bekr’dir, dedi. Onun böyle kerâmetlerini çok gördüm. Vakfın çeşitlerine dâir bir eser yazıp, Medine’ye ve Kudüs’e gönderdi.”

Celâleddîn Süyûtî hazretleri şöyle demiştir: “Celâleddîn Mahallî, tefsîrinde ona isnâd yapmıştır. Ben de ona isnâd yaptım. “El-Vecîz”, “Beydâvî”, “İbn-i Kesîr” tefsîrleri üzerine yaptığım çalışmalarda ondan istifâde ettim.”

Ahmed bin Yûsuf Kevâşî’nin “Hadîs-i erbe’în” adlı eserinden ba’zı bölümler şöyledir:

1. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîlerde buyurdu ki:

“Ey kullarım! Benim hidâyet ettiklerim hâriç hepiniz dalâlettesiniz, öyleyse, benden hidâyet isteyiniz. Ey kullarım, benim doyurduklarım hâriç, hepiniz açsınız, öyleyse benden sizi doyurmamı isteyiniz. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hâriç, hepiniz çıplaksınız, öyleyse benden sizi giydirmemi isteyiniz.”

“Siz, gece gündüz hatâlar yapar, günahlar işlersiniz. Ben, sizin bütün günâhlarınızı af ve mağfiret ederim. O hâlde benden af ve mağfiret isteyiniz. Bende sizi af ve mağfiret edeyim. Ey kullarım! Siz bana elbette zarar veremezsiniz. Bana fayda da veremezsiniz.”

“Eğer sizin evveliniz ve âhiriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takvâ sahibi birinin takvâsı üzere bulunsalardı, benim mülküme hiçbir şey ilâve etmezdi. Ey kullarım! Sizin evveliniz ve âhiriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizin en kötü kalbliniz gibi olsaydı, benim mülkümden hiçbir şey eksiltmezdi.”

“Ey Âdemoğlu! Sen beni niçin ziyâret etmezsin? Âdemoğlu, yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin, ben seni nasıl ziyâret edebilirim ki der. Allahü teâlâ: Bilmiyor musun, benim falan kulum vardı. O hastalanmıştı da, sen onu ziyâret etmemiştin. Eğer sen onu ziyâret etmiş olsaydın, onun yanında beni bulacaktın.

Ey Âdemoğlu! Ben seni doyurduğum hâlde sen beni doyurmadın, buyurulur. Bunun üzerine Âdemoğlu, yâ Rabbî! Ben seni nasıl doyurabilirim. Sen âlemlerin Rabbisin. Allahü teâlâ da Âdemoğuluna eğer sen falanca kulumu doyursaydın, beni onun yanında bulacaktın.

Ey Âdemoğlu! Ben sana su verdim. Fakat sen bana su vermedin! buyurur. Âdemoğlu; yâ Rabbî! Sen âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl su verebilirim deyince, Allahü teâlâ: Bilmiyor musun ki, benim kulum senden su istemişti de, sen ona su vermemiştin. Eğer sen ona su vermiş olsaydın, beni onun yanında bulacaktın.”

“Kim beni zikrederse, ben de onu zikrederim. Kim beni bir cemâat içerisinde zikrederse, ben de onu ondan daha hayırlı bir cemâat içerisinde zikrederim.”

“Benim için birbirini sevenlere, benim için birbirini ziyâret edenlere, muhabbet ve sevgim vâcibdir.”

“Bana yaklaşmak istiyenler, kendilerine farz kıldıklarımdan daha sevimli birşey ile bana yaklaşamazlar. Kulum bana, yaptığı nafile ibâdetlerle durmadan yaklaşır. Nihâyet onu severim. Ben o kulu sevince, artık onun işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. O benimle dinler, benim ile görür, benim ile konuşur, benim ile tutar, benim ile yürür.”

“Ben, sâlih mü’min kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşerin kalbine gelmeyen şeyleri hazırladım.”

“Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zrâ’ yaklaşırım. Kim bana bir zrâ’ yaklaşırsa, ben ona bir bâ (kulaç) yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona hervele ile (koşarak) gelirim.”

“Âdemoğlu! Eğer senin için yaptığım taksime rızâ gösterirsen, bunun ile kalbin rahatlıyacaktır. Senin için taksim ettiğim şey sana ulaşacak ve övülen bir kul olacaksın. Eğer yaptığım taksime râzı olmazsan, dünyâ sana musallat kılınır, izzetim ve celâlim hakkı için yemîn ederim ki, dünyâdan ancak sana ne ayrılmışsa ona kavuşursun.”

“Ben kalbleri kırık olanların yanındayım.”

“Kulum bana kavuşmayı isterse, ben de ona kavuşmayı isterim. Bana kavuşmayı istemezse, ben de ona kavuşmayı istemem.”

“Ben kendime ve kullarıma zulmü haram kıldım. O hâlde zulüm yapmayınız.”

Resûlullah (s.a.v.) hadîs-i şerîflerde buyurdu ki:

“Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir. Onlar, dirheme veya dinara (mala) vâris değildirler. Onlar sâdece ilme vâris oldular. Kim bu ilmi alırsa, bol bir nasîbi almış olur.”

“İnsanların arasına karışıp, onların eziyet ve sıkıntılarına sabreden mü’min, insanların arasına karışmayıp, onlardan gelen sıkıntılara katlanmıyan mü’minden daha kuvvetlidir.”

“Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabah mi’deleri boş ve aç gider. Akşam mi’deleri dolmuş, doymuş olarak döner.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 209

2) Bugyet-ül-vuât cild-1, sh. 401

3) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 365

4) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-8, sh. 42

5) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 103

6) El-A’lâm cild-1, sh. 274

7) Brockelmann Gal 1, sh. 416, Sup 1, sh. 737

8) Tabakât-ül-müfessirîn cild-1 sh. 98

9) Hadîs-i erbeîn (Sülemâniye Kütüphânesi Lâleli kısmı No:3687-3)