KARÂFÎ

Mâlikî mezhebi fıkıh ve tefsîr âlimi. Künyesi Ebü’l-Abbâs olup ismi, Ahmed bin Ebi’l-Alâ İdrîs bin Abdürrahmân bin Abdullah İbni Yelin’dir. Aslen Karâfe bölgesinden olduğu için “Karâfî” diye tanınan Ahmed bin İdrîs, 626 (m. 1228) yılında Mısır’da doğdu. Mâlikî fıkhında ihtisas sahibi oldu. Bu husûsta zamanının tek âlimi olan Ahmed bin İdrîs, 684 (m. 1285) yılında Mısır’da vefât etti ve Karâfe’de defn olundu.

Ahmed bin İdrîs el-Karâfi, Sultân-ül-ulemâ diye tanınan İzzeddîn bin Abdüsselâm eş-Şâfiî, el-İmâm el-Allâme Şerefüddîn Muhammed bin İmrân (Şerîf el-Karekî diye meşhûr) ve Kâdı’l-kudât Şemsüddîn Ebû Bekr Muhammed bin İbrâhim bin Abdülvâhid İdrîsî’den ilim öğrendi. Şemsüddîn Ebû Bekr Muhammed el-İdrisî’nin “Kitâb-ül-vüsûl ve Sevâb-ül-Kur’ân” adlı eserini, ondan dinledi.

İbn-i Ferhûn onun hakkında; “Karâfî, aklî ve naklî ilimlerde kendisini yetiştirmiş, bilhassa fıkıh ilminde mesafe katetmiş bir âlimdir” demektedir.

Ebü’l-Abbâs Ahmed Karâfî, Süleymâniye Kütüphânesi’nin İ. İsmâil Hakkı kısmı 492 numarada kayıtlı “Kitâb-ül-fürûk” adlı eserinde, zühd, hased ve ucb hakkında şöyle buyurmaktadır:

Zühd, ya’nî dünyâdan el çekmek, mal ve mülkün olmaması demek değildir. Zühd; kalbin dünyâya, mala bağlılığının olmamasıdır. Çünkü zâhid, ba’zan insanların en zenginlerinden olabilir. Fakat buna rağmen o yine zâhiddir. Çünkü o, elinde bulunan mala, mülke ve servete i’tibâr etmez. Onları hatırına bile getirmez. Onun için malın varlığı ile yokluğu arasında fark yoktur. Elinde bulunanı Allah yolunda harcamak ona çok kolay gelir. Ba’zı kimseler vardır, çok fakir olmalarına rağmen zâhid değillerdir. Hattâ kalbi dünyâ sevgisi ile dolu olduğu için, çok hırslıdır. Hırsından dünyâya doymak bilmez. Bundan dolayı zühd, malın olup olmamasına bağlı olmayıp, kalbin dünyâya i’tibâr etmemesine, kıymet vermemesine bağlıdır. Haramlardan el çekmek ise, elbette lâzımdır.

Hased; Allahü teâlânın bir kuluna ihsân etdiği ni’metin ondan çıkmasını istemektir. Faydalı olmayan, zararlı olan birşeyin ondan çıkmasını istemek, hased olmaz. “Gayret” olur. İlmini, mal, mevki ele geçirmek, günah işlemek için kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. Malını haramda, zulümde, İslâmiyeti yıkmakta, bid’atleri ve günahları yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de hased olmaz, din gayreti olur. Bir kimsenin kalbinde hased bulunur, kendisi buna üzülür, bunu istemezse, bu günah olmaz. Kalbde bulunan hâtıra, günah sayılmaz. Hâtıranın kalbe gelmesi insanın elinde değildir. Kalbinde hased bulunmasından üzülmezse veya arzusu ile hased ederse, hased olur, haram olur. Bu hasedini sözleri ile, hareketleri ile belli ederse, günahı daha çok olur. Hadîs-i şerîfte; “İnsan, üç şeyden kurtulamaz; sû-i zan, tayere, hased. Sû-i zan edince, buna uygun harekette bulunmayınız. Uğursuz zan ettiğiniz şeyi Allaha tevekkül ederek yapınız. Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz” buyuruldu. Tayere, uğursuzluğa inanmaktır. Sû-i zan, bir kimseyi kötü zan etmekdir. Bu hadîs-i şerîfden anlaşılıyor ki, kalbde hased hâsıl olması, haram değildir. Bundan râzı olmak, devamını istemek, haram olur. Hadîs-i şerîfte; “Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur” buyuruldu. İnsanın kalbine küfre sebep olan bir düşünce gelince, bundan üzülür ve hemen red ederse, bu kısa düşünce küfr olmaz. Farzı yapmamak veya bir haramı yapmak düşüncesi de böyledir. Fakat senelerce sonra kâfir olmaya karar verirse, hattâ bunu bir şarta bağlasa dahi imansız olur. Senelerce sonra haram işlemeğe niyet ederse, karar verirse, o anda günaha girer. Fakat, haramı işlemenin günahı, işlemeğe niyet etmekten daha büyüktür.

Ucb; yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek, bunlarla övünmektir. Yaptığı ibâdetlerin, iyiliklerin kıymetini bilerek, bunların elden gitmesini düşünerek korkmak, üzülmek ucb olmaz. Yahut, bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünerek sevinmek de ucb olmaz. Bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünmeyerek, kendi yaptığını, kazandığını sanarak sevinmek, kendini beğenmek, ucb olur. Ucbun zıddına; minnet denir. Minnet, ni’mete kendi eliyle, kendi çalışmasıyla kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı olduğunu düşünmektir. Böyle düşünmek, ucb tehlikesi olduğu zaman farz olur. Diğer zamanlarda ise müstehabdır. İnsanı ucba sürükleyen sebeplerin başında, cehâlet ve gaflet gelmektedir. Bu ucbdan kurtulmak için, her şeyin Allahü teâlânın dilemesi ile ve yaratması ile meydana geldiğini ve akıl, ilim, ibadet etmek, mal ve mevki gibi kıymetli ni’metlerin Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı olduklarını düşünmek lâzımdır. “Ni’met”, insana fâideli olan, tatlı gelen şey demektir. Bütün ni’metleri gönderen Allahü teâlâdır. O’ndan başka yaratıcı ve gönderici yoktur.

Karâfî buyurdu ki: “Hased edenlerle münâzara etmeyi bırakın. Çünkü bu durumda siz öfkelenirsiniz, hased eden bundan faydalanır ve inkâr eder.”

Karâfî birçok eser yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1. Kitâb ez-Zehîre fil-fıkh min ecli Kütüb-il-Mâlikiyye, 2. Kitâb-ül-Kavâ’îd, 3. Şerh-ut-tehzîb, 4. Şerh-ül-Cellâb, 5. Şerhü Mahsûl-li-İmâm Fahreddîn Râzî, 6. Kitâb-üt-ta’likat, 7. Kitâb-üt-tenkih fî usûl-il-fıkh, 8. El-müfid, 9. Kitâb-ül-ecvibet-il-fâhire an es’ilet-il-fâcire fî redd-i alâ ehl-i kitâb, 10. Kitâb-ül-Emmiyye fî idrâk’in-niyyet, 11. Kitâb-ül-istinâ fî ahkâm-il-istisnâ, 12. Kitâb-ül-ahkâm fil-fark beyn-el-fetâvâ, 13. El-Ahkâm (Kitâb-ül-Yevâkît fî ahkâm-il-mevâkît), 14. Kitâbü şerh-il-erba’în, 15. Kitâb-ül-infâd fil-i’tikâd, 16. Kitâb-ül-münciyyât, 17. El-Mûbikât fil-ediyye, 18. Mâ yecûzü minhâ vemâ yahrumuh, 19. Kitâb-ül-ebsâr fî müdrikât, 20. Kitâb-ül-beyân fî ta’lik-il-Îmân, 21. Kitâb-ül-umûm, 22. Kitâb-ül-ihtimâlât-il-mercûha, 23. Kitâb-ül-Bâriz, 24. Kitâb-ül-ecvibe an es’ilei ve inde alâ hutabi İbn-i Nubâta.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 158

2) El-A’lâm cild-1, sh. 94

3) Ed-Dîbâc-ül-müzehheb sh. 62, 67

4) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 72, 127, 135, 737

5) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 11, 21, 77, 186, 499; cild-2, sh. 1503, 1359

6) Tabakât-ül-usûliyyîn cild-2, sh. 86

7) Brockelmann Gal-1, sh. 385; Sup-1, sh. 665

8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 578, 1027

9) Kitâb-ül-fürûk