İBRÂHİM CA’BERÎ (Ebû İshâk İbrâhim bin Mu’dâd)

Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. Tabîb, şâir ve kerâmetler sahibi evliyâdır. Künyesi Ebû İshâk olup ismi, İbrâhim bin Mu’dâd bin Şeddâd bin Mâcid bin Mâlik’dir. 597 (m. 1200) yılında Ertuğrul Bey’in babası Süleymân Şah’ın kabrinin bulunduğu Suriye’deki Ca’ber kalesinde doğdu. Doğduğu yere nisbetle Ca’berî denildi. Dîn-i İslama hizmetlerinden dolayı Takıyyüddîn ve Burhânüddîn lakabları verildi. 687 (m. 1288) yılında Kâhire’de vefât edip, Bâb-ün-Nâsır’daki Hüseyniye Türbesi’ne defnedildi.

Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi. Şam’da Ebü’l-Hasen Sehâvî’den hadîs ilimleri tahsil etti. Kâhire’ye gitti, ilim öğretip ders verdi. Ebü’l-Hasen Şâzilî hazretleriyle görüştü. Onun ölü kalbleri dirilten feyzlerinden istifâde etti. Kalbi aşkla dolup, Allahü teâlânın ni’metlerinden ve onlar için nasıl şükredeceğinden başka birşey düşünmez oldu. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet ettiği gibi, Resûlullahın (s.a.v.) ve Selef-i sâlihînin (r.a.) hâllerine aynen uymağa çalışırdı. Allahü teâlânın rızâsı için olmayan hiçbir sözü söylemez, hiçbir işe kalkışmazdı. Vakitlerini ilim öğrenmek ve öğretmek, Allahü teâlâya ibâdet edip zikr etmekle geçirirdi. Tatlı dilli, güler yüzlü ve çok cömert idi. İnsanlara merhameti çok fazlaydı. Onun işi gücü, insanlara iyilik etmekti. Haram ve şüphelileri terk eder, mübahları zarûret miktarı kullanırdı, insanlar tarafından çok sevilirdi. Kâhire’de o va’z ettiği zaman, mahşeri bir kalabalık olur, herkes onun dersine koşardı. Onun va’zını dinleyenler çok istifâde ederlerdi. Talebeleri arasında Ebû Hayyân Muhammed bin Yûsuf Nahvî ve Kemâleddîn Abdüzzâhir gibi âlimler de hazır bulunurdu. Kilometrelerce uzaklıktan onun âşıkları va’zını yanındaymış gibi dinlerlerdi. Bu, Allahü teâlânın ona bir lütfu idi. Yeri geldiğinde hakkı söylemekten çekinmezdi. Kalbi bozuk olanlar, onun celallenmesinden çok korkarlardı. Allahü teâlânın râzı olmadığı bir işi yapanı, O’nun emrine muhalefet edeni gördüğü zaman, hemen emr-i ma’rûf yapardı. Allahü teâlânın yasak ettiğini yapmaktan meneder, yapılmasını emrettiğinin yapılmasını nasihat ederdi. Allahü teâlâya ve O’nun sevdiklerine olan muhabbetini dile getiren şiirleri ihtivâ eden bir şiir dîvânı vardır.

İbrâhim Ca’berî hazretlerinin birçok kerâmetleri görüldü, ba’zıları şöyledir: ölüm hastalığında yanındakilere Bâb-ün-Nâsır’da Hüseyniye Türbesine götürmelerini rica etti. Orada defnedileceği yeri gösterip vasıyyette bulundu ve kabrine şöyle hitâb etti: “Ey kabircik! Senin eksiğin burada”. Çok geçmeden vefât edip, oraya defnedildi.

Kendisini sevenler, onun va’zını dinlemeyi arzu edip de gelemeyenler, kilometrelerce uzakta onun sesini duyar, Allahü teâlânın izniyle onun va’zından istifâde ederlerdi. Yine böyle bir va’zında, o Kâhire’de va’z ederken, kilometrelerce uzaklıktaki Esvân şehrinde bir hanım da onun va’zını dinlemekteydi. Kadın, va’zın te’sîriyle kendinden geçmiş bir hâlde iken, bir köpek gelip, yanındaki kaptan hamur yemeye başladı. Ebû İshâk Ca’berî hazretleri konuştuğuyla hiç alâkası olmayan şu meâlde bir şiir söyledi:

“Hanım kapının önünde oturuyor,
Hâlbuki köpek hamuru yiyor.

Ey köpek, devam et, sana kızmayız.
Artık ona kimse sahip çıkmıyor.”

Kadıncağız bu sözleri duyunca, kendine gelip yanında hamuru yemeye çalışan köpeği gördü, insanları va’z ederek ağlattığı bir sırada, sözünü kesip; “Siz deyin ki, bir ağaç parçası devrildi. Herşey Allahü teâlâ içindir” buyurdu. Biraz sonra devlet ileri gelenlerinden birinin, kale kapılarından Bâb-ı Medreç’ten düşüp öldüğü haberi geldi. Mes’ele biraz araştırılınca, ba’zı kimselerin Ebû İshâk Ca’berî hazretlerini va’zdan menetmek istedikleri ve ölen kimsenin de bu işte başı çektiği öğrenildi. Onu va’zdan menetmek isteyenler bu haberi duyunca, gelip özür dileyerek tövbe ettiler. Bunun üzerine İbrâhim Ca’berî hazretleri; “Biz Kur’ân-ı kerîme, kendi görüşümüze, kendi aklımıza göre ma’nâ vermeyiz. Büyüklerimizden naklederiz. Dalâlete düşenler, yalan söz dinlerler, bâtıl sözlere, tâbi olurlar” buyurdu.

Zamanın Mısır sultânı, Kelb-i Zevberî’ye mektûp yazıp, İbrâhim Ca’berî’den şikâyet etti. İnsanların, ona kendisinden daha çok hürmet etmesini çekemiyordu. Ba’zı âlimler de toplandılar ve sultânın hürmete daha lâyık olduğu husûsunda fetvâ verdiler. İbrâhim Ca’berî hazretlerine durumu haber verdiklerinde, onların bu hâllerine üzüldü. Allahü teâlânın bu sevgili kulunu üzmenin cezası olarak fetvâ verenlerin hepsinin ve hükümdârın idrar yolları kapandı. Doktorlar çâre bulamadılar. Çok sıkıntı çektiler. Çaresiz kalıp, Ca’berî hazretlerinin huzûruna, başta hükümdâr olmak üzere, fetvâ veren ulemâ, sıkıntılı bir şekilde geldiler. Özür dileyip, kendilerinin affedilmesini istediler. Allahü teâlânın kullarına merhamette zamanının en önde gelenlerinden olan İbrâhim Ca’beri hazretleri de onları affedip, kendi ibriğini verdi. Ondan aldıkları suyla istincâ ettiler. Hepsinin idrar yolları açıldı. Tövbe edip, Allahü teâlânın sevgili kullarına sataşmayacaklarına söz verdiler.

Bir hıristiyan vardı, İbrâhim Ca’beri hazretlerinin talebelerine sıkıntı verip eziyet ederdi. Durumu kendisine haber verdiklerinde, çok üzüldü. Hıristiyana adam gönderip onlara bir daha eziyet etmemesini tenbîh ettirdi. “Eğer yaptığında ısrar eder ve onlara bir daha eziyet etmeye kalkışırsa, Allaha yemîn ederim ki, onun kafasını şu kalemi kestiğim gibi keserim” buyurdu. O hıristiyan bu sözleri duyunca, “O, dediklerini yapamaz” diye düşündü. Eline fırsat geçtiği bir sırada yine o mübârek insanın talebelerinden birine eziyet etmeye kalkıştı. Durumdan haberdâr edilen İbrâhim Ca’berî hazretleri, cebinden çakısını çıkardı. Kalemin ucunu önceki ta’rîfi gibi tutup, kalemi açar gibi yaptı. O anda ma’sûm insanlara zulmetmekten zevk alan o zâlim kimsenin başı gövdesinden ayrıldı. Bu hâdiseden sonra kimse onun talebeleri hakkında kötü düşünemez oldu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 240

2) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh. 203

3) Tabakât-ül-evliyâ sh. 412

4) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-8, sh. 123

5) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 312

6) Fevât-ül-vefeyât cild-1, sh. 49

7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 114