Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Yûsuf bin Râfi’ bin Temim bin Utbe bin Muhammed bin Attâb’dır. Künyesi Ebü’l-Mehâsin olup, lakabı Behaüddîn’dir. Küçük yaşta iken babasını kaybetti. Şeddâd oğulları denilen dayılarının yanında yetişti. Bu sebeble İbn-i Şeddâd diye bilinir. Şeddâd, anne tarafından dedesidir. Daha önce künyesi Ebü’l-Izz idi. Kendisi bunu Ebü’l-Mehâsin diye değiştirdi. İbn-i Şeddâd, 538 (m. 1145) senesi Ramazân-ı şerîfin onunda Musul’da doğdu. 632 (m. 1234) senesi Safer ayının ondördünde Çarşamba günü Haleb’de vefât etti.
İbn-i Şeddâd, daha küçük yaşta iken Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Musul’a, büyük âlim Ebû Bekr Yahyâ bin Sa’dûn Kurtubî’nin yanına gitti. Onun yanında kalıp, yedi tarik ile Kur’ân-ı kerîmi okudu. Kırâatlere dâir ilmini iyice kuvvetlendirdi.
Ebü’l-Mehâsin eserlerinden birisinde kendisi şöyle anlatır: “İlk ilim aldığım hocam, Ebû Bekr Yahyâ bin Sa’dûn bin Temam bin Muhammed Kurtubî’dir. Onbir sene onun yanında kırâat ilmini okudum. Onun kırâat kitaplarından, rivâyetlerinin çoğunu ve Kur’ân-ı kerîm kırâati, hadîs-i şerîf rivâyeti ve şerhlerini ve tefsîr okudum. Hattâ benim için, yanında benden daha çok kimsenin okumadığını yazdı. Yanında okuduklarımın hepsi, yazılı olarak bende mevcûttur. Yanımda rivâyet ettiklerini fihristledim. Bunları kendisinden rivâyet ediyorum. Ondan en son rivâyetim, Ebû Ubeyd Kâsım bin Sellâm’ın “Şerh-ül-Garîb” kitabıdır. Bu kitabı onun yanında birkaç mecliste okudum.
Hocalarımdan birisi de Ebü’l-Berekât Abdullah bin Hıdır bin Hüseyn’dir. İbn-i Sîrcî diye bilinir. Onun yanında Sa’lebî’nin tefsîrinin bir kısmını dinledim. Değişik rivâyetlerle yaptığı rivâyetleri, kendisinden rivâyet etmem husûsunda bana izin verdi.
Mecdüddîn Ebü’l-Fadl Abdullah bin Ahmed bin Muhammed bin Abdülkâdir Tûsî de hocalarımdan birisidir. Kendisi Musul hatîbi idi. Rivâyetleri ile meşhûr idi. Her taraftan, yaptığı rivâyetleri dinlemek isteyenler onun yanına gelirlerdi. Onun yanında, kendi duyup işittiklerinden çok şeyler dinledim. 588 (m. 1192) senesi Receb’in yirmiyedisinde, rivâyet ettiklerini rivâyet etmem husûsunda bana izin verdi.
Bir hocam da Kâdı Fahrüddîn Ebü’r-Rıdâ Sa’îd bin Abdullah bin Kâsım Şehrazûri’dir. Ondan; İmâm-ı Şafiî hazretlerinin, Ebû Avâne’nin, Ebû Ya’lâ Mûsulî’nin müsnetlerini ve Ebû Davud’un Sünen’ini dinledim. Yine onun yanında Ebû Îsâ Tirmizî’nin Câmi’ini dinledim. Bana, rivâyet ettiklerini rivâyet etmem husûsunda icâzet verdi.
Mecdüddîn Ebû Muhammed Abdullah bin Muhammed bin Abdullah bin Ali es-Sanhâcî de hocalarımdandır. O da, bana yaptığı rivâyetleri, benim de rivâyet etmem husûsunda izin verdi.
Musul’da büyük hadîs âlimi, Sirâcüddîn Ebû Bekr Muhammed bin Ali el-Ceyyânî’nin yanında Sahîh-i Müslim’i başından sonuna kadar okudum. Ayrıca Vâhidî’nin “Vesît”ini de okudum. O da bana, 559 (m. 1164) senesinde, rivâyetlerini benim de rivâyet etmem husûsunda izin verdi.
İsimlerini zikrettiğim bu hocalarım, hatırımda bulunanlardır. Bu kitabımı derlerken hâtırıma gelmiyen daha birçok âlimin derslerini ve yaptıkları rivâyetleri dinledim. Şuhde-i Kâtibe, Ebû Mugîs, Nizâmiyye Müderrisi olan Radıyyüddîn Kazvînî bunlar arasındadır.”
Başkaları ise onun hakkında şöyle demişlerdir:
İbn-i Şeddâd büyük fıkıh âlimi Ebü’l-Berekât Abdullah bin Sîrcî’nin yanında fıkıh ilmini okudu. Ziya İbni Ebû Hâzım’ın yanında ilm-i hılâf ile meşgûl oldu. Bu ilimde pek derinleşti. Fahr Nukânî, Berevî, İmâd Nukânî, Seyf Havari gibi hılâf ilmi âlimleri ile bu ilim hakkında münâzaralarda bulundu. İlimde iyice yetiştikten sonra, Bağdad’a gitti. Bağdad’a vardıktan kısa bir müddet sonra, Nizâmiyye Medresesi’nde yardımcı hoca olarak vazîfelendirildi. Dört seneye yakın bu vazîfede kaldı. Bu sırada Nizâmiyye Medresesi’nin müderrisi Ebû Nasr Ahmed bin Abdullah bin Muhammed Şâşî idi. İbn-i Şâşî, Nizâmiyye müderrisliğine, 566 (m. 1170) senesinde getirilmişti. 569 (m. 1173) senesi Receb ayının başında bu vazîfeden alınınca, yerine Radıyyüddîn Ebü’l-Hayr Ahmed bin İsmâil Kazvînî getirildi Ebü’l-Mehâsin ise, yine yardımcılık vazîfesine devam etti. Bu sırada, Nizâmiyye Medresesi’nde bir yardımcı daha vardı. İsmi, Muhammed Selmâsî idi. Ebü’l-Mehâsin, daha sonra buradan ayrılıp, Musul’a gitti. Burada Kâdı Kemâlüddîn Ebü’l-Fadl Muhammed bin Şehrazûrî’nin yaptırdığı medresede müderris olarak vazîfelendirildi. Kendisinden pekçok kimse istifâde etti.
Ebü’l-Mehâsin “Melce-ül-Hukkâm’ınde ittibâs-il-Ahkâm” isimli eserinin baş tarafında şöyle der: “583 (m. 1187) senesinde hacca gittim. Hacdan sonra Resûlullahı (s.a.v.) ve Beyt-i Makdis’i ziyâret ettim. Sonra Şam’a gittim. Bu sırada Sultan Selâhaddîn, Kevkeb Kal’asını muhasara etmişti. Benim Şam’a geldiğimi duyan Selâhaddîn Eyyûbî, beni da’vet etti. Ben, o seneki hacda, kendisi tarafından ta’yin edilen hac emîrinin Arafat dağında öldürülmesi hâdisesini soracağını zannetmiştim. Yanına girince, beni çok iyi karşıladı, ikram ve iltifâtta bulundu. Hac yolculuğundan, bu sırada karşılaştığım ve görüştüğüm âlimlerden sordu. Benden hadîs-i şerîf okumamı istedi. Ben de kendisine, Buhârî’nin ezkârını ihtivâ eden bir parça okudum. Ben, Selâhaddîn Eyyûbî’nin yanından çıkınca, İmâdüddîn İsfehânî peşimden geldi. Bana, sultânın bir kitap yazmamı istediğini söyledi. Ben de kabûl ettim. Cihâdın faziletlerine ve Allahü teâlânın mücâhidler için hazırladığı mükâfatlara dâir bir kitap yazdım.”
Ebü’l-Mehâsin, ondan sonra Selâhaddîn Eyyûbî’nin yanında kaldı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, daha sonra ona Kazaskerlik ve Kudüs-i şerîf kadılığını verdi.
Behâüddîn Ebü’l-Mehâsin, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin vefâtından sonra, oğulları arasını bulmak için gayret gösterdi. Haleb emîri Melik Zâhir’in yanında kaldı. Sultan Zâhir, kendisine Haleb kadılığını ve vakıfların mes’ûliyetini verdi. Aynı zamanda, Sultan Zâhir’e vezîr ve müsteşar oldu. Bu sırada Haleb’de medreseler ve âlimler az idi. Ebü’l-Mehâsin (r.a.) medrese mevzûuna ehemmiyet verdi. Âlimleri burada topladı. Onun zamanında Haleb’de pekçok medrese yapıldı. Sultan Zâhir ona, medrese ihtiyâçlarını te’min edecek imkânlar ve araziler verdi. Ebü’l-Mehâsin, Nûreddîn Zengî Medresesi’nin önünde ve Irak kapısının karşısına yakın bir yerde bir medrese yaptırdı. Sonra onun civarında hadîs-i şerîf okutulan bir yer daha yaptırdı. Bu ikisinin arasına, vefât ettiğinde içerisine defnedileceği bir türbe yaptırdı. Bu türbenin iki kapısı vardı. Kapılardan birisi medreseye, diğeri hadîs-i şerîf okutulan yere bakıyordu. Haleb, böyle medreselerle ma’mûr olmuş, medreselerle donatılmış bir hâle gelince, her taraftan âlimler oraya yöneldiler. Haleb’de ilmî çalışmalar çoğaldı, ilim öğrenmek isteyenlerin mekânı ve durağı hâline geldi.
İbn-i Hılligân, Ebü’l-Mehâsin ile alâkalı olarak şöyle der: “Babam ile Behâüddîn arasında, Musul’daki ilmî çalışmaları sırasında, aralarında sevgi ve muhabbet hâsıl olmuştu. Bu sebeple onun yanına gittim. Kardeşim ise benden daha önce gitmişti. Memleketimizin sultânı Muzafferüddîn Ebû Sa’îd, bizim için Ebü’l-Mehâsin’e hitâb eden bir mektûp yazdı. Mektûbunda şöyle yazmıştı: Bu çocuklara nelerin lâzım olduğunu biliyorsunuz. Onlar hem senin ve hem de benim kardeşimin çocuklarıdır. Onlar hakkında ayrıca bir tavsiyeye hacet görmüyorum” dedi ve bu mevzûda epeyce yazdı. Bu sebeple Ebü’l-Mehâsin bize çok ehemmiyet verdi. Bize lâzım gelen alâkayı gösterdi. Onun yanında vefâtına kadar kaldık.” Kâdı Ebü’l-Mehâsin’in elinde çok büyük imkânlar vardı. Sultânın yanında sözüne pekçok i’tibâr ediliyordu. Kimse onun yanında konuşamazdı. Sultan Ebû Muzaffer Muhammed bin Melik Zâhir’in yaşı daha küçük idi. Devlet işlerinde Ebü’l-Mehâsin’in tavsiyelerine göre idâre ediyordu. Bu sebeble, Ebü’l-Mehâsin’in bilgisi dışında herhangi bir iş yapılmıyordu.
Sultan Ebû Muzaffer zamanında âlimlerin kıymeti çok idi. Herkes onlara hürmet ediyordu. Husûsiyetle medrese câmiasına pek rağbet ve alâka gösteriliyordu. Onlar, sultânın meclislerinde bulunuyorlar, Ramazân-ı şerîf ayında sofrasında iftar ediyorlardı.
Biz hadîs-i şerîf dinlemek için Ebü’l-Mehâsin’in evine gidip gelirdik. Onun kubbeli bir yeri vardı. Yaz-kış orada kalırdı. Çünkü o zaman iyice yaşlanmış ve kuş yavrusu gibi olmuştu. Namazı ve diğer işleri için pek zor hareket ediyordu. Kışın, yanında, içerisinde ateş bulunan büyük bir mangal vardı. Üzerinde fazla elbise vardı. Namaza pek zor kalkıyordu. Namaza kalktığı zaman onun ayak bileklerine bakıyordum. Sanki etsiz, kemiksiz gibi idi. Cum’a namazından sonra, herkes ondan hadîs-i şerîf dinliyor onu çok beğeniyorlardı. Sohbeti pek hoş idi. Edebiyata ünsiyeti pekçok idi.
Behâüddîn Ebü’l-Mehâsin, Melik Kâmil’in kızını Haleb emîri Sultan Azîz’e getirmek için Mısır’a gitmek üzere hazırlık yaptı. 628 veya 627 (m. 1229) senesinin başında yola çıktı. Aynı sene Ramazân-ı şerîf ayında, Melik Kâmil’in kızını yakınları ile beraber getirdi ve nikâhını da yaptı. Ondan sonra Sultan Azîz Behâüddîn Ebü’l-Mehâsin’e alâka göstermedi. Gençlerle oturup kalkmaya başladı. Bunun üzerine Behâüddîn Ebü’l-Mehâsin vefâtına kadar evinde kaldı. Yanına, kendisinden hadîs-i şerîf dinlemek için gelirlerdi. Ancak, o kadar yaşlandı ki, yanına gelenleri tanımaz hâle geldi. Bir müddet bu hâl üzere devam etti. Bilâhare hastalandı, 632 (m. 1234) senesinde Haleb’de vefât etti.
Behâüddîn Ebü’l-Mehâsin, vârisi olmadığı için, evini tasavvuf erbâbına dergâh olarak tahsis etmişti.
Eserleri: 1. Melce-ül-Hukkâm’inde iltibâs-il-ahkâm: Hükümlerle alâkalıdır, iki cilddir. 2. Delâil-ül-ahkâm: Ahkâm hadîs-i şerîfleri ve onlar hakkındaki açıklamalardır. 3. El-Mucez-ül-Bâhir: Fıkıh ilmine dâirdir. 4. Sîretü Selâhaddîn İbni Eyyûb.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-8, sh. 360
2) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 143
3) Zeyl-i Ravdateyn sh. 163
4) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1459
5) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 158
6) Vefeyât-ül-a’yân cild-7, sh. 84
7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh. 299
8) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 553
9) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-2, sh. 115