Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Osman bin Abdürrahmân bin Osman bin Mûsâ bin Ebi’n-Nasr el-Kürdî eş-Şehrezûrî’dir. Künyesi, Ebû Amr, lakabı Takıyyüddîn olup, İbn-i Salâh ismi ile tanınmıştır. 577 (m. 1181)’de doğdu. 643 (m. 1245) senesinde vefât etti. Lügat ve edebiyat ilminde de âlim idi. Önce babasından ders alıp, fıkıh ilmini öğrendi. Babası Abdürrahmân bin Osman zamanında, âlimler arasında parmakla gösterilen meşhûr bir âlim idi. Oğluna bir müddet ders verdikten sonra, ilim öğrenmesi için Musul’a gönderdi. Musul’da İbn-üs-Semin ismiyle meşhûr Ebû Ca’fer Abdullah bin Ahmed el-Bağdâdî’den hadîs-i şerîf dinledi. Sonra Bağdad’a gitti. Orada Ebû Ahmed bin Sekine ve Amr İbni Taberzed’den hadîs-i şerîf dinledi. İlim öğrenmek için pekçok yere gitti. Hemedan’da; Ebü’l-Fadl İbn-ül-Ma’zem’den, Nişâbûr’da; Mensûr, Müeyyid, Zeyneb binti Ebi’l-Kâsım ve bunların tabakalarından, Merv’de; Ebû Muzaffer İbni Sem’ânî ve diğerlerinden, Dımeşk’da; Kâdı Cemâleddîn Abdüssamed İbni el-Hârestânî, Şeyh Muvaffakuddîn Makdisî, Şeyh Fahrüddîn İbni Asâkir’den Haleb’de; Ebû Muhammed bin Alvân’dan, Harran’da; Hâfız Abdülkâdir’den hadîs-i şerîf işitip, ilim aldı. Şafiî mezhebi âlimlerinden olup, fıkıh ilminde derin âlim idi. Gittiği her yerde insanlar ondan çok istifâde etmiştir. Kudüs’de Nâsıriyye Medresesi’nde, Eşref bin Melik-ül-âdil el-Eyyûbî’nin yaptırdığı Dâr-ül-hadîs Medresesi’nde ve eş-Şamiyet-is-sugrâ Medresesi’nde müderrislik yaptı, ders verdi.
Talebelerinden olan İbn-i Hılligân onun için şöyle demiştir: “Asrında, tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde en meşhûr âlim idi...”
İbn-i Hâcib de “Mu’cem”inde onun için; “Büyük bir âlim, emsalini geçmiş, usûl ve fürû’ ilminde mütebahhir, çok derin bir âlim idi. İlim husûsunda çok gayretli idi. Hattâ çalışması, ibâdet ve tâatı darb-ı mesel hâline gelmiştir” dedi.
İbn-i Salâh’dan hadîs-i şerîf rivâyet eden zâtlar şunlardır: Fahrüddîn Ömer el-Kerhî, Mecdüddîn İbn-ül-muhtâr, Şeyh Tâcüddîn Abdürrahmân, Şeyh Zeynüddîn Fârûkî, Kâdı Şihâbüddîn Cevri, Hatîb Şerefüddîn Ferâvi eş-Şihâb Muhammed bin Şeref, es-Sadr Muhammed bin Hasen el-Ermevî, el-İmâd İbn-ül-Bâlisi, Şeref ibn-ül-Hatîb el-Âbâri, Nâsıruddîn Muhammed İbn-i Muhtâr, Kâdı Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Ali Ceylî, eş-Şihâb, Ahmed bin el-Afîf ve diğerleri. Şu zâtlar da ondan fıkıh ilmini öğrenmiştir. Şemsüddîn Abdürrahmân bin Nûh, Kemâlüddîn Selâr, Takıyyüddîn bin Rezîn el-Kâdı ve diğerleri.
Fetvâları olup, ba’zı talebeleri tarafından toplanmıştır. Eserleri meşhûr olup; Ma’rifetü envai ulûmü hadîs, (Mukaddime-i İbn-i Salâh), Mecmûâtı fetâvâ, Şerhi Müslim, İşkâlât alel-Vesît, Edeb-ül-müftî vel-Müstefi, Fevâid-ür-Rıhle, Tabakât-ı fukahâ-i Şâfiiyye gibi eserleri vardır.
İbn-i Salâh, zamanının en meşhûr âlimlerinden olup, çok sevilen bir zât idi. Cenâze namazını kılmak için büyük bir kalabalık toplandı. Şam Câmii’nde iki defa cenâze namazı kılındı. Safiyye kabristanına defn edildi. Ömrümde hiç bir küçük günah işlemedim” demiştir.
İbn-i Salâh hazretlerinin yazdığı muhtasarun fî ilm-il-hadîs isimli eserinden seçmeler: (Bu kitap, Süleymâniye Kütüphânesi’nin Ayasofya kısmında, 833 numarada mevcûttur.) “Zamânımızdaki insanların farzları ve vâcibleri yapmakta gevşek davrandıklarını, sünnet ve mendublardan yüz çevirdiklerini, Allahü teâlânın râzı olmadığı işlerle uğraştıklarını görünce, ibâdetlerin faziletlerine, terkedildiklerinde verilecek ceza ve çekilecek azaplara dâir hadîs-i şerîflerden bir kısmını bir araya getirmek istedim. Belki bunları duyup, kulak veren, anlayan ve bunlarla amel eden olur ve bunlardan başkalarının da öğrenmelerine vesile olanlar çıkar. Allahü teâlâdan dileğim odur ki, hüsn-i niyetle (iyi niyetle) hazırladığım bu eseri, af ve mağfiret olunmama ve “Onlara hiç bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardır.” (Bekâra-274) meâlindeki âyet-i kerîmede bildirilenlerin derecelerine yakın olmama vesile kılmasıdır.
Emîr-ül-mü’minîn Hz: Ömer bin Hattâb’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki; “Ameller (in sıhhati), ancak niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiği (nin karşılığı) vardır.” Hazreti Ömer şöyle anlatır: “Öyle bir gün idi ki, Eshâb-ı Kirâmdan birkaçımız Resûlullah (s.a.v.) efendimizin huzûrunda ve hizmetinde bulunuyorduk. O gün, o saat, öyle şerefli, öyle kıymetli ve hiç ele geçmez bir gün idi. O gün, Resûlullahın sohbetinde, yanında bulanmakla şereflenmek, rûhlara gıda olan, canlara zevk ve safa veren cemâlini görmek nasîb olmuştu. O vakit, ay doğar gibi, bir zât yanımıza geldi. Elbisesi çok beyaz, saçları pek siyah idi. Üzerinde toz, toprak, ter gibi yolculuk alâmetleri görünmüyordu. Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbı olan bizlerden hiçbirimiz onu tanımıyorduk. Ya’nî görüp bildiğimiz kimselerden değildi. Resûlullahın (s.a.v.) huzûrunda oturdu. Dizlerini, mübârek dizlerine yanaştırdı. Ellerini Resûl-i ekrem (s.a.v.) efendimizin mübârek dizlerinin, üzerine koydu. Resûlullaha (s.a.v.) sorarak, “Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyeti, müslümanlığı anlat” dedi.
Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “İslâmın şartlarından birincisi; Kelime-i şehâdet getirmektir (Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü demektir.) (İslâmın ikinci şartı) Vakti gelince, namaz kılmaktır. (Üçüncüsü) malın zekâtını vermektir. (Dördüncüsü) Ramazân-ı şerîf ayında hergün oruç tutmaktır. (Beşincisi) Gücü yetenin, ömründe bir kere hac etmesidir.”
O zât, Resûlullahtan bu cevapları işitince; “Doğru söyledin, yâ Resûlallah” dedi. Biz dinleyiciler, onun bu sözüne şaştık. Çünkü, hem soruyor, hem de verilen cevâbın doğru olduğunu tasdik ediyordu.
Bu zât yine sorarak; “Yâ Resûlallah! îmânın ne olduğunu, hakîkatini ve mâhiyetini de bana bildir” dedi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Îmân, önce Allahü teâlâya inanmaktır. (îmânın altı temelinden ikincisi) Allahü teâlânın meleklerine inanmaktır. (Üçüncüsü) Allahü teâlânın indirdiği kitaplarına inanmaktır. (Dördüncüsü) Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. (Beşincisi) Âhıret gününe inanmaktır. (Altıncısı) Kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır.”
Sonra o zât gitti. Ben uzun bir müddet Resûlullahın (s.a.v.) yanında kaldım. Bana buyurdu ki: “Yâ Ömer! O soranın kim olduğunu biliyor musun?” Ben; “Allah ve Resûlü bilir” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “O, Cebrâil idi. Sizlere dininizi öğretmek için geldi” buyurdu.
Hazreti Ubâde bin Sâmit şöyle rivâyet ediyor. “Resûlullah (s.a.v.), etrâfında Eshâb-ı Kirâmdan (r.anhüm) bir cemâat olduğu hâlde buyurdu ki: “Allahü teâlâya hiç bir şeyi şerik (ortak) etmemek, sirkat (hırsızlık) etmemek, zinâ yapmamak, evlâdınızı öldürmemek (kız çocuklarını diri diri toprağa gömmemek gibi) kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla, (kimseye) bühtan (iftira) etmemek. Hiçbir ma’rûfda isyan etmemek üzere bana bî’at ediniz (ya’nî benimle ahdediniz!). İçinizden sözünde duran olursa, ecri (mükâfatı) Allahü teâlânın fadl-ü keremindendir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda bir ceza ile karşılaşırsa, bu ceza ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da Allahü teâlâ setrederse (gizlerse), işi Allahü teâlâya kalır. İsterse onu affeder. Dilerse onu ikâb eder (cezalandırır).” Biz de bu şartlar üzere O’na bî’at ettik.” (Bu bî’at, ilk Akabe bî’atidır.)
Buhârî’nin, Talhâ bin Ubeydullah’dan rivâyeti şöyledir: Necd ehlinden, saçı darmadağın olmuş fakir birisi, Resûlullahın (s.a.v.) huzûruna geldi. Uzaktan sesini işitiyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihâyet yaklaştı. Meğer İslâmın ne olduğunu soruyormuş. Bu sorusuna karşılık Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “ (îmân ettikten sonra) bir gün bir gece içinde beş vakit namazdır” buyurdu. O kişi; “Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı?” diye sorunca, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) “Hayır! Ancak tatavvu’ edersin (nafile namaz kılarsın) buyurdu. Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) efendimiz; “Bir de Ramazan orucudur” buyurdu o kişi yine; “Üzerimde bundan başkası da olacak mı?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.); “Hayır! Ancak nafile oruç tutarsın” buyurdu. Talhâ (r.a.) der ki, Resûlullah (s.a.v.) ona zekâtı da söyledi. O kişi yine; “Üzerimde bundan başkası da olacak mı?” diye sorunca, Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Hayır! Ancak nafile olarak sadaka verirsin” buyurdu. Bunun üzerine o kişi; “Vallahi bundan ne fazla, ne de eksik birşey yapacak değilim” diyerek ve arkasını dönerek gitti. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Eğer doğru söylüyorsa felah buldu” buyurdu.
Amr bin Abese (r.a.) şöyle rivâyet etti: “Resûlullahın (s.a.v.) yanına geldim. “Yâ Resûlallah! İslâm nedir?” diye suâl ettim. “Hoş söz ve taam yedirmek” buyurdu. “Îmân nedir?” diye suâl ettim. “Sabır ve semahattır (vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri seve seve vermek, iyilik, cömertlik, kolay davranıştır)” buyurdu. “En faziletli müslüman kimdir?” diye suâl edince; “Müslümanların, dilinden ve elinden sâlim olduğu kimsedir” buyurdu. “Hangi hicret daha üstündür?” diye suâl ettim. “Râbbinin beğenmediği şeyleri terk etmen, onlardan ayrılmandır” buyurdu. “Îmân bakımından en üstün şey hangisidir?” diye suâl ettim. “Güzel ahlâktır” buyurdu. En faziletli ânın hangisi olduğunu sorunca da; “Gecenin son yarısıdır” buyurdu.
İbrâhim bin Meysere’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bid’at sahibine hürmet eden, dîn-i İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.”
Hazreti Mu’âviye’nin bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakîh yapar.”
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “İnsan ölünce, ameli kesilir. Ancak, kendisine âit şu üç şey müstesna: 1) Sadaka-i câriye (hastahâne, mektep, mescid, çeşme köprü gibi devamlı hayırlar), 2) Faydalanılan ilim (insanların istifâde ettiği ilmî eserler), 3) Arkasından duâ eden sâlih evlât.”
Yine Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Kim bir mü’minin dünyâ sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse, Allahü teâlâ da onun kıyâmet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Güç durumda olana kolaylık gösteren kimseye, Allahü teâlâ dünyâ ve âhırette kolaylık gösterir. Kim bir müslümanı setrederse, Allahü teâlâ da onu dünyâ ve âhırette setreder. Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allahü teâlâ da ona yardım eder. İlim aramak için yola çıkan kimseye, Allahü teâlâ Cennete giden yolu gösterir. Allahü teâlânın evlerinden bir evde (mescidlerden bir mescidde), Allahü teâlânın kitabını okumak ve onu aralarında tedârüs (öğrenmek) için biraraya gelenlerin üzerine sekînet (ma’nevî huzûr) iner, Allahü teâlânın rahmeti onları kaplar. Melekler onları kuşatır. Allahü teâlâ, onları, katında bulunanlar arasında anar.”
Ebüdderdâ’nın (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Göktekiler, yerdekiler ve sudaki balıklar, âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbide (ilmi olmayıp sâdece ibâdet eden kimseye) üstünlüğü, ondördüncü gecesinde ayın, diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler Peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak dinar ve dirhem bırakmazlar. Onlar sâdece ilmi miras bırakırlar, ilmi alan, bol nasîbi elde etmiş olur.”
Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim sizin en aşağınıza olan üstünlüğüm gibidir.”
Abdullah İbni Abbâs’ın (r.anhümâ) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “İlim için yola çıkan, dönünceye kadar Allah yolundadır.”
Ebû Hüreyre’nin (r.a.); bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bildiği birşey sorulup da onu gizleyen kimse, kıyâmet gününde ateşten bir gem ile gemlenir.”
Mu’âz bin Cebel (r.a.) şöyle rivâyet ediyor. “Resûlullaha (s.a.v.) îmân bakımından en üstün şeyin ne olduğunu suâl ettim. “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek ve dilini Allahü teâlâyı anmak ile meşgûl etmektir” buyurdu. “Daha nedir yâ Resûlallah?” diye suâl ettiğimde de; “Kendin için istediğini, insanlar için de istemen. Kendin için hoş görmediğini, onlar için de hoş görmemendir” buyurdu.
Büyük günâhlar ve nifakın alâmetleri:
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlatır: “Resûlullah (s.a.v.); “Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!” buyurdu. Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm); “Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir?” diye suâl ettiklerinde, Resülullah efendimiz şöyle buyurdu: 1) Allahü teâlâya şirk (ortak) koşmak. 2) Sihir, 3) Haklı olarak öldürülen müstesna, Allahü teâlânın katlini haram kıldığı bir kimseyi öldürmek, 4) Faiz yemek. 5) Yetim malı yemek. 6) Düşmana hücum sırasında harbden kaçmak. 7) Zinâdan uzak, namuslu olup, bunu hatırından bile geçirmeyen mü’min kadınlara zinâ isnâd etmek.”
Abdullah bin Amr’ın (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Dört şey vardır, ki, (Bu dört şeyin hepsi birden) her kimde bulunursa, o kimse hâlis münâfık olur. Bir kimsede bunlardan biri bulunursa, onda da nifaktan bir huy vardır. Bunu terk etmedikçe, mü’min-i kâmil olamaz. 1) Konuşurken yalan söyler. 2) Bir şey va’d ettiğinde, va’dinde durmaz (va’dinden döner). 3) Ahdettiğinde, ahdini bozar. 4) Muhasama (husûmet) ettiğinde haktan bâtıla meyleder.”
Kitaba ve sünnete yapışmak:
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Ümmetimin hepsi Cennete girecektir. Ancak imtina edenler girmiyecektir.” Yâ Resûlallah! Kimler imtina eder, (imtina edenler kimlerdir?; diye suâl edildiğinde; “Her kim bana itaat ederse, Cennete girecektir. Her kim de bana âsî olursa, o da (da’vetimi kabûlden ve emirlerime itaatten) imtina etmiş olur (ve Cennete giremez)” buyurdu.
Yine Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte; “Her işittiğini söylemesi, kişiye yalan olarak kâfidir” buyuruldu.
Yine Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bir kimse hidâyet olan bir yola da’vet etse, o yola girenlerin bütün hayırları, (diğerlerininkinden bir eksilme olmamak üzere) kendisine de yazılır. Kim de bir sapıklığa da’vet ederse, (diğerlerinin günahlarından bir eksilme olmamak üzere) ona da kendisine tâbi olanların günahlarının bir misli verilir.”
Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle anlatır: “Resülullah (s.a.v.) bana buyurdu ki: “Ey oğul! Eğer hiçkimseye karşı kalbinde gışş (bir kimseye kin beslemek, hîle yapmak, aldatmak) bulunmadan sabaha ve akşama girebiliyorsan bunu yap! Ey oğul! Bu benim sünnetimdendir. Benim sünnetimi seven, beni sevmiş olur. Beni seven, Cennette benimle berâber olur.
Ebû, Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Ümmetimin bozulduğu zamanda, sünnetime yapışan için yüz şehîd sevâbı vardır.”
Mu’âz bin Cebel’in (r.a.) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:“Şeytan insanın kurdudur. Kenarda köşede kalmış, sürüden ayrılmış koyunu kurt yakaladığı gibi, şeytan da cemâatten ayrılanları yakalar. Sakın cemâatten ayrılmayın!”
Diğer hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Dikkat ediniz! insanların en kötüsü, kötü âlimler, insanların en iyisi de, iyi âlimlerdir, iyilerinde en iyisi, seçilmiş âlimlerdir.”
“Bir kimseye İslâmı ihyâ etmek niyetiyle ilim öğrenirken ölüm gelirse, Cennette onunla Peygamber arasında bir derece vardır.”
Abdullah İbni Abbâs’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Geceleyin bir miktar ilim ile tedârüs etmek (ilim öğrenmeye çalışmak), o vakti ibâdet ve tâatle ihyâ etmekten hayırlıdır.”
Abdullah İbni Mes’ûd’un (r.anhümâ) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “İlim öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Ferâizi öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Kur’ân-ı kerîmi öğreniniz. Onu insanlara öğretiniz. Çünkü ben vefât edince, ilim noksanlaşır, fitneler ortaya çıkar. Hattâ iki kişi bir mes’ele hakkında ihtilâf ederler de, bu husûsta aralarını bulacak birisini bulamazlar.”
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: “Temizlik îmânın şartıdır. Elhamdülillah (sözü), kıyâmet günü mizanı doldurur. Sübhânallahi vel-hamdülillah... Göklerle yerin arasını, doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka burhandır.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 257
2) El-A’lâm cild-4, sh. 207
3) Tabakât-ı Usûliyyîn cild-2, sh. 63
4) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 243
5) Tabâkât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-8, sh. 326
6) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1430
7) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 221
8) Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-1, sh. 377
9) Miftâh-üs-se’âde cild-1, sh. 60
10) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-2, sh. 218
11) Zeyl-i Ravdateyn sh. 175
12) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 377