İBN-İ NECCÂR

Hadîs, târih, nahiv, tecvîd, kırâat ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi, tabîb. Künyesi Ebû Abdullah olup ismi, Muhammed bin Mahmûd bin Hasen bin Hibetullah bin Mehâsin’dir. 578 (m. 1182) yılında Bağdad’da doğdu. Doğum yerinden dolayı Bağdadî nisbet edildi. Muhibbüddîn lakabı verildi. İbn-i Neccâr nâmıyla meşhûr oldu. Hatîb Bağdadî’nin “Târih-i Bağdad” adlı eserine yaptığı onaltı cildlik zeyli çok meşhûr oldu. 643 (m. 1245) yılında Bağdad’da vefât etti.

Bağdad gibi bir ilim deryasında, ilim sahibi bir ailenin çocuğu olarak dünyâya gelen İbn-i Neccâr, on yaşında iken hadîs-i şerîf ilmi ile meşgûl olmaya başladı. Abdülmün’im bin Küleyb, Yahyâ bin Bevş, Zâkir bin Kâmil, Ebü’l-Ferec Abdürrahmân İbni Cevzî, Kâdı Ebû Bekr gibi âlimlerden ders aldı. Onbeş yaşında, ilimde yüksek bir dereceye ulaştı. Şam, Mısır, Hicaz, İsfehan, Merv, Hirât, Nişâbûr gibi şehir ve bölgelere gitti. Ebû rûh Hirevî, Ayn-üş-şems Sekafi, Ümm-ül-Müeyyed Zeyneb Şa’riyye ve oğlu Müeyyed Tûsî, Hâfız Ebü’l-Hasen Ali bin Mufaddal, Ebü’l-Yümn Kindî, Ebü’l-Kâsım İbni Hârestânî ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. Allahü teâlânın dînine hizmet için çok çalışıp, yüzbin hadîs-i şerîfi râvileri ile birlikte ezberledi. Dâr-ül-Kur’ân-ı Müstensıriyye’de, Ebû Ahmed bin Sekîne’den, yedi kırâat usûlüne göre Kur’ân-ı kerîm kırâatini öğrendi. İlim öğrenmek için yirmiyedi sene seyahat etti. Üçbin âlimden ilim öğrendi. Hadîs, usûl, fıkıh, kırâat, târih ve tıb ilimlerinde âlim oldu. Şafiî mezhebine göre fetvâ verirdi. 624 (m. 1227) yılında, ilk çıkışından yirmiyedi sene sonra Bağdad’a döndü. Bütün aile efradı vefât etmişti. Zaferiyye mahallelerinde bir eve yerleşti. Orada pek kıymetli eserler yazdı. Müstensıriyye Medresesi açılınca, orada hadîs ilimleri okuttu. Parası bittiği gün vefât etti. Kimseye muhtaç olmadı. Kimseden birşey istemedi, isteklerini yalnız Allahü teâlâya arzeder, ihtiyâcını ondan isterdi. Vefât etmeden önce, kitaplarını Nizamiye Medresesi’ne vakfetti. Ömrü boyunca yalnız Allahü teâlânın dinine hizmetle meşgûl oldu. Hiç evlenmedi. Dünyâ ile meşgûliyeti olmadığı için, ilim ve ibâdetle daha çok uğraştı. Allahü teâlânın kullarına merhametinden dolayı, bir taraftan onların âhıretlerini kurtarmak için çalışırken, diğer taraftan da insanların sağlığı için tıb ilmiyle uğraştı. Pek-çok hastayı tedâvi etti. Güzel ahlâkı, tatlı dili ve güler yüzü, alçak gönüllülüğü, cömertliği, insanlara ve diğer yaratıklara merhameti ile herkesin sevgisini kazandı. Haram ve şüpheli şeylere hiç yaklaşmaz, mübahların birçoğunu da terk ederdi.

Allahü teâlânın dînine hizmet etmek ve kullarına yardımcı olmak için pekçok talebe yetiştirdi. Kendisinden; Ebû Hâmid İbn-i Sâbûnî, Ebü’l-Abbâs Fârûşî, Ebû Bekr Şerişi, Ebü’l-Hasen Garrâfi, Ebü’l-Hasen bin Bilbân, Ebû Abdullah bin Kazzâz Hadânî, Ebü’l-Abbâs İbni Zâhirî, Takıyyüddîn Hanbelî, Ebü’l-Meâlî İbni Bâlisî ve daha birçok âlim ilim öğrendi. Ba’zı âlimler de ondan icâzet aldı.

Hadîs, târih ve diğer ilimlere dâir pek kıymetli kitaplar yazan İbn-i Neccâr’ın eserlerinden ba’zıları şunlardır: “El-Kemâl fî ma’rifet-ir-ricâl”, “Zeyl-i Târih-i Bağdâd li İbn-i Hatîb”, “Ed-Dürret-üs-Semîne fî ahbâr-il-medîne”, “Nüzhet-il-verî fî ahbâr-ı ümm-ül-Kurâ”, “Nisbet-ül-muhaddisîn ilel-âbâ vel-büldân”, “Cennet-ün-nâzirîn fî ma’rifet-it-Tâbiîn”, “Menâkıb-üş-Şâfiî”, “El-Ikd-ül-fâik fî uyûn-i ahbâr-id-dünyâ ve mehâsin-il-halâik”, “El-Ezhâr fî envâr-il-eş’âr” ve “Ez-Zühr fî mehâsin şuarâ-i ehl-il-asr”.

İbn-i Neccâr’ın Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.); “Bir kimse bildiği ilmi gizlerse, kıyâmet gününde ateşten bir gemle gemlenir” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullahın (s.a.v.) huzûrlarında, biri zengin, biri fakir iki kişi hapşırdı. Zengin olan hapşırınca, “Elhamdülillah” diyerek Allahü teâlâya hamdetmedi. Resûlullah (s.a.v.) de ona “Yerhamükellah” diyerek duâ buyurmadı. Biraz sonra diğer kimse hapşırıp, “Elhamdülülah” dedi. Resûlullah da (s.a.v.) ona; “Yerhamükellah” buyurarak duâ etti. Bunun üzerine zengin olan kimse; “Huzûrunuzda hapşırdım, bana “Yerhamükellah” buyurmadığınız hâlde, diğer kimseye “Yerhamükellah” buyurdunuz” dedi. Resûlullah da (s.a.v.); “Çünkü o kimse Allahü teâlâyı andı, ben de onu andım. Sen ise Allahü teâlâyı anmayı unuttun. Tabiî ben de seni” diye cevap verdiler.

Enes (r.a.) rivâyet etti: Bir kimse Resûlullahın (s.a.v.) huzûrlarına gelerek: “Ey en hayırlımız! En hayırlımızın oğlu! Ey efendimiz ve efendimizin oğlu!” diye çeşitli sözlerle Resûlullaha (s.a.v.) hitâb etmeye cür’et etti. Resûlullah (s.a.v.); “Ben size ne söylemişsem, onu söyleyin. Sizi şeytan saptırmasın. Bana Allahü teâlânın verdiği mevkîyi verin. Ben, Allahın kulu ve Resûlüyüm” buyurdu.

Abdullah İbni Abbâs (r.a.) anlattı: “Resûlullah (s.a.v.), yemeğini yerde yer, koyunun sütünü sağar, en fakir kölenin da’vetini kabûl eder, arpa ekmeği yerdi.”

Ömer bin Ebû Seleme (r.a.) rivâyet etti: Birgün Resûlullahın (s.a.v.) beraberinde yemek yemekle şereflenmiştim. Ben, tabağın orasından burasından yemeye başladım. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Önünden ye!” buyurdular.

İbn-i Cebr (r.a.) anlattı: Resûlullah (s.a.v.), Eshâbını (r.anhüm) sadaka vermeye teşvik ettiğinde, herbiri, güçlerinin yettiği kadar ellerinde olanlardan getirdiler. Resûlullahı (s.a.v.) görmek ve sohbetlerinde bulunmakla şereflenen o mübârek insanlar arasında, Ulbe bin Zeyd isminde bir fakir kimse vardı. Sadaka olarak verebileceği hiçbir şeyi yoktu. O da, gece Allahü teâlâya münâcaat edip; “Allahım! Sadaka olarak verebileceğim hiçbir şeyim yok. Ben de sadaka olarak, kullarından şeref ve haysiyetime tecâvüzde bulunanları affettim” diye duâ etti. Sabahleyin Resûlullah (s.a.v.) mescid-i se’âdeti teşrîflerinde; “Kendisine yapılan tecâvüzleri dün akşam affeden nerede?” diye suâl eyledi. Bunun üzerine Ulbe bin Zeyd (r.a.) ayağa kalktı. Resûlullah da (s.a.v.) ona; “Sadakan kabûl olundu” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Birgün Resûlullahın (s.a.v.) huzûruna çölde ikâmet eden bir kimse geldi. “Ey Allahın Resûlü, kıyâmet günü mahlûkâtı kim hesaba çekecek?” diye suâl etti. Resûlullah (s.a.v.) “Allahü teâlâ” diye buyurunca, “Kâ’be’nin Rabbi aşkına biz kurtulduk!” diye sevindi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Ey Arabî bu nasıl olur?” diye sordu. O kimse de; “Çünkü, herşeye gücü yeten Allahü teâlâ, kerîm olduğu için affeder” dedi.

Süleymân bin Âmir (r.a.) anlatır: Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbı (r.anhüm) kendi aralarında; “Allahü teâlâ, bedeviler ve sordukları sorularla bizim bilgimizi arttırıyor” diye sohbet ederlerken, çöl sakinlerinden bir kimse çıkageldi. Resûlullaha (s.a.v.); “Ey Allahın Resûlü! Allahü teâlâ, Cennette sahibine zarar veren bir ağaçdan bahsediyor” dedi. Resûlullah (s.a.v.), onun ne ağacı olduğunu suâl eyleyince; “Dikenleri ile insanlara eziyet eden sedir ağacı” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Sen Allahın “Onlar, dikensiz sedir ağaçları altında oturacaklar” (Vâkıa-28) buyurduğunu bilmiyor musun? Allah, sedir ağacının her dikeninin yerine bir meyve yaratmıştır. Üstelik meyveler yetmişiki çeşittir. Hiçbirinin rengi diğerine benzemez” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Enes’in de (r.a) bulunduğu bir sırada, Eshâbdan (r.anhüm) ba’zı kimseler; “Ey Allahın Resûlü! Ne kadar çok ibâdet yapıyorsunuz? Allahü teâlâ, sizin işlediğiniz ve işleyeceğiniz günahları affetmedi mi?” diye suâl ettiler. Resûlullah (s.a.v.), “Evet. Ama çok şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.

Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) anlattı: Resûlullah (s.a.v.) bana; “Sana beşbin koyun mu vereyim? Yoksa dinine ve dünyâna yarayacak beş şey mi öğreteyim?” buyurdu. “Ey Allahın Resûlü! Her ne kadar beşbin koyun büyük bir servetse de, bana o beş cümleyi öğret” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “Allahım, günahlarımı bağışla. Ahlâkımı güzelleştir. Kazancımı helâlinden ve hayırlısından ver. Verdiğin rızıklara karşı beni kanaatkar kıl ve beni dalâlete düşürme” buyurdu.

Abdullah İbni Abbâs (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) bir defasında; “Allahım, halîfelerime merhamet et!” buyurunca, biz; “Ey Allahın Resûlü! Senin halîfelerin kimlerdir?” diye sorduk. Resûlullah (s.a.v.); Benden sonra gelecek, hadîslerimi rivâyet edip, insanlara öğretecek olanlardır” buyurdu.

Hazreti Aişe anlatır: “Resûlullah (s.a.v.) yatağına girdiği zaman, iki avucunu birleştirir, İhlâs ve Felâk sûrelerini okur avuçlarına üflerdi. Sonra da başından ve yüzünden başlayarak elinin ulaşabildiği vücûdunun her yerine sürerdi. Hastalığı şiddetlendiği zaman, bunu benim yapmamı emretti”

Ebû Hüreyre (r.a.) anlattı: “Birgün Resûlullaha (s.a.v.); “Ey Allahın Resûlü, senin yanında iken, ihlâsımız artıyor, dünyâdan el etek çekerek âhırete yöneliyoruz” dedim. Bana; “Eğer benim yanımdan ayrıldıktan sonra da, yanımdayken olduğunuz gibi olsanız, o zaman melekler sizi ziyâret eder ve yolda sizinle müsâfeha ederler. Siz günah işlemezseniz, Allah, yaptıkları günahlar gökteki bulutlara kadar yükselen ve kendisinden af dileyen bir kavim yaratır. Onların işledikleri günahları affeder” buyurdu.

Ebû Osman Nehdî anlatır: Birgün Hazreti Ömer (r.a.) minberde; “Bilgili münâfıktan korkunuz?” buyurdu. Kendisine; “Bilgili münâfık nasıl olur?” diye sorulunca da; “Gerçeği söyler, zıddını yapar” buyurdu..

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-8, sh. 98

2) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 169

3) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1428

4) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 226

5) Fevât-ül-vefeyât cild-4, sh. 36

6) Miftâh-üs-se’âde cild-1, sh. 211

7) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-2, sh. 502

8) Târih-i ulemâ-i Müstensıriyye cild-1, sh. 333

9) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 317

10) El-A’lâm cild-7, sh. 86