İBN-İ EBÎ CEMRE ENDÜLÜSÎ (Abdullah bin Sa’d)

Tefsîr, hadîs târih, tasavvuf ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Muhammed olup ismi, Abdullah bin Sa’d bin Ahmed bin Ebî Cemre’dir. Aslen Endülüslüdür. Ezdî ve Endülüsî nisbet edildi. İbn-i Ebî Cemre diye tanındı. Kâhire’de 675 (m. 1276) yılında vefât edip, Kurâfe kabristanına defnedildi. Evliyânın büyüklerinden ve halk arasında meşhûr olduğu için, kabri devamlı ziyâretçilerle dolup taşmaktadır.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Ebû Muhammed İbni Ebî Cemre, pekçok âlimin derslerinde bulunup ilimlerinden istifâde etti. Baba ve dedelerinin de ilim sahibi, asil kimseler olması, onun ilme meylini artırdı. Hadîs, tefsîr, târih ve fıkıh ilimlerinde ilerledi. Allahü teâlânın sevgili kullarına ihsân ettiği “İlm-i ledün”e kavuştu. Mısır’a gitti. Maksim’de bir zaviyeye yerleşti. Orada tâliblerine ilim öğretmek ve Allahın âşıklarına feyz saçmakla meşgûl oldu. Hadîs okuttu. Mâlikî mezhebine göre fetvâ verdi. Müslümanların sıkıntılarını giderdi. Dünyâ ve âhıret saadetini kazanmalarına yardımcı oldu. Pekçok talebe yetiştirdi. Zamanında onun ilminden istifâde etmeyen yok gibi idi. Muhammed Fâsî ve Ebû Muhammed Mercânî gibi âlimler onun talebeleri arasında idi. Ömrü boyunca yalnız Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalıştı. Haram ve şüpheli şeyleri terk eder, mübahları da zarûret miktarı kullanırdı. Vakitlerini, Allahü teâlânın rızâsı için ilim öğretmek ve ibâdet etmekle geçirirdi. Diğer zamanlarında kıymetli eserler yazardı.

Sahîh-i Buhârî’ye bir muhtasar yazdı. Yazdığı bu muhtasarı şerh ederek, “Behcet-ün-Nûrfus” adını verdi. Bundan başka; “En-Nihâye fî bed’il-hayr ve gâyetühü”, “Tabakât-ül-hükemâ”, “Merâ-il-hisân”, “îklîd-üt-taklîd”, “Şerhu hadîs-i Ubâde bin Sâmid” ve “Tefsîr-i İbn-i Ebî Cemre” adlı eserleri vardır.

İbn-i Ebî Cemre Ezdî Endülüsî, Süleymâniye Kütüphânesi’nin, Şehid Ali Paşa kısmı 402 numarada kayıtlı mecmûanın ikinci kısmında, “Merâ il-hisân” adını verdiği eserde, ba’zı sahîh rü’yâlardan ve Resûlullahın (s.a.v.) kendisi hakkındaki iltifâtlarından bahsetmektedir. Bunlardan ba’zıları şöyledir:

Kendisi anlatır: “Allahü teâlânın yardımıyla, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği; “Gece ve gündüz nöbetleşe aranıza inen melekler vardır” hadîs-i şerîfi hakkında konuşup, fıkhî açıklamalarda bulundum. Bu açıklamalarıma, hadîs-i şerîfin çeşitli şerhlerinden delîller getirdim. Mecliste bulunan pekçok fıkıh âlimi de sözümüze i’tirâz etmedi. Onlardan yalnız biri i’tirâzda bulundu. Sözümüzü kabûl etmedi. O fakîhin i’tirâz ettiğini duyan bizi sevenlerden biri, bu hâle çok üzülmüş, daha sonra uyumuştu. Rü’yâsında Resûlullahın (s.a.v.) oturduğunu ve huzûrunda benim de oturarak yukarıdaki hadîs-i şerîfe yaptığım açıklamaları arzettiğimi, Resûlullahın (s.a.v.) açıklamalanmı çok beğendiğini, karşı çıkan şahsın hareketini de hoş görmediğini müşâhede etmiş. Uyanınca rü’yâyı gören zât, durumu cemaata anlattı.”

“Rü’yâmda Resûlullah (s.a.v.) büyük bir kalabalık ile bizim eve geldi. Resûlullahtan (s.a.v.) yanındakilerin kimler olduğunu suâl edince, resûller, nebiler (aleyhimüsselâm) ve eshâbından (r.anhüm) ba’zıları olduğunu buyurdular. Resûlullah (s.a.v.) ve yanındakiler oturdu. Bizim talebeler ile birlikte hep beraber yemek yedik. Resûlullah (s.a.v.) bize, sesli okuyarak namaz kıldırdı. Namazdan sonra çok güzel bir duâ okuduktan sonra ayrıldılar.”

“Resûlullah (s.a.v.) bizim eve teşrîf ettiler. Yanlarında Hulefâ-i Râşidîn ve Eshâb-ı Kirâmdan (r.anhüm) bir topluluk da vardı. Sonra Resûlullah (s.a.v.) bizim ve talebelerimizin kendisine bî’at etmemizi istedi. Orada bulunanların hepsi, Resûlullahın (s.a.v.) istediği husûslarda O’na (s.a.v.) bî’at ettiler. Orada bî’at edenlerin arasında Muhammed Fâsî de vardı.”

“Bir kerresinde yine Resûlullah (s.a.v.) evine teşrîf edip, şereflendirdiler. Yanlarında Peygamberlerden (a.s.) ve Eshâb-ı Kirâmdan (r.anhüm) ba’zıları, hocalarım, babam ve ba’zı vefât etmiş akrabâlarım vardı. Evde güzel bir yerde, güzel bir suyun mevcûdiyeti görüldü. Resûlullah (s.a.v.) ve yanındakiler, bu suyun başında oturdular. Resûlullah (s.a.v.) burada namaz kıldıktan sonra, diğerleri de namaz kıldılar.

Bir başka rü’yâmda Resûlullah (s.a.v.), evimi şereflendirdiklerinde, Resûlullahtan (s.a.v.) evimdeki o güzel suyun ve yerin ne olduğunu sordum. Resûlullah (s.a.v.); “Bu yer îmân, su da ilimdir” buyurdu.

“Resûlullah (s.a.v.) evimi şereflendirmişlerdi. Beraberinde, Peygamberler (a.s.) Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm), mü’minlerin annesi Hazreti Âişe, Hazreti Îsâ’nın annesi Hazreti Meryem vardı. Sonra talebelerim içeri girdiler. Bunların arasında Ebû Muhammed Mercânî de vardı. Sonra hocalarım da içeri girdi. Resûlullah (s.a.v.) gayet lezzetli bir ekmek çıkardı, orada bulunanlara ikram etti. Resûlullah (s.a.v.), orada bulunanlara iki rek’at namaz kıldırdı. Birinci rek’atte Fâtiha ve Sa’d sûresini, ikinci rek’atte Fâtiha ve Feth sûresini sesli olarak okudu. Namazı kıldıktan sonra bana güzel bir elbise giydirdi. Başımı kaldırınca, yarısı beyaz, yarısı kırmızı olan büyükçe bir at gördüm. Resûlullah (s.a.v.); “Bu senindir” buyurdu. Sonra Resûlullah (s.a.v.), talebelerimin ve yakınlarımın herbirine, derecelerine göre birer elbise giydirdi. Sonra Resûlullaha (s.a.v.) bir binek getirildi. Ona binip göğe çıktı. Resûlullahla (s.a.v.) birlikte evde bulunanlar da gittiler. Semâda onları, melekler selâm ile karşıladılar. Orada çok hayırlı şeyler gördüm.”

“Bir defasında da Resûlullah (s.a.v.), evime çok yakın bir yeri şereflendirdi. Beraberlerinde Peygamberler (a.s.), Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm) ve vefât eden talebelerim vardı. Sonra hayatta olan talebelerim geldi. Bir müddet sonra, Resûlullah (s.a.v.), onlara Cum’a namazını kıldırdı. Talebeler arasında bulunan Muhammed Fâsî’ye çok duâ buyurdular. Sonra bana “Bir ihtiyâcın var mı? Sana duâ edeyim” buyurdu. İhtiyâcımın çok olduğunu söyleyince, Resûlullah (s.a.v.) bana çok duâ etti.”

İbn-i Ebî Cemre Abdullah Ezdî’nin, “Kitâbü Cem’ın-nihâye fil-hayr vel-gâye” adı da verilen “En-Nihâye fî bed’il-hayr ve gâyetühü” adlı eserinden alınan ba’zı bölümler:

Resûlullah (s.a.v.); “Bir kimse ümmetime, ya bir sünnetin yerine getirilmesi veya bir bid’atin ortadan kaldırılması için bir hadîs-i şerîf ulaştırırsa, onun mekânı Cennettir” buyurdu.

Âişe (r.anhâ) rivâyet etti: “Resûlullaha (s.a.v.) vahiy gelmesi, ilk önce sâlih rü’yâ görmekle başladı. Gördüğü her rü’yâ, sabah aydınlığı gibi açık ve aşikâr (hemen ertesi günü) görünürdü. Ondan sonra Resûlullaha (s.a.v.) yalnızlık sevdirildi. Hirâ dağındaki mağarada yalnız kalıp, gece-gündüz zikr ve fikrle meşgûl oldu. Aile efradını özleyince evlerine dönerler idi. Bir zaman da onlarla beraber olurlardı. Hadîce (r.anhâ) bir miktar yiyecek hazırlar, onu alıp yine Hirâ mağarasına giderdi. Nihâyet Resûlullaha (s.a.v.) Hirâ’daki mağarada bulunduğu birgünde vahiy geldi. Hâdise şöyle cereyan etti: Resûlullaha (s.a.v.) melek gelip; “Oku!” dedi. O da; “Ben okumak bilmem” cevâbını verdi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “O zaman melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “Oku!” dedi. Ben de ona; “Okumak bilmem” dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “Oku” dedi. Ben de: “Okumak bilmem” dedim. Nihâyet beni yine alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp (her şeyi) yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, o keremine nihâyet olmayan Rabbindir ki, kalemle yazı yazmayı öğretmiştir, insana, bilmediği şeyleri O öğretti” dedi.” (A’lâk: 1-5) Resûlullah (s.a.v.) kendisine vahy olunan bu âyet-i kerîmelerin te’sîriyle korkudan yüreği titreyerek evine döndü. Hazreti Hadîce’nin (r.anhâ) yanına vardı. “Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz” buyurdu. Korkusu gidinceye kadar mübârek vücûdunu sarıp örttüler. Ondan sonra Resûlullah (s.a.v.) hâdiseyi Hazreti Hadîce’ye anlatarak “Kendimden korktum” buyurdu. Hadîce (r.anhâ); “Allah korusun, Hak teâlâ sana hayır ihsân eder, senin için hayırdan başka birşey dilemez. O Allah hakkı için ümîd ederim ki, sen bu ümmete Peygamber olacaksın. Çünkü sen, misâfiri seversin. Doğru söylersin ve emîn kimsesin. Âcizlere yardım edersin. Yetimleri korursun. Garîblere iyilik edersin ve iyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olan kimseye korku ve ürkmek olmaz” dedi. Bundan sonra Hazreti Hadîce (r.anhâ), Resûlullahı (s.a.v.) amcasının oğlu Varaka bin Nevfel bin Esed’e götürdü. Bu zât, câhiliyet devrinde hıristiyan olmuş, gözleri görmeyen pîr-i fânî bir kimse idi. İbrânîce yazı bilir, İncîl’den ba’zı şeyler yazardı. Hadîce (r.anhâ), Varaka’ya; “Ey amcamın oğlu, dinle de bak kardeşinin oğlu (Muhammed aleyhisselâm) ne söylüyor” dedi. “Ne var kardeşimin oğlu?” diye sorunca, Resûlullah (s.a.v.) gördüklerini ona anlattı. Bunun üzerine Varaka; “Bu gördüğün, Allahü teâlânın Mûsâ’ya (a.s.) gönderdiği Nâmûs-ı Ekber’dir. Ah! Keşke senin da’vet günlerinde genç olaydım. Keşke, kavmin seni çıkaracakları zaman hayatta olaydım” dedi. Resûlullah (s.a.v.); “Beni bu şehirden çıkaracaklar mı?” diye suâl buyurdu. O da; “Evet. Hiçbir peygamber yoktur ki, kavmi ona eziyet etmemiş, şehrinden ihraç edilmemiş olsun. Eğer, senin da’vet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim” cevâbını verdi. Ondan sonra çok geçmedi. Varaka vefât etti. Bir müddet için vahiy gelmez oldu.

Câbir bin Abdullah Ensârî de (r.a.) yukarıdaki hadîs-i şerîfi rivâyet ettikten sonra şöyle dedi: Resûlullah (s.a.v.) vahyin kesilmesinden bahsederken şöyle buyurdu: “Ben (birgün) yürürken, birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki Hirâ’da bana gelen melek (Cebrâil aleyhisselâm) gökle yer arasında bir kürsü üzerinde oturmuş. Pek ziyâde korktum. (Evime) dönüp, beni örtün, beni örtün dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ: “Ey örtüye bürünen Resûlüm, kalk da sana îmân etmeyenleri korkut. Rabbinin azamet ve kibriyâsından bahset. Elbiseni temiz tut. Azâba götürecek şeyleri terk (de sebat) eyle” (Müddessîr: 1-5) âyet-i kerîmelerini inzal etti.”

Enes bin Mâlik (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kimde üç şey bulunursa îmânın tadını almış olur: Allahü teâlâ ve Resûlünü (s.a.v.) başkalarından daha çok sevmek, müslüman kardeşini Allahü teâlâ için sevmek, Allahü teâlânın kendisini Cehenneme atmasını istemediği gibi, îmândan sonra küfre dönmekten hoşlanmamak!”

Ubâde bin Sâmit (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) bize şöyle buyurdu: “Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, hırsızlık etmeyeceğinize, zinâ yapmayacağınıza, evlâdınızı öldürmeyeceğinize, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla (kimseye bühtan)etmeyeceğinize, hiçbir ma’rûfda isyan etmeyeceğinize dâir bana bî’at ediniz, içinizden sözünde duran olursa, onun ecri (mükâfatı) Allahü teâlânın fadlının ve kereminin zimmetindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda cezaya çarptırılırsa, bu ceza ona keffârettir. Bunlardan birini yapıp da, yaptığı işi Allahü teâlâ örterse, işi Allahü teâlâya kalır; isterse onu affeder, dilerse cezalandırır.” Biz de bu şart üzere Resûlullaha (s.a.v.) bî’at ettik.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.); “Kim, inanarak ve karşılığını Allahü teâlâdan bekleyerek Kadir gecesini ibâdetle geçirirse, Allahü teâlâ onun geçmiş günahlarını af ve mağfiret eder” buyurdu.

İbn-i Mes’ûd (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, karşılığını Allahü teâlâdan bekleyerek aile efradı için harcama yaparsa, bu onun için sadaka olur.”

Mu’âviye (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.); “Bu ümmet Allahü teâlânın emirlerini yerine getirdiği müddetçe, onlara Allahü teâlânın emri gelinceye kadar, muhalifleri onlara zarar veremeyecektir” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.): “Ey Allahın Resûlü! Kıyâmet gününde senin şefaatin sebebiyle, insanların en mes’ûd olanı kimdir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.); “Ey Ebû Hüreyre, senin bu sözündeki iştiyâkını, ona olan arzunun çokluğunu görünce, böyle bir sözü senden evvel kimsenin sormayacağını bilmiştim” deyip, “Kalbinden ihlâsla “La ilahe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur) diyen kimse” buyurdu.

Abdullah bin Amr bin As (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Allahü teâlâ, ilmi, kullarından (kulların gönlünden) çekip almaz. Fakat âlimleri alır. Hiçbir âlim kalmayınca, insanlar, câhil kimseleri reîs yaparlar (onların peşinden giderler). Onlara sorarlar. Onlarda ilimsiz fetvâ verirler. Kendileri saptıkları gibi başkalarını da saptırırlar.”

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) “Sizden biriniz, konuşmadan, namaz kıldığı yerde bulunduğu müddetçe, melekler kendisine; “Allahım onu af ve mağfiret eyle. Allahım ona rahmet eyle” diye duâ ederler” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Gece ve gündüz nöbetleşe aranıza inen melekler vardır. Sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Sonra içinizde kalmış olanlar semâya yükselirler. Allahü teâlâ olanları daha iyi bildiği hâlde bu meleklere; “Kullarımı nasıl bıraktınız?” diye suâl buyurur. Melekler de; “Onları namaz kılarken bıraktık. Nitekim namaz kılarken bulmuştuk” cevâbını verirler.”

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) mescide girdi. Bu sırada bir şahıs da mescide girip namaz kıldı. Sonra Resûlullaha (s.a.v.) selâm verdi. Resûlullah (s.a.v.) onun selâmını aldı. Sonra o şahsa; “Dön namazını kıl. Çünkü sen namaz kılmadın” diye buyurup, bunu üç defa tekrar etti. Bunun üzerine o şahıs; “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana nasıl kılacağımı öğret” deyince, Resûlullah (s.a.v.) namazı ona şöyle ta’rîf buyurdular: “Namaz kılmak istediğin zaman tekbîr al. Sonra Kur’ân-ı kerîmden kolayına gelen (bildiğin) birşeyi oku. Sonra rükû’a git. A’zâlarında hareketsizlik oluncaya kadar dur. Sonra rükû’dan kalk, ayakta dosdoğru dur. Sonra secdeye git. Secdede de tumânînet (a’zâların hareketsizliği) hâsıl olsun. Sonra secdeden kalk, buradaki oturuşunda da tumânînet hâsıl olsun. Bütün namazlarını böyle kıl.”

Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.), Resûlullaha (s.a.v.) gelip; “Yâ Resûlallah, bana namazlarımdan sonra edeceğim bir duâ öğret” dedi. Resûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etmesini buyurdu: “Allahım, ben kendime çok zulmettim. Günahları ancak sen af ve mağfiret edersin. Benim günahlarımı af ve mağfiret eyle. Bana merhamet eyle. Çünkü sen, Gafûr’sun ve Rahim’sin.”

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Evimle minberim arasındaki saha, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de, (bana bahşedilen Kevser) havuzumun üzerindedir” buyurdu.

Âişe (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kadın kocasının evinden bir şeyi ma’kûl ölçüde infak ederse, o kadına infak ettiği şeyin ecri verilir. Kocası için de, o şeyi kazanmış olduğu için ecir vardır. Veren hizmetçi ise, ona da benzer ecir vardır. Birine verilen ecir sebebiyle, diğerlerinin ecrinde bir noksanlık olmaz.”

Mikdâd (r.a.), Resûlullahın şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Hiç kimse, çalışarak kazandığı şeyden daha iyi birşeyi yememiştir. Allahü teâlânın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm çalışarak kazandığını yerdi.”

Ebû Sa’îd-i Hudrî (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.); “Yollarda oturmaktan sakınınız” buyurunca, Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm) “Biz oralarda oturarak mes’elelerimizi konuşuyoruz. Oralar bizim meclisimizdir” diye arz ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Öyleyse böyle yerlere geldiğiniz zaman, yola hakkını verin” buyurdu. Eshâb-ı Kirâm (r.a.) “Yolun hakkı nedir?” diye sorduklarında, Resûlullah (s.a.v.); “Harama bakmamak, eziyet vermekten sakınmak, verilen selâmı almak, iyiliği emredip, kötülükten men etmek” buyurdu.

Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim, müslüman bir kimsenin malını koparmak için yalan yere yemîn ederse, kıyâmet gününde o, cenâb-ı Hakkın gazâbına uğrayarak Allahü teâlâya mülâki olur” buyurup, arkasından Allahü teâlânın; “Onlar ki Allahın ahdini ve kendi yemînlerini çok az bir para ile satarlar, İşte bunların âhırette hiç nasîbi yoktur. Kıyâmet günü Allahü teâlâ onlara söylemeyecek, onlara iltifât etmeyecek, onları temize çıkarmayacak. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır” meâlindeki Âl-i İmrân sûresi 77. âyet-i kerîmesini inzal buyurduğunu bildirdi.

Abdullah bin Mes’ûd, (r.a.) rivâyet etti: Resûlullaha (s.a.v.); “Ey Allahın Resûlü! En faziletli amel hangisidir?” diye suâl ettim. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. “Sonra hangisidir?” dedim. “Anaya babaya iyilik etmektir” buyurdular. “Sonra hangisidir?” dedim. “Allah yolunda cihâddır.” buyurdular. Ben de sustum. Eğer daha sorsam cevâbını verirdi.

Muâz (r.a.) rivâyet etti: Resûlullahın (s.a.v.) Afir adındaki merkebine beraberce binmiştik. Resûlullah (s.a.v.) bana; “Ey Muâz, Allahü teâlânın kulları üzerinde ve kulların da Allahü teâlâ üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?” diye sordu. Ben de; “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedim. O zaman Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlânın kulları üzerindeki hakkı; kulların Allahü teâlâya ibâdet etmeleri, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allahü teâlâ üzerindeki hakları; kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseye azâb etmemesidir” buyurdu. Bunun üzerine; “Yâ Resûlallah, insanları bununla müjdeleyeyim mi?” dedim. “Hayır müjdeleme, zîrâ güvenirler” buyurdu.

Abdullah bin Ömer (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.); “Sizden biriniz öldüğünde; sabah, akşam âhıretteki yeri kendisine gösterilir. Eğer o ölü, Cennet ehlinden ise, kendisine Cennetliklerin makamlarından gösterilir. Eğer, Cehennem ehlinden ise, Cehennemliklerin yerinden gösterilir” buyurdu.

Ömer bin Husayn (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Ben mi’râc gecesi Cennete baktım da, Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım, Cehennemdekilerin çoğunu da kadınların teşkil ettiğini gördüm” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) “Ramazan ayı girdiği zaman semâ kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincirlere bağlanır” buyurdu.

Ebû Katâde (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Sâlih rü’yâ Allahü teâlâdan, karışık olan da şeytandandır. Sizden biriniz hoşlanmadığı birşey görürse, uyanınca soluna üç defa tükürsün ve onun şerrinden Allahü teâlâya sığınsın. Bu takdîrde o, ona zarar vermez” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Tabakları parmakla, parmağı ağızla siliniz!”

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâvet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlâ rahmeti yüz kısım yaptı. Doksan dokuzunu kendi indinde tuttu. Birini yeryüzüne ihsân etti. İşte mahlûkât, bununla birbirine merhamet eder”

Enes bin Mâlik (r.a.) rivâvet etti.

Resûlullah (s.a.v.); “Bir müslüman bir ağaç diker, ondan bir insan veya hayvan yerse, bu, o müslüman için sadaka olur” buyurdu.

Câbir bin Abdullah (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Merhamet etmeyene, Allahü teâlâ merhamet etmez” buyurdu.

Âişe (r.anhâ) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Cebrâil komşuyu bana o kadar tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak zannettim.”

Âişe (r.anhâ); “Yâ Resûlallah; iki tane komşum var, hangisine hediye edeyim?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.); “Kapısı en yakın olana” buyurdu.

Âmir bin Abdullah (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Her iyilik sadakadır” buyurdu.

Ubâde bin Sâmit (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya kavuşmayı isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı ister. Kim Allahü teâlâya kavuşmayı istemezse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez. “Âişe (r.anhâ) veya Peygamber aleyhisselâmın temiz zevcelerinden diğer biri; “Fakat, biz ölümü istemiyoruz” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.); “Öyle değil, lâkin mü’mine ölüm gelip, Allahü teâlânın rızâsı ve keremi ile müjdelendiği zaman ona, ondan daha sevgili birşey olmaz ve bu sebeple Allahü teâlâya kavuşmayı ister. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı ister. Kâfir olana ölüm geldiği zaman, Allahü teâlânın azâbı kendisine bildirilir. Ona önündeki şeyden (ölümden) daha kötü birşey olmaz. Bu sebeple Allahü teâlâya kavuşmayı istemez. Allahü teâlâ da, ona kavuşmayı istemez” buyurdu.

Enes bin Mâlik (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Ölüyü üç şey ta’kib eder. Sonra ikisi geri döner. Birisi onunla beraber kalır. Ehli, malı ve ameli (kabre kadar) onunla beraber giderler, sonra ehli ve malı geri dönerler. Ameli ise onunla beraber kalır” buyurdu.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil’e şöyle nidâ eder: “Şüphesiz Allahü teâlâ falancayı sevmektedir, onu sen de sev.” Cebrâil de o kimseyi, sever. Sonra, semâya şöyle nidâ eder: “Allahü teâlâ falancayı sevmektedir, onu siz de seviniz. “Onu semâ ehli de sever” buyurdu.

Nu’mân bin Beşîr (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Bütün mü’minleri birbirlerine merhamette, muhabbette, lütuf ve atıfet husûslarında sanki bir vücudmuş gibi görürsün. O vücûdun bir uzvu hastalanınca, vücûdun öbür a’zâları birbirlerini hasta a’zânın elemine, uykusuzlukla ve hararetle ortak olmaya çağırırlar (hasta uzvun acısını paylaşırlar” buyurdu.

Abdullah (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.); “Mü’min olan kimse, günahını dağ gibi görür, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Fâcir bir kimse ise, günahını, burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür” buyurdu.

İbn-i Ömer (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Gaybın anahtarları beşdir ki, onları Allahü teâlâdan başkası bilemez. Yarın ne olacağını, Allahü teâlâdan başka hiçbir kimse bilemez. Ana rahimlerinde neler bulunduğunu, Allahtan başka hiçbir kimse bilemez. Hiçbir kimse, yarın ne kazanacağını bilemez, hiçbir kimse, hangi tarzda öleceğini bilemez. Allahü teâlâdan başka hiçbir kimse de yağmurun ne zaman geleceğini bilemez.”

Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Azîz ve Celîl olan Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben, kulumun zannına göreyim, beni zikrettiği yerde ben onunlayım (Rahmetim, tevfîk ve inâyetim onunla beraberdir!) “Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kulunun tövbesinden dolayı Allahü teâlânın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-ül-evliyâ sh. 439

2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 57

3) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh. 203

4) El-A’lâm cild-4, sh. 89

5) Neyl-ül-İbtihâc (Dîbâc kenarında) sh. 140

6) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 436, 551, 559 cild-2, sh. 1040, 1097, 1989

7) El-Büstân bizikr-il-evliyâ vel-ulemâi bi Tilemsân sh. 181

8) Kitâb-ü cem’ın-nihâye fil-hayr vel-gâye Süleymâniye Kütüphânesi Şehid Ali Paşa kısmı No: 402/1