Yemen’de yetişen tasavvuf âlimlerinden. Hettâr lakabıyla tanındı. Yemen’de San’a şehrinin batısında Taîz şehrinin doğusunda bulunan Cened şehrinde yetişip, orada ikâmet etti. Cened şehri yüzyıllardır âlimlerin ve evliyânın ziyâret ve ikâmet ettiği bir ilim merkezi idi. Hettâr hazretleri, Cened şehri âlim ve evliyâsından ilim öğrenip, feyzlerinden istifâde etti. Ârif Ceylânî’nin ileri gelen talebelerinden oldu. Vefâtına kadar öğrendiği ilimleri, istekli olanlara öğretti. Birçok talebe yetiştirdi. Cenedî, talebesi Ali Fetâ’dan naklederek eserinde yazdı, Îsâ bin İkbâl Hettâr, 606 (m. 1209) yılında Cened şehrinde vefât edip oraya defnedildi.
Kerâmetlerinden ba’zıları şöyledir: Talebesi Ali Fetâ anlatır: “Îsâ Hettâr’ı mescidinde ziyârete gittim. Günlerce yanında kaldım. Bana ilim ve edebden birçok şey öğretti. Bir gece; “Yâ Ali! Bu gece senin bir erkek çocuğun olsa gerektir” dedi. Memleketime döndüğümde, oğlum Hüseyn’in onun söylediği gece doğduğunu öğrendim.”
Yine Ali Fetâ anlatır: “Ebü’l-Gays bin Cemîl, Zübeyd’de hocası Ali bin Eflâh’ın yanından ayrılıp, Îsâ bin İkbâl Hettâr’ın huzûruna vardı. Daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdi. Gayb gözüyle Ebü’l-Gays’ın ne niyetle geldiğini keşfedip; “İki şeyhe birden bağlanılır mı, yâ Ebü’l-Gays?” diye hitâb etti. O da; “Hayır, efendim” deyip, geri döndü.”
Ahmed bin Ca’d anlatır: “Birgün ziyâret maksadıyla Cened şehrine gidip Îsâ bin İkbâl Herrât’ı gördüm. Üzerinde çok pahalı bir elbise vardı. “Böyle büyük bir zât, dünyâ malına ehemmiyet vermemesi gerekirken, herkesin imrendiği kıymetli elbiseler giyip dolaşıyor” diye kalbimden geçti. Hemen peşinden tövbe ettim. Ama Hettâr hazretleri benim bu hâlimi keşfedip anladı ve bana; “Ey oğlum! Benim bu elbiseyi giymemin sebebi, Allahü teâlânın verdiğine râzı olmamdır. Çünkü biz, Allahü teâlâ ne verirse, onu giyiniriz” dedi. Ben de hemen kendisinden özür dileyip duâsını istedim.”
El-Mesâvî anlatır: “Yemen üzerinde, üç gün hiç durup dinlenmeden kum fırtınası esti. İnsanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Yalnız Îsâ bin Hettâr ve onun talebeleri önceden bildikleri için hazırlık yaptılar ve rahat ettiler. Çünkü Hettâr, Allahü teâlânın izniyle kum fırtınasını önceden haber vermiş, herkese duyurmuştu. Sevenleri sözüne inanmış, sevmeyenler ise fırtınadan çok zarar görmüşlerdi.”
Zübeydî, eserinde anlatır: “Îsâ bin İkbâl Hettâr, vefât etmeden önce talebesi ve halîfesi olan oğlu Ebû Bekr’e nasihatlerde bulunup, vefâtından sonra hastalıklı bir kimsenin kendisini ziyâret için geleceğini, ona izzet ve ikramda bulunup, selâmımı söylemesini, hastalığını tedâvi edip, ilimde yetiştirdikten sonra geldiği yere göndermesini vasıyyet etti. Onun vefâtından sonra, Ebû Muhammed Mes’ûd bin Abdullah Habeşî adında bir kimse Terbiyye köyüne geldi. O, Kızıldeniz kenarında Rima vadisi kenarında bulunan Arab kabilelerinden birinde çobanlık yapardı. Cüzzâm hastalığına yakalanınca, çobanlıktan ayrıldı. Aylarca dağbaşlarında dolaştı. Hastalığının en şiddetli olduğu bir zamanda, Îsâ bin Hettâr’ı ziyâret için geldi. Fakat o vefât etmişti. Oğlu Ebû Bekr onu karşıladı. Babasının vasıyyetini ve selâmını söyledi. Ona izzet ve ikramda bulundu. Günlerce onu misâfir edip, hastalığını tedâvi etti. Abdullah Habeşî, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Günü gelince, geldiği yere geri döndü. Orada ilk önce bir ağacın altında oturur, insanlara nasihat ederdi. Daha sonra bir dergâh yaptırıp insanlara orada ders verip, ilim öğretti. Birçok kimse onun güzel hâllerini görüp, tövbe ederek sâlihlerden oldu. Birçok kerâmetleri görüldü. Vefât edince, yaptırdığı dergâha defnedildi. Türbesine gelip ziyâret edenler, bereketlenmekte, birçok hâllere şâhid olmaktadır.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 226