FAHRÜDDÎN İBNİ TEYMİYYE (Muhammed bin Hıdr bin Muhammed)

Fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat âlimlerinin büyüklerinden. Hatîb, vâ’îz ve şâir. İsmi, Muhammed bin Ebi’l-Kâsım Hıdr bin Muhammed bin Hıdr bin Ali bin Abdullah el-Harrânî olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Lakabı Fahrüddîn’dir. İbn-i Teymiyye diye tanınmasına sebep olan hâdiseyi kendisi şöyle anlatıyor “Babam veya dedem bir sene hacca gitmiş. Hanımı hâmile imiş. Medîne-i münevverenin 230 km. kuzeyinde bulunan ve Teymâ denilen yere vardığında, orada bulunan çadırlardan çıkan çok sevimli bir kız çocuğu görmüş. Hacdan döndüğünde bir kız çocuğunun dünyâya geldiğini öğrenip, sevinçle çocuğunu kucağına aldığında, bunun Teymâ’da gördüğü kız çocuğuna çok benzediğini görmüş.. Çocuğuna Teymâlı ma’nâsına; “Yâ Teymiyye! Yâ Teymiyye!” demiş. Bunun için ona Teymiyye denilmiş ve biz de Teymiyye oğlu ma’nâsına İbn-i Teymiyye diye tanınmışız.” Bu kelime, lügat kaidesine göre “Teymâvî” olarak telaffuz edilmesi icâb ettiği hâlde, Teymiyye olarak kullanılmış ve böyle meşhûr olmuştur. 542 (m. 1147) senesi Şa’bân ayının sonlarında Harran’da doğdu. 621 (m. 1224) senesi safer ayının 10. gününe rastlayan Perşembe günü ikindiden sonra orada vefât etti. Vefât senesinin, 622 olduğu da bildirilmiştir. Fahrüddîn İbni Teymiyye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklerindendir. Bunu, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, Ehl-i sünnetten ayrılıp bozuk bir yol tutmuş olan, Ahmed bin Abdülhalîm el-Harrânî ismindeki, meşhûr sapık İbn-i Teymiyye ile karıştırmamalıdır. Bu Eshâb-ı Kirâmın yolundan ayrılan İbn-i Teymiyye, bizim hâl tercümesini verdiğimiz Fahrüddîn İbni Teymiyye’den sonra, hicrî 661-728 târihleri arasında yaşamış olup, ilmi biraz artınca, i’tikâd ve amele âit husûslarda kendi fikirlerini beğenmeye, kendini ve fikirlerini Ehl-i sünnet âlimlerinden üstün görmeye başladı. Böylece Ehl-i sünnetten ayrıldı. Daha da ileri giderek, dört büyük halîfe ve diğer Eshâb-ı Kirâm gibi din büyüklerine karşı, onları küfürle ithama kadar varan sözler sarfetti ve kendisini zamanının İmâmı olarak tanıtmak istedi. Onun tuttuğu bu bozuk yol, gerek zamanındaki ve gerekse daha sonra gelen bütün Ehl-i sünnet âlimlerince reddedildi, bozukluğunu isbât eden yüzlerce kitap yazıldı.

Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklerinden olan Fahrüddîn İbni Teymiyye, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Kur’ân-ı kerîmi babasından öğrendi. İlim öğrenmek için Bağdad’a geldi. Ebû Tâlib Mübârek bin Hudayr, Ebü’l-Feth el-Battıyyî, Ebû Bekr İbn-ün-Nükûr, Sa’dullah bin Nasr ed-Decâcî, Yahyâ bin Sabit bin Bündâr, Ali bin Asâkir el-Betâihî, Şühde, Ebü’n-Necîb-i Sühreverdî, Ebü’l-Feth Ahmed bin Ebi’l-Vefâ, Ebü’l-Abbâs bin Bekrûs, İbn-i Ebi’l-Hacer, Ebü’l-Ferec İbn-ül-Cevzî, Muhammed bin Haşşab ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. Bilhassa fıkıh ve tefsîr ilminde çok yükseldi. Kendisinden ilim öğrenip rivâyetlerde bulunan zâtlardan ba’zılarının isimleri şöyledir: İbn-i Nukta, İbn-ün-Neccâr, Mecdüddîn Abdüsselâm (Bu zât, kardeşinin oğlu ya’nî yeğenidir), Cemâleddîn Yahyâ bin es-Sayrâfi, Reşîd Amr bin İsmâil el-Fârikî, Sıbt İbn-ül-Cevzî, Abdüddâim ve Abdürrahmân bin Mahfûz er-Ras’anî.

Fahrüddîn İbni Teymiyye (r.a.), Bağdad’da ilim tahsilini tamamladıktan sonra, memleketi olan Harran’a döndü. Orada Nûriyye Medresesi’nde talebe okutmaya ve va’z etmeye başladı. Konuşması gayet fasîh ve beliğ idi. Sözleri çok güzel anlaşılır ve te’sîrli olurdu. 588 (m. 1192) senesinde Câmi-i Harran’da hergün sabah vakti tefsîr dersleri vermeye başladı. Bu hizmete uzun zaman devam etti. Bu zaman zarfında, talebelere, Kur’ân-ı kerîmi baştan sona kadar beş defa tefsîr etti. Sâlih bir zât idi. Kerâmetler ve hârikalar sahibi idi. Harran Câmii’nde imamlık ve hatîblik yapardı. Kendisi de ayrıca bir medrese yaptırdı.

Fâkih İbn-i Hamdân diyor ki: “Fahrüddîn İbni Teymiyye, Harran’ın üstadı, müderrisi, müfessiri ve hatîbi idi.”

Münzirî diyor ki: “Bilhassa tefsîr ilminde çok yüksek idi. Meşhûr hutbeleri vardır. Beldesinde bulunan âlimlerin en önde gelenlerinden idi. Bağdad ve Harran’da hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bizim de kendisinden icâzetimiz vardır.”

Zehebî diyor ki: “Fahrüddîn İbni Teymiyye (r.a.), tefsîr, fıkıh, lügat ilimlerinde İmâm derecesinde büyük âlim idi. Kalabalık bir cemâat kendisinden ilim aldı.”

Ebü’l-Berekât İbn-ül-Müstevfî, “Târih-i İrbil” isimli eserinde diyor ki: “Fahrüddîn İbni Teymiyye (r.a.), 604 (m. 1207) senesinde, İrbil’i ziyâret etti. Hergün tefsîr dersi verirdi. Güzel menkıbeleri, tatlı sözleri vardır. Sûreti (şekli, şemâli) ve sîreti (hâli, yaşayışı) pek güzel idi. Herkesden hüsn-i kabûl görürdü. Babası da evliyâ zâtlardan idi. Fahrüddîn hazretleri, Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatanlarla münâzara ederek, çok güzel ve kat’î delîllerle onlara cevap vermekte, onları susturmakta pek mehâretli idi. Karşısında kimse tutunamazdı. Her ilimde âlim ve mütehassıs idi. Bağdad’da hadîs âlimlerinden çok hadîs-i şerîf dinledi. Öğrendiği bu kıymetli ilimleri, büyük bir şefkat ve mehâretle, ilim âşıklarına, talebelere öğretti. Yüzlerce talebe yetiştirdi.

Fahrüddîn İbni Teymiyye hazretlerinin oğlu Abdülganî, babasının vefâtından sonra, çeşitli kimseler tarafından babasıyla alâkalı sâlih rü’yâlar görüldüğünü, bu rü’yâların çok fazla olduğunu, toplanacak olsa bir cildi dolduracağını bildirmiştir. Fahrüddîn hazretlerinden ilim öğrenen bir talebesi şöyle anlatıyor “Rü’yâmda hocam Fahrüddîn’i gördüm. Yüksek bir taht üzerinde, çok güzel elbiseler içinde oturuyordu. “Ey efendim! Bu ne hâldir?” dedim. Bana cevaben; “Orada (Cennette ni’metleri içerisinde) serirlere (koltuklara) dayanmış olarak otururlar” (İnsân-13) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.”

Başka bir kimse kendisini rü’yâda görüp, “Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi?” diye suâl ettiğinde; “Beni mağfiret etti” buyurdu.

Başka bir kimse kendisini rü’yâda görüp, kılıçlarını ve silâhlarını, kuşanmış hâlde bekleyen bir topluluk gördü. Onlara; “Bu hâliniz nedir?” diye sorunca, onlar; “Biraz sonra Sultan buradan binekli olarak geçecek. Biz onu bekliyoruz” dediler. “Sultan dediğiniz kimdir?” deyince, “Fahrüddîn” dediler.

Fahrüddîn hazretlerinin kardeşinin sâliha bir kızı vardı. Diyor ki: “Fahrüddîn hazretlerinin vefâtından sonra şöyle bir rü’yâ gördüm: Gökyüzünden büyük bir feryâd sesi işittim. Yanımda bulunan kimseye; “Bu feryâd sesi nedir?” diye sordum. Dedi ki: “Bu, Fahrüddîn hazretlerinin vefât etmesi ve câmisindeki yerinin boş kalması ve tefsîr derslerinin kesilmesi sebebi ile meleklerin feryâdlandır.”

Başka bir kimse, Fahrüddîn hazretlerinin vefât ettiğinin gecesinde onu rü’yâda gördü. Çok güzel bir sûrette idi. O kimse, hayretle; “Siz vefât etmemiş miydiniz?” diye suâl edince, Fahrüddîn (r.a.); “Evet, ben vefât ettim. Fakat, Allahü teâlânın dilemesi ile dirilenlerden, hakîkî, sonsuz saadet hayâtına başlıyanlardan oldum” buyurdu.

Fahrüddîn İbni Teymiyye hazretlerinin vefâtından sonra, bir kimse rü’yâsında, daha önce vefât etmiş olanlardan bir kimseyi gördü. Ona, kendi hâlinden ve yakınlarının hâlinden suâl etti. O kimse, bu gece Allahü teâlânın, yanlarına Fahrüddîn hazretlerinin rûhunu gönderdiğini, her Cum’â gecesi, Fahrüddîn hazretlerinin kendilerine geldiğini, onunla buluştuklarını söyledi.

Fahrüddîn hazretlerinin hayâtında, bir kimse sâlihlerden bir zâtı rü’yâsında gördü. O sâlih zât, bu kimseye dedi ki: “Fahrüddîn hazretlerine git! Yarın (kıyâmet gününde) sana şefaat etmesi için kendisinden ahd (söz) al! Muhakkak ki, ona, böyle çok kimseye şefaat etmesi için izin verildi.” Bu rü’yâyı gören kimse, Fahrüddîn hazretlerinin vefâtından sonra yine rü’yâsında onu İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri ile beraber yürüyor gördü. Bundan senelerce önce rü’yâda kendisine, Fahrüddîn hazretlerinin şefaatini istemesini tavsiye eden zâtın İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri olduğunu anladı.

Başka bir kimse, rü’yâsında Fahrüddîn İbni Teymiyye hazretlerini gördü. Kendisine dedi ki: “Ey efendim! Bana haber verir misiniz, ölüm nasıl bir şeydir?” Fahrüddîn (r.a.); “Ölüm ânında, ölüm geldiği zaman onun şiddeti pek fazladır. Fakat (iyi kimseler için) ondan sonra herşey çok kolay, çok hafif ve çok rahattır.” Sonra da buyurdu ki: “Ey Abdullah! Namaz! (Sana namazı tavsiye ederim.) Ondan daha efdal hiçbir şey yoktur. Kim ona devam ederse ve Ehl-i sünnet ve cemâat i’tikâdını muhafaza ederse, burada çok hayırlar ile karşılanır.”

Sâlihlerden bir zât, rü’yâsında Resûlullah (s.a.v.) efendimizi gördü. Cebrâil aleyhisselâm da huzûrunda idi. İkisi, Harran’da bir yerde oturuyorlardı. Rü’yâyı gören kimse, Resûlullaha (s.a.v.); “Yâ Resûlallah! Burada bulunmanızın sebeb-i hikmeti nedir?” deyince, elleriyle Fahrüddîn hazretlerinin ders Verdiği câmiyi işâret ederek; “Fahrüddîn vefât etti” buyurdular.

Dînine bağlı sâlih zâtlardan birisi şöyle anlatır: “Fahrüddîn hazretlerinin vefâtından sonra rü’yâmda gördüm ki, bir münâdî (nida eden); “Fahrüddîn sıddîklardandır. Şimdi Allahü teâlâ ile beraber oldu” diye nidâ ediyordu. Sonra ben sanki bir câmiye girdim. Orada Fahrüddîn hazretleri va’z ediyordu. Onun sesini duymanın lezzeti, sevinç ve heyecanı ile, uykuda, sıçrayıp ayağa kalkmışım.”

Sâlihlerden bir zâtın sâliha bir hanımı vardı. Rü’yâsında onu yeşilliklerle süslü güzel bir bahçenin içinde gördü. Bir topluluk orada büyük bir köşk bina ediyorlardı. Yakınlarında ise dönen bir dolap bulunuyordu. Yine köşkün yakınında, onlardan daha güzellerini görmediği iki kadın bulunuyordu. Anladı ki, onlar hûrî idi. “Bu köşkü, kimin için bina ediyorlar?” diye suâl ettiğinde; “Fıkıh âlimi Fahrüddîn hazretleri için” dediler. Rü’yâyı gören kadın diyor ki: “Köşkün kapısının açık olduğunu görmedim. Bir zaman sonra aynı köşkü tekrar gördüm. Son derece güzel bir şekilde süslenmiş idi. Kapısı açılmış ve o iki hûrî de kapının yanına gelmiş bekliyorlardı. Onlara; “Bu köşke kimin gelmesini bekliyorsunuz?” dedim. “Sahibi olan Fahrüddîn hazretlerinin gelmesini bekliyoruz” dediler. Bundan sonra onun vefât ettiğini öğrendim.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-9, sh. 280

2) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 102

3) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 109

4) Vefeyât-ül-a’yân cild-4, sh. 386

5) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 151

6) Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-2, sh. 139

7) Tabakât-ül-müfessirîn (Süyûtî) sh. 32

8) Zeyl-i Ravdateyn sh. 146

9) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1020

10) Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh. 34