EBÛ MUHAMMED ABDULLAH BİN EBÜ’L-HASEN

Hanhelî mezhebi fıkıh âlimlerinin, büyüklerinden. İsmi Abdullah bin Ebü’l-Hasen bin Ebü’l-Ferec el-Cübbâî, et-Trablûsî eş-Şâmî olup, künyesi Ebî Muhammed’dir. 521 (m. 1127) senesinde Trablus köylerinden Cübbe’de doğdu. Doğumunun, 510 ve 520 yıllarında olduğuna dâir rivâyetler varsa da kendisi, doğumunun takriben 521 senelerinde olduğunu söylemiştir. 605 (m. 1208) senesi Cemâzil-âhır ayının üçüncü günü İsfehan’da vefât etti. Behâüddîn Hasen bin Ebü’l-Heycâ’nın hânegâhında defn olundu.

Abdullah bin Ebü’l-Hasen (r.a.), Trablus’a bağlı Büşrâ nahiyesinin Cübbe isimli köyünde hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyâya geldi. Babası, o civarda hıristiyan âleminin tanınmış âlimlerinden idi. Abdullah bin Ebü’l-Hasen’in iki kardeşi daha vardı ve kendisi en küçükleri idi. Babaları vefât edince, oğullarından birinin onun gibi yetişmesi ve onun yerine geçmesi için teşebbüs ettiler. Anneleri, çocuğa ders verecek muallime; “Büyük oğlum, arazîmizi ekip biçer, bizi geçindirmek için çalışır, para kazanır. Ortanca oğlum yanımızda bulunur. Küçük oğlum okumaya gitsin” dedi. Muallim de; “Ama bu çok küçük. Buna ilim öğretilemez. Ortanca kardeşi işâret ederek, bu ise ilim öğrenir, âlim olabilir” dedi. Muallimin maksadı; babalarının yerine, çocuklardan en müsait olanı yetiştirip, ölen meşhûr âlimlerinin yerini doldurmaktı. Nihâyet onu alıp ilim öğretmeye başladı.

Allahü teâlânın hikmeti, o sırada bunların memleketinde ba’zı harbler meydana geldi ve bunlar da o köyden ayrılıp başka bir köyde yerleştiler. Yeni yerleştikleri köyde müslümanlar da vardı. Hıristiyan ailenin küçük oğlu Abdullah, müslümanların güzel hâllerine sanki âşık olmuştu. Kur’ân-ı, kerîm okumalarını dinliyor ve dinledikçe de ağlıyordu. Birgün müslümanların bulunduğu yere girdi ve müslüman oldu. Bu sırada henüz onbir yaşında idi. Ailenin geçimi için çalışan para kazanan büyük kardeşleri, o sırada devam etmekte olan harbe katılmıştı. O da orada müslüman oldu ve cephede müslümanların tarafına katılıp, çarpışırken şehîd oldu. Nihâyet diğer kardeşi de müslüman oldu.

Ebû Muhammed Abdullah (r.a.), müslüman olduktan kısa bir zaman sonra, Kur’ân-ı kerîmin hıfzını (ezberlenmesini) tamamladı, İlim öğrenmek aşkıyle yollara düştü. 540 (m. 1145) senesinde Bağdad’a geldi. İlim, ma’rifet, feyz ve berekât kaynağı olan Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin huzûru ve sohbeti ile şereflendi. Oradan Şam’a geldi. Birisi, kendisini esîr edip zincire vurdu. Bu hâli gören ba’zıları bu çocuğu merak ettiler. Kur’ân-ı kerîmi çok güzel okuduğunu, Hanbelî mezhebinde çok bilgili olduğunu görünce, Zeynüddîn Ali bin İbrâhim bin Necâ el-Hâfız hazretlerine gidip; “Bu çocuk Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiş, bilgili, hayırlı birisi, biz bunun efendisinden satın alınıp azâd edilmesini istiyoruz” dediler. O da kabûl etti. Abdullah, efendisinden satın alınıp ezâd edildi. Serbest bırakıldı. Sonra Şam’dan yola çıkıp Hemedan’a geldi. Orada Hâfız Ebü’l-Alâ el-Hemedânî ile karşılaştı. Onun yanında kaldı. Kendisinden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf dinledi. İlim öğrenmek için İsfehan, Mısır ve başka yerlerde bulunup, meşhûr âlimler ile görüştü. Sonra Bağdad’a gelip, tekrar Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Sohbetlerinden ayrılmayıp, çok istifâde etti. İbn-ün-Nâsır el-Irmevî, Sa’îd bin el-Bennâ, Ebü’l-Hayr el-Bağbânî veya Bağyân, Mes’ûd es-Sekafî, Ali Ebû Hâkim en-Nehrevânî Ebû Muammer el-Ensârî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Hanbelî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden ve zamanındaki hadîs, fıkıh ve kırâat âlimlerinin önde gelenlerinden oldu.

İbn-ül-Halîl Ebü’l-Hasen el-Katî’î, Muvaffaküddîn el-Makdisî, Ziyâüddîn, İbn-ün-Neccâr, Muhammed bin Mahmûd ve başka âlimler kendisinden ilim öğrenip rivâyetlerde bulunmuşlardır.

Abdullah bin Ebü’l-Hasen (r.a.), ilim, fazilet ve hayırda meşhûr olup tanınmıştır. Talebelerinin büyüklerinden Muvaffaküddîn el-Makdisî (r.a.); hocasından, hürmet ve edeble bahsetmekte, onun sâlih bir zât olduğunu bildirmektedir. Her işinde zühd, salâh (doğruluk) ve hayır üzere idi. Bütün işlerinin dînin emirlerine uygun olmasına çok gayret eder, dünyâya meyl etmezdi. Kendisinden çok güzel hâller ve kerâmetler bildirilmiştir. Çok hayır ve hasenat sahibi idi.

Talebelerinden İbn-ün-Neccâr (r.a.) şöyle anlatıyor “Birgün hocam, ihlâs, riya ve ucb hakkında sohbet ediyordu. Ben de orada bulunuyordum. Bir ara, “Ucb (yaptığı ibâdetleri güzel görüp, kendini beğenmek) hastalığından kurtulmak acaba nasıl mümkün olur?” diye hatırıma geldi. Tam o anda, hocam bana dönerek iltifât etti ve; “Herşeyi, seni hayırlı amel yapmaya muvaffak kılan Allahü teâlâdan görürsen, O’ndan bilirsen ve nefsini de kötülüklerden temizlersen ucbdan kurtulmuş olursun” buyurdu.”

“Ebü’l-Ferec İbn-ül-Hanbelî diyor ki: “Abdullah bin Ebü’l-Hasen el-Cübbâî’nin (r.a.) hatırı, hürmeti, Bağdad’da gayet fazla idi. İsfehan’a gittim. Orada da kendisine çok hürmet edildiğini gördüm. Çok kimselerden onun kıymetini, mertebesinin yüksekliğini bildiren sözler işittim. Sokakta yürüdüğü zaman, herkes kendisine alâka gösterir, oturanlar ayağa kalkardı, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolunda ilerlemek için çok çalışır, çok gayret ederdi. Hep Allahü teâlâyı hatırlar, O’nu hiç unutmazdı.”

Cübbâî hazretleri rü’yâsında Peygamber efendimizi görüp şöyle anlatır: “Yâ Resûlallah! Kur’ân-ı kerîm okuyana sevâb verilir (değil) mi?” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “Evet” buyurdu. “Yâ Resûlallah! (Ma’nâsını) anlasa da anlamasada mı (sevâb verilir?)” dedim. “(Evet) Anlasa da, anlamasa da” buyurdu.

Ebû Muhammed Abdullah bin Ebü’l-Hasen el-Cübbâî (r.a.) kendisine gelene kadar bütün râvîleri zikrederek bildirdiğine göre, Hazreti Ebû Hüreyre şöyle anlattı: “Bir kimse başka bir köyde bulunan bir kardeşini (dostunu) ziyârete gidiyordu. Allahü teâlâ o kimseye bir melek gönderdi. Melek o kimseye; “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. O da; “Filân din kardeşimi görmeye gidiyorum” dedi. Melek; “Onun sana bir iyiliği, bir faydası oldu mu?” suâline, o kimse; “Hayır. Sâdece, ben onu Allah rızâsı için seviyorum” dedi. Bunun üzerine melek; “Allahü teâlâ beni sana gönderdi. (Sana müjdeler olsun ki) Senin o kardeşini sevdiğin gibi, “Allahü teâlâ da seni seviyor” dedi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 44

2) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 14

3) Kalâid-ül-cevâhir sh. 129