Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin İbrâhim bin Ömer bin Ferec bin Ahmed bin Sâbûr el-Fârûsî el-Vâsıtî olup, künyesi Ebü’l-Abbâs’dır. İzzeddîn el-Fârûsî diye tanınır. Aslen, Irak’ta, Dicle nehri kenarında, Vâsıt ile Mezar şehirleri arasında bulunan Fârûs kasabasındandır. 614 (m. 1218) senesi Zilka’de ayında Vâsıt şehrinde doğdu. 694 (m. 1295) senesinde Zilhicce ayının başlarında orada vefât etti.
Ebü’l-Abbâs-ı Vâsıtî (r.a.), daha çok küçük denecek yaşta ilim tahsiline başladı. Babasından Kur’ân-ı kerîm okumasını öğrendi. İlim öğrenmek için çok seyahatler yaptı. Vâsıt, Bağdad, İsfehan, Dımeşk (Şam) ve başka yerlerde meşhûr âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Mekke ve Medine’de uzun zaman kaldı. Hüseyin bin Ebü’l-Hasen bin Sabit et-Tîbî, Ömer bin Kerem ed-Dîneverî, Ebü’l-Hasen el-Katî’î, Ebû Ali Hasen bin ez-Zebîdî, Ebü’l-Müneccâ (veya Ebü’n-Necâib) bin el-Lettî, Enceb bin Ebü’s-Se’âde, Ebü’l-Hasen bin Ravzebe, Ahmed bin Ebü’l-Feth bin el-Meydânî, Hüseyn bin Mahmûd es-Salhânî, İsmâil bin Ebü’l-Yüsr ve daha birçok âlimden ilim öğrendi, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Tasavvuf yolunda kendisini, zamanın en büyük evliyâsından olan Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri yetiştirip me’zûn etti. Ebü’l-Abbâs-ı Vâsıtî hazretleri, Berzâlî ve başka birçok büyük zâta hocalık etti. Çeşitli yerlerde bulundu. Şam’a geldiğinde, ilim öğrenmek isteyenler, hattâ ilim sahibi âlimler bile sohbetine koştu. Zâhiriyye, Nâsıriyye ve Necibiyye medreselerinde ders verdi. Şam’ın en büyük ve en meşhûr câmisi olan Emeviyye Câmii’nde hatîblik yaptı. Bir zaman sonra oradan ayrılarak Şam kâfilesi ile birlikte hacca gitti. Kitapları pek fazla olduğundan, yanında götüremedi ve birine emânet etti. Haccını yaptıktan sonra Irak kâfilesi ile, Irak’a doğum yeri olan Vâsıt’a döndü. Vefât edinceye kadar orada kaldı. Vâsıt’a geldiğinde kendisine dediler ki: “Önceleri Mekke ve Medine’de bulunuyordunuz. Sonra Şam’a geldiniz. Daha sonra hacca gittiniz. Hacdan sonra da Vâsıt’a geldiniz. O mukaddes yerleri nasıl terk ettiniz?” Bunlara cevaben buyurdu ki: “Rü’yâmda Resûlullah (s.a.v.) efendimizi gördüm. Bana “Vâsıt’a git! Orada vefât edersin ve babanın yanına defn olunursun” buyurdu.” Birgün talebelerini toplayıp; “Haklarınızı helâl ediniz! Sefere çıkmak istiyoruz” dedi. Talebeler hayret edip, başlarını önlerine eğdiler. Bunun üzerine buyurdu ki: “Salı günü Şîrâz’a gitmek üzere yola çıkmak istiyorum. Ama zannediyorum ki, o gün öleceğim ve Şîrâz’a gidemiyeceğim.” Hakîkaten de dediği gün vefât etti.
Ebü’l-Abbâs İzzeddîn el-Fârûsî, tefsîr, fıkıh, hadîs, kırâat, belagat ve diğer ilimlerde çok yüksek âlim idi. İlim öğrenmekte, ilmini arttırmakta çok gayretli idi. Öğrendiği ilmi yaymakta, talebeleri terbiye edip yetiştirmekte pek mahir idi. Hitâbeti çok kuvvetli, sözleri gayet te’sîrli idi. Âbid ve zâhid bir zât idi. Devamlı ibâdetle meşgûl olur, Allahü teâlânın rızâsı bulunmayan bir işe kat’iyyen yaklaşmazdı. İslâmın güzel ahlâkının ve faziletlerinin kendisinde toplandığı çok yüksek bir zât idi.
Birgün İbn-i Hişâm Câmii’nde insanlara namaz kıldırmak için mihraba geçtiğinde, iftitâh tekbîri almadan evvel, sağ tarafına döndü ve “Dışarı çık ve gusl abdesti al!” buyurdu. Kimse çıkmadı, ikinci defa aynı şeyi söyledi. Yine çıkan olmadı. Üçüncü defa söyleyip yine çıkan olmayınca; “Ey Osman! Dışarı çık ve gusl abdesti al!” buyurdu. Bunun üzerine safdan bir kimse çıktı. Dışarı gidip gusl abdesti aldı ve geri döndü. Ebü’l-Abbâs hazretlerinden özür diledi. Osman ismindeki bu kimse sâlih bir zât idi. Anlatıldığına göre bu zât, uykudan uyandığında çamaşırında yaşlık bulmuştu. Bunun gusl gerektirip gerektirmeyeceğini anlıyamamıştı. Nihâyet gusl gerekmiyeceğine kanâat getirip, gusl etmemiş idi. Namaza dururken, Ebü’l-Abbâs hazretleri isim söylemiyerek; “Dışarı çık ve gusl abdesti al!” buyurunca, bu zât, başka birine hitâb edildiğini düşündü. Nihâyet ismi ile söyleyince, kendi hâlinin guslü icâb ettirdiğini anlayıp çıktı ve gusl abdesti alıp ondan sonra geldi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiîyye cild-8, sh. 6
2) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 342
3) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1475
4) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 425