Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Hayâtı ve babasının adı hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. “Hidâye” kitabının sahibi Burhâneddîn Mergınânî’nin talebesidir. Kefevî, Tabakât kitabında, Zernûcî’nin altıncı asrın sonları ile yedinci asrın başlarında yaşadığını kabûl etmektedir. Vefât târihi olarak 620 (m. 1223) senesi kabûl edilir. Zernûcî kendi kitabında, Burhâneddîn Mergınânî’nin ve Kâdı Hân’ın talebesi olduğunu ve onlardan ders okuduğunu zikretmektedir.
İbn-i Nefî onun hakkında; “Burhâneddîn Zernûcî, “Hidâye” adlı eserin yazarı Mergınânî’nin talebesidir. Zernûcî, “Ta’lîm-ül-müte’allim Tarîk-üt-te’allüm” adlı kitabın yazarıdır. Bu eser çok güzel bir eserdir” demektedir.
Burhâneddîn Zernûcî, bilinen ve matbû’ olan Ta’lîm-ül-müte’allim adlı eserini, 593 (m. 1197) senesinden sonra yazmıştır. Bu eseri daha sonra, İkinci Murâd Hân zamanında İbn-i İsmâil şerh etti. Bilâhare Osman Pazarî adıyla meşhûr İsmâil bin Osman da, “Tefhîm-ül-mütefehhim” adıyla şerh etti. Her iki şerh basılmıştır. İbn-i İsmâil’in şerhi, Abdülmecîd bin Nâsûh tarafından “İrşâd-üt-tâlibîn fî ta’lîm-il-müte’allimîn” adıyla Türkçeye tercüme edildi. “Ta’lîm-ül-müte’allimîn” kitabı, medreselerde büyük bir kıymet kazanmıştır.
Zernûcî’nin bu eseri, talebelere ilim öğrenmek için gerekli olan ahlâkî temelleri ve davranışları gösteren küçük bir risaledir. Eserin bütünü ilk devir İslâm âlimlerinin sözlerinden ibâret olup, bunlar en güzel şekilde seçilip bir araya getirilmiş ve sınıflandırılmıştır.
Ta’lîm-ül-müteallim adlı eserden ba’zı bölümler:
“Peygamber efendimiz (s.a.v.); “İlim öğrenmek, her müslüman erkek ve kadına farzdır, ilmi, ehline öğretmeyen, hınzırın boynuna altın ve inci gibi mücevher takan kimse gibidir” buyuruyor. Biliniz ki, her ilmi elde etmek müslümanların üzerine farz değildir. Her müslüman üzerine, ilmihâl bilgisini öğrenmek farzdır, İslâm âlimleri; “İlimlerin en üstünü, ilmihâl bilgisidir. Amellerin en üstünü de, bulunduğu hâli korumaktır” buyurmuşlardır. Her müslümana namaz kılmak farzdır. Bu, sebeble, namazın farzlarını eda edecek kadar namazın şart ve erkânına âit bilgileri edinmek her müslümana farzdır. Bunun gibi, farz olan işleri yapabilmek için, fıkıh bilgilerini öğrenmek farzdır.
İlmin üstünlüğü: ilmin üstünlüğü apaçıktır, ilimden başka bütün hasletler, insanlarla hayvanlarda aynıdır. Bunun yanında Allahü teâlâ, ilmi sebebiyle Âdem aleyhisselâmın meleklerden üstün olduğunu belirterek, meleklerine, ona secde etmelerini emretmiştir, ilmin üstünlüğünün sebeblerini şöyle sıralayabiliriz. 1. İlmin üstünlüğü; insanı, Allahü teâlânın katında, ebedî saadete ulaştıran takvâya vesîle olduğu içindir. İmâm-ı Muhammed bin Hasen şöyle buyurdu: “İlim öğren! ilim, ehli için bir zînet, fazilet ve bütün övgülere alâmettir. Hergün ilimden çok istifâde et.” 2. İlim fazilettir ve gerek Allahü teâlâ katında, gerekse insanlar nazarında makbûl ve güzel olan bütün hasletlerin nişanıdır, ünvanıdır.
Fıkıh ilmini öğrenmek: Fıkıh bilgisini öğrenmelidir. Çünkü fıkıh ilmi; insanları iyilik ve takvâya en güzel ulaştıran, adâlette en doğru yolu gösteren ilimdir. Fıkıh ilmi, insanlara kurtuluş yollarını gösterir ve insanları bütün güçlüklerden kurtarır. Çünkü Allahü teâlâdan korkan bir fakîh, şeytana karşı bin âbidden daha güçlüdür.
Fıkıh ilmi, dünyâ ve âhıret saadeti ile ilgili ilimlerin inceliklerini bilmektir. İmâm-ı a’zam hazretlerine göre fıkıh ilmi; kişinin din ve dünyâ saadetine ulaşabilmesi için lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir. İlim, ancak amel etmek içindir. İlim ile amel etmek, âhıret saadeti için dünyâ ile ilgili işleri terk edip gönülden çıkarmaktır.
İlmihâl bilgisi öğrenmenin farz olduğu: Haramlardan sakınmak farz olduğu gibi; cimrilik, cömerdlik, korkaklık, kibir, cesâret, alçak gönüllülük, isrâf, iffet ve benzeri ahlâkî konularda da bilgi sahibi olmak farzdır. Çünkü cimrilik, korkaklık, kibir ve isrâf haramdır. Bunları ve bunların zıdlarını bilmeden kendilerinden sakınmak mümkün değildir. Her zaman insanın karşılaştığı hâllerle ilgili bilgileri öğrenmesi, insana yemek gibi lüzumlu bir ihtiyâçtır. Hiçbir müslüman, bu bilgilerden ayrı düşünülemez. Her müslüman devamlı Allahü teâlâyı anmakla, O’na duâ etmekle, yalvarmakla uğraşmalıdır. Kur’ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek, dünyâ ve âhıret hayâtında belâ ve âfetlerden korunmak için, Allahü teâlâdan af ve afiyet dilemekle zamanını geçirmesi lâzımdır. Çünkü devamlı duâ eden bir kişi, duânın şartlarını yerine getirince, Allahü teâlâ onun duâlarını kabûl eder.
İlim tahsilinde niyet: ilim öğrenmek isteyen kişi, tahsile başladığı zaman niyet etmesi lâzımdır. Zira niyet, bütün herşeyi yaparken esastır. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Ameller niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan odur. Kimin hicreti Allah ve Resûlü için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü içindir. Kimin de hicreti dünyâ menfaati veya evleneceği kadın ise, onun hicreti de onlar içindir” buyuruyor.
Yine diğer bir hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Çok işler vardır ki, dünyâya âit işler olarak görünür. Fakat güzel niyet ile bunlar âhıret işlerinden olurlar. Çok işler de vardır ki, âhırete âit işler olarak görünür. Fakat niyetteki kötülük sebebiyle bunlar dünyâ işlerinden olurlar” buyurdu.
Talebenin ilim öğrenmekten gayesi; Allahü teâlânın rızâsını kazanmak, Cenneti elde etmek, önce kendi cahilliğinden kurtulmak, sonra diğer câhillerin bilgisizliğini gidermek, onların kültürlü olmalarını sağlamak ve İslâm dînini yaşatmak olmalıdır. İslâmın bilgilerini öğrenmek sûretiyle Allahü teâlâya kavuşulur. Bilgisiz olan birisinin zühd ve takvâ sahibi olması mümkün değildir.
Talebe, ilim tahsili ile, Allahü teâlânın verdiği akıl ni’metine, beden sıhhati ni’metine karşı şükr etmeye niyet etmelidir. Talebe ilim öğrenirken; ilminden dolayı insanların kendisine yönelmelerini ve değer vermelerini, mevkî sahibi olmayı düşünmemelidir. İmâm Hammâd bin İbrâhim es-Saffâr el-Ensârî, talebesi İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’ye ilim öğrenmenin maksadı hakkında şöyle buyurmuştur: “Cenneti kazanmak için ilim öğrenen, doğru yolda kurtuluşa erer. Halkın nazarında değer kazanmak için tahsil görenlere ise, çok yazıklar olsun.”
Talebenin vasıfları: Talebe, ilmi, büyük bir gayret sarf ederek öğrenmelidir. Öğrendiği bilgileri sâdece fânî ve değeri az olan dünyâ gayeleri için kullanmamalıdır. Bir şâir şöyle diyor: “Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece ona değer verenler delîlsiz şaşırıp ortada kalırlar.”
Talebe, ilimden başka arzulanmayacak şeyleri arzu etmekle, kendini küçültmemelidir. Talebe, ilmi ve ilim adamlarını küçültecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır. Talebe, alçak gönüllü olmalıdır. Alçak gönüllülük, kibir ile tezellül arasında bir durumdur. Talebe, iffetli olmalıdır. İmâm-ı Rükneddîn, iffeti ve alçak gönüllülüğü bir eserinde şöyle ta’rîf ediyor “Şüphesiz ki alçak gönüllülük, Allahü teâlâya yakın kimselerin hasletlerindendir. Allahü teâlâdan korkan kişi, bununla yükseklere çıkar. Allahü teâlâ katında iyilerden mi, yoksa kötülürden mi olduğunu veya son nefesini küfür üzere mi, yoksa îmân üzere mi vereceğini veya vefât ettiği zaman rûhunun yükseklerde mi, yoksa alçaklarda mı olacağını bilmediği hâlde, gurûrlanan ne ahmaktır. Kibriya, Rabbimizin sıfatıdır. O’na mahsûstur. Sen kibirden sakın!”
İlim dalı seçmek, hoca seçmek ve arkadaş seçmek: Talebe, her ilimden en güzel bahisleri, bilhassa dînî konularda kendisine öncelikle gerekli olan bilgileri tercih etmeli, sonra gelecekte kendisi için lüzumlu olacakları öğrenmeye gayret etmelidir. Talebe ilim öğrenirken, ilm-i tevhîd, ya’nî îmânla ilgili bilgileri öne almalıdır. Talebe, ilim öğrenirken en eski bilgilerden başlamalıdır. Büyük âlimlerin vefâtından sonra ortaya çıkan cedel ve hılâf ilmiyle meşgûl olmaktan sakınmalıdır. Çünkü bu ilimler, talebeyi fıkıh bilgisinden uzaklaştırır.
Hocada aranılacak vasıflar: Talebe, ilmî seviyesi yüksek olan bir hocayı seçmelidir. Seçeceği hoca, insanların Allahü teâlâdan en çok korkanı olmalıdır. Hoca, mevcût hocaların en yaşlısı olmalıdır. Talebe, hoca seçerken ilim adamları ile meşveret etmelidir. Hoca seçerken erbâbı ile meşverette bulunmak gerektiği gibi, talebenin her işini yaparken meşverette bulunması gerekir. Zîrâ Allahü teâlâ, Peygamberine (s.a.v.) bütün işlerini yaparken Sahabe ile meşverette bulunmasını emretmiştir. Hâlbuki mü’minlerden hiçbiri, O’ndan daha akıllı değildir. Hoca seçimi konusunda iki ay düşün, meşverette bulun ki, sonradan o hocanı terk etmeye ihtiyâç duymayasın ve onun dersleri ile yetinesin. Böylece öğrendiğin ilim bereketli olur. Öğrendiğin bilgilerden pekçok insan faydalanır.
Sabırlı olmak: ilim öğrenirken sabırlı olmalıdır. Biliniz ki, sabır ve sebat, bütün işlerin üzerine bina edildiği büyük bir temeldir. Fakat çok az bulunur. Bir şâir şöyle demiştir: “Herkeste yüksek mertebelere sâhib olmak için kalben bir meyil vardır. Ancak insanlarda bunun için lüzumlu olan sabır ve sebat çok azdır.” Sabrın fazileti hakkında İslâm âlimleri şöyle demişlerdir: “Şecaat, ya’nî güçlülük bir an sabır edebilmektir.”
Talebenin bir hocanın derslerini sonuna kadar sabır ve sebat ile ta’kib etmesi, bir kitabı sonuna kadar okurken sabır ve sebat göstermesi, ilim dallarından birini kuvvetli bir şekilde öğrenmeden, diğer bir ilim dalına geçmemesi, bir yerde ilim tahsilini tamamlamadan başka bir yere gitmemesi gerekir. Çünkü bir hocadan öğrenilecek bilgileri tamamlamadan başka bir hocaya gitmek, bir kitabı tamamlamadan başka bir kitaba geçmek, bir ilim dalını iyice öğrenmeden, başka bir ilme geçmek, bir yerde kalması gerekirken, başka bir beldeye gitmek, ilim öğrenenin gayesini dağıtır, kalbi meşgûl eder, vaktinin zayi olmasına sebep olur, hocayı üzer.
Sıkıntılara göğüs germek: Talebe, sıkıntılara ve belâlara karşı sabırlı olmalıdır. Bir İslâm âlimi; “Maksada ulaşmanın hazîneleri, sıkıntı servetleri üzerine kurulmuştur” demiştir. Ya’nî çok sıkıntı çeken, istediği ihsân hazînesine kavuşur, ilim öğrenmek isteyen kişinin sıkıntılara karşı sabır etmesi gerekir. Hazreti Ali (r.a.) şöyle buyuruyor: “Dikkat edin ki, ilme ancak altı şeyle ulaşabilirsiniz. Bunların birincisi zekâ, ikincisi sabır, üçüncüsü çok arzulu olmak, dördüncüsü baliğ olmak, beşincisi ilim öğretici, müşfik ve mahir bir hoca, altıncısı uzun bir zamandır.”
İyi arkadaş seçmek: ilim öğrenirken seçilen arkadaşda şu özellikler bulunmalıdır: 1. Çalışkan olmalıdır. 2. Seçilen arkadaş takvâ sahibi ve Allahü teâlâdan korkan kişi olmalıdır. 3. Güzel huylu olmalıdır. 4. Anlayışlı olmalıdır. 5. Tenbel ve zamanını boşa harcıyan bir kimse olmamalıdır. 6. Çok konuşmamalıdır. 7. Fitne ve fesatçı olmamalıdır. Bu konuda şöyle denilmiştir: “Bir kimsenin iyi veya kötü olduğunu sorma, arkadaşına bak. Çünkü arkadaş arkadaşına uyar. Kişi kötülük sahibi ise, ondan sür’atle uzaklaş, hayır sahibi olduğu zaman ona yaklaş ki, doğru yolu bulasın.” Bir şiirde ise: “Tenbel kişilerle arkadaş olma, çok iyi kimseler vardır ki, arkadaşının kötülüğü ile bozulur. Ahmak kimsenin ahmaklığı, zekî ve akıllı kişilere sür’atle geçer ve ateş koru gibi, külün içine konunca söner.” Resûlullah efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Bütün çocuklar, müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonradan anaları ve babaları, hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar” buyuruyor. Fârisî bir atasözünde, arkadaşın insan üzerindeki te’sîri hakkında şöyle deniliyor: “Kötü arkadaş, zehirli yılandan daha kötü ve daha zararlıdır. Mekândan münezzeh olan Allahü teâlânın hakkı için, kötü arkadaş Cehenneme götürür.” iyi arkadaş edin ki, onun vasıtasıyla Cennetin yolunu bulasın. Bu konuda: “Eğer ilmi ve ilim ehlini veya gâibte bulunan bir kimseden haber veren bir şâhid arıyor isen, toprağı örnek al, ona i’tibâr et! Toprağı nasıl anıldığı vasıfla tanıyor isen, seçeceğin arkadaşı da arkadaşından tanı denilmiştir.”
İlme ve hocaya saygı göstermek: Bilinmeli ki, ilim taleb eden, ilme ve hocasına saygı göstermedikçe, ilme kavuşamaz ve öğrendiği bilgiden faydalanamaz, ilmi elde etmede maksadına ulaşanlar, ancak ilme ve hocaya saygı ile ulaşmışlardır, ilimde gayesine ulaşamayanlar ise, ancak bu duruma, saygıyı terk ettikleri için düşmüşlerdir. Bir İslâm âlimi şöyle buyuruyor: “Saygı tâattan hayırlıdır.” Öyle ki, insan Allahü teâlâya isyan etmekle, günah işlemekle kâfir olmaz, ama Allahü teâlânın emir ve yasaklarını küçümsemek sûretiyle saygısızlıkta bulunursa kâfir olur.
Hocaya saygı göstermek, ilme saygı göstermektir. Hazreti Ali şöyle buyurmuştur: “Hoca hakkını, her müslüman üzerine, korunması çok lüzumlu olan en büyük bir hak olarak gördüm.” Üstünlüğü yüzünden, öğrettiği her harfe karşılık, hocaya bin dirhem para hediye edilse azdır. Ya’nî hoca hakkı ödenilemez. Çünkü kişiye, dînî konularda muhtaç olduğu her harfi öğreten kişi, dînen onun babası sayılır.
Talebenin hoca karşısındaki tavrı: Talebe, hocasının karşısında şunlara dikkat etmelidir: 1. Hocasının önünden yürümemelidir. 2. Hocasının yerine, makamına oturmamalıdır. 3. İzin almadan hocasının yanında konuşmamalıdır. 4. Hocasına müsait zamanlarda soru sormalıdır. 5. Derse vaktinde gelmelidir. 6. Hocanın, Allahü teâlâya isyana sebep olmayan emirlerini yerine getirmelidir. Fakat Allahü teâlâya isyan söz konusu olduğu zaman, kula itaat yoktur.
Şöyle anlatılır: İmâm-ı Şems-ül-eimme el-Hulvânî birgün Buhârâ dışına çıkmıştı. Başına gelen bir hastalık yüzünden, bir köyde günlerce kalmak zorunda kaldı. Bu esnada bütün talebeleri kendisini ziyârete geldiler ve geçmiş olsun dileklerinde bulundular. Fakat talebelerinden Kâdı Ebû Bekr ez-Zencî, ziyâretine gitmedi. Daha sonra kendisi ile karşılaştığında, el-Hulvânî ona neden ziyâretine gelmediğinin sebebini sorunca, o da; “Annemin hizmeti ile meşgûl idim” dedi. Bunun üzerine el-Hulvânî ona; “Sen çok yaşarsın, ama ders okutma zevkine kavuşamazsın” dedi. Gerçekten de hocasının dediği gibi olmuş, Kâdı Ebû Bekr ez-Zencî, hayatının büyük bir kısmını köylerde geçirmiş ve ders okutma zevkine kavuşmamıştır.”
Hocasını gücendiren talebe, öğrendiği bilgilerin bereketinden mahrûm olur ve bu ilimden çok az faydalanır.
İlim öğrenirken dikkat edilecek husûslar: 1. Dersi saygı ile dinlemelidir, ilim öğrenen bir talebe, bir konuyu hocasından bin defa dinlemiş olsa, yine o konuyu hocası anlatsa saygı ile dinlemelidir. 2. Talebe, hocasına sormadan kendi başına bir ilim dalı seçmemelidir. Zîrâ hoca, öğrencisinin kabiliyetine göre hangi ilmi öğrenmesi gerektiğini daha iyi bilir. 3. Talebe dînî yönden kötü sayılan davranışlardan sakınmalıdır. 4. Talebe, kötü ahlâklar içinde bilhassa kibirli olmaktan ya’nî kendini büyük görmekten sakınmalıdır. Bir atasözünde şöyle denilmiştir: “İlim, kendini yüksek görenin düşmanıdır.” Bir şiirde; “Şeref ve büyüklük, Allahü teâlânın ihsânı iledir, insanın kendi gayret ve çalışması ile değildir. Fakat Allahü teâlânın ihsân ve fadlının ortaya çıkması için çalışmak gereklidir. Nice köleler vardır ki, bulunduğu yer i’tibâriyle hür makamında bulunur. Nice hür kişiler vardır ki, köle makamında bulunur” denilmektedir.
İlme sarılmak ve devam etmek: Talebe mutlaka ilme dört elle sarılmalı, dersine çalışmalı ve devam etmelidir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Bize itaat uğruna mücâdele edenlere, muhakkak kendi yolumuzu gösteririz” buyuruyor (Ankebût-69). Bu âyet-i kerîmede Allahü teâlâ, bizim yolumuzda ilim öğrenmek için çalışan ve bu uğurda cihâd edenleri başarıya ulaştırırız, buyurmaktadır, İlim öğrenmede, üç kişinin büyük gayret göstermesi lâzımdır. Bunlardan birincisi talebe, diğeri hoca, üçüncüsü ise eğer hayatta ise babadır. İmâm-ı Şafiî bir şiirde şöyle buyurmaktadır “Uzak olan herşeyi, çalışmak yaklaştırır. Her kapıyı ise gayret göstermek açar. İnsanoğlunun içerisinde ençok üzülecek olan kişi, geçim sıkıntısı çeken, gayret ve himmet sahibi kişidir. Allahü teâlânın kaza ve hükmüne delâlet eden delîllerden biri de, akıllı kişilerin yoksulluk, içinde, ahmakların ise, görünüşte güzel bir hayât içinde olmasıdır. Kime akıl ni’meti verilmişse o ekseriya zenginlikten mahrûm olmuştur. Akıl ile zenginlik, birbirinden tamamen ayrı iki zıt kutup gibidir.
Talebe, muhakkak gecenin evvelinde ve sonunda derse çalışmalıdır. Çünkü akşam ile yatsı arası ve sahur vakti mübârek vakitlerdir, İslâm âlimleri buyurdular ki: “Ey ilim yolcusu takvâya sarıl, uykudan uzak ol, tokluktan sakın, dersi bırakmadan ta’kib et. Çünkü ilim, derse devam etmekle çoğalır ve kalıcı olur.”
İlim öğrenen talebe, gençliğinin kıymetini bilmelidir. Bu husûsta şöyle söylenmiştir: “Çektiğin sıkıntı ölçüsünde umduğuna kavuşursun, ilim yolunda maksadına ulaşmak isteyen, gece kalkar, ders çalışır. Gençlik yıllarını ganîmet bil! Çünkü gençlik, her zaman devam etmez.”
Talebe ilim öğreneceğim derken, ilerideki çalışmalarına engel olacak vücûdunu ve sıhhatini zayıflatacak tarzda kendini zorlamamalıdır. İnsan, kendine karşı merhametli davranmalıdır. Çünkü her şeyde merhamet esastır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Şüphesiz bu din sağlamdır. Kendinizi sıkıntıya sokmadan, kolaylıkla ona koşun. Allahü teâlâya ibâdet konusunda, sıkıntıya sokarak nefsine buğz etme. Çünkü kuvveti kesilen adam, ne kendisi yolda bir mesafe alabilir, ne de bineğinde sırt bırakır” buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfte; “Nefsin, senin bineğindir. Bineğine karşı iyi davran” buyuruldu.
Talebe, ilimde gayret sahibi olmalıdır. Çünkü kişi himmet ve gayreti ile yükselir. Âlim Ebü’t-Tayyib bu konuda şöyle buyuruyor: “Gayret sahibi kişilerin, gayretleri nisbetinde gayeleri hâsıl olur. İyiliği nisbetinde bir kimseden iyilik görür. Gayreti az olan kişilerin gözünde iyiliğin küçüğü, büyük görünür. Büyük gayret sahibi kişilere ise, büyük işler küçük görünür.“
Radıyyüddîn en-Nişâbûrî, “Mekârim-i Ahlâk” adlı eserinde şöyle bir hikâye nakl etmektedir İskender-i Zülkarneyn, doğuyu ve batıyı zapt etmek için sefere çıkmak istediği zaman, âlimlerle meşverette bulunmuş ve; “Bu kadar küçük bir dünyâ mülkü için, nasıl böyle bir sefere çıkayım? Çünkü dünyânın hepsi azdır. Dünyâ mülkü küçüktür. Böyle bir mülk için sefere çıkmak ise, yüksek bir ideal değildir” dedi. Bunun üzerine meşverette bulunduğu âlimler kendisine; “Allahü teâlânın sözünü yüceltmek için cihâd etmeli ve sefere çıkmalısın. Bu gaye ile, âhıret ve dünyâ mülkünü elde etmelisin” deyince, o da; “Bu fikir çok güzel” dedi.
Medîneli İmâm Ebû Nasr es-Saffâr şöyle buyuruyor: “Ey nefs, ey nefs! Vekarlı ve yumuşak huylu olduğun hâlde, iyilik, takvâ ve adâlet husûsunda çalışmaktan gevşeme. Hayırlı bir işte çalışana herkes gıbta eder. Tenbel olan herkes belâdadır.”
Burhâneddîn ez-Zernûcî ise bu konuda şöyle buyuruyor: “Ey nefsim! Tenbelliği ve gayret noksanlığını terk et! Gayeden mahrûm olmak ve pişmanlıktan başka, tenbellere verilen bir nasîb görmedim.” Bu konuda yine şöyle buyurulmuştur “Nice acizlik ve pişmanlık vardır ki, insanda tenbellikten ötürü meydana gelir. Tenbellikten ve şüpheye dalmaktan sakın! Bilmediğin ve şüphelendiğin herşey tenbelliktendir.”
Talebe ilmin üstünlüğünü düşünerek kendini tahsile, çalışmaya, derse devam etmeye zorlamalıdır. Çünkü ilim, bilinen şeylerin tekrar etmesi sayesinde yaşar. Hazreti Ali bu konuda şöyle buyurmuştur: “Cebbar olan Allahü teâlânın bize yaptığı taksime râzıyız. Bize ilim verdi. Düşmanına ise mal verdi. Şüphesiz mal, yakın zamanda yok olur. Allahü teâlânın ilmi ise yok olmaz, devamlı kalır.”
Faydalı ilim sebebiyle, ilim sahibi, ölmeden ve öldükten sonra iyi bir şekilde anılır. Hasen bin Ali el-Mergınânî şöyle buyurdu: “Câhiller, ölmeden evvel ölüdürler. Âlimler ise, ölseler bile diridirler.”
Burhâneddîn Mergınânî bu husûsta şöyle buyurdu: “Cehâlet sahipleri, ölmeden ölmüşlerdir. Câhillerin bedenleri, daha kabre girmeden cesed halindedir, ilim ile yaşamayan kişi, ölüdür, ilim sahibinin kemikleri toprak altında çürüse de, öldükten sonra canlıdır. Câhil kişi, toprak üstünde yürüse bile, yok olduğu hâlde yaşıyanlardan sayılır. Hatırla ki, ilim rütbesi, bütün rütbelerin en üstünüdür, ilmin nihâî şerefine ulaşmak istemeyene yazıklar olsun, ilim baştan başa bir nûrdur, körlere yol gösterir. Câhil, her zaman karanlıklar içindedir, ilim yüksek bir dağ gibidir. Ona sığınanı korur. Kurtuluş ilim iledir. Fakat insanların bundan haberi yok. İlmi isteyen, bütün maksatlarını istemiş olur. Ey akıl sahibi! ilim yüksek bir makamdır. Ona kavuşulduğu zaman, diğer bütün makamlar yok olur. Bütün dünyâ ni’metlerini kayıp etsen de, gözlerini kapa, üzülme! Çünkü ilim, Allahü teâlânın en hayırlı ihsânıdır.”
Talebenin ilim öğrenmeye başlarken dikkat edeceği husûslar: 1. İlim öğrenmeye başlayan talebe, anlayışına en yakın olan ilimden başlamalı. 2. Talebe dersini ezberleyip, çok defa tekrarladıktan sonra yazmalıdır. Çünkü öğrendikten sonra yazmak çok faydalıdır. 3. Talebe anlamadığı konuyu yazmamalıdır. Çünkü bu durum insana usanç verir, zekâyı öldürür ve zamanın zayi olmasına sebeb olur. 4. Talebe, dersi hocanın ağzından dinleyip anlamaya çalışmalıdır. 5. Talebe, derste gayretli olmalı ve bu husûsta Allahü teâlâya duâ edip yalvarmalıdır. 6. Talebe, öğrenim sırasında muhakkak dersi ile ilgili müzâkerede bulunmalıdır. Müzâkerede bulunurken ağırbaşlı olmalıdır. Müzâkerenin gayesi meşveret etmektir. Sinirli bir hâlde meşveret etmekle, doğru bir düşünce ortaya çıkmaz. 7. Talebe her zaman ilmin inceliklerini düşünmeli, ilmî konularda düşünmeyi âdet hâline getirmelidir. Bu konuda; “Düşün! Maksadına ulaşırsın” denilmiştir. 8. Talebe ve fakîh, konuşmadan önce düşünmelidir. Böyle yaparsa, konuşulan söz isâbetli olur. Çünkü söz, oka benzer. Bir okun hedefine ulaşabilmesi için nasıl düzgün olması gerekiyorsa, sözün de hedefine varması için, düzgün ve yerinde olması lâzımdır. 9. Talebe, her zaman ve her durumda, herkesten faydalanmalıdır. 10. Talebe yerli yerinde ve çok soru sormalıdır. İbn-i Abbâs’a; “Bu ilmî dereceye nasıl kavuştun?” diye soruldukta; “Çok soru soran bir dil, çok düşünen bir kalb ile” cevâbını verdi. 10. Talebe, Allahü teâlâya, dil, kalb, mal ve diğer a’zâlarıyla şükr etmeli ve anlamayı, bilgiyi ve başarıyı Allahü teâlâdan bilmelidir. Duâ etmek ve yalvarmak sûretiyle, Allahü teâlâdan hidâyet istemelidir. 11. Talebe, cimrilik yapmaktan cenâb-ı Hakka sığınmalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Cimrilikten daha büyük bir hastalık var mı?” buyuruyor. 12. Talebe, parası ile kitap satın almalı ve parasını kitap satın almak için harcamalıdır. Böylece, parası ilim öğrenmesine yardımcı olur. 13. Talebe ve hoca, sâdece Allahü teâlâdan ummalı ve yalnız cenâb-ı Haktan korkmalıdır. 14. Talebe, dersini tekrar etme konusunda kendisi için belli bir sayı ta’yin etmeli ve bu sayı kadar dersi tekrar etmelidir. 15. İlim öğrenen talebe, Allahü teâlâya tevekkül etmeli, geçim işini düşünerek kederlenmemeli ve kalbini, rızık endişesi ile meşgûl etmemelidir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Kim Allahü teâlânın dîni hakkında bilgi edinmek isterse, cenâb-ı Hak ona istediğini verir ve onu ummadığı taraftan rızıklandırır” buyuruyor. 16. Talebe, gücünün yettiği ölçüde dünyâ işleri ile ilgisini azaltmalıdır. 17. Talebe, ilim öğrenmek için çıktığı yolda engellere ve sıkıntılara katlanmalıdır. Bu yolda elde edilecek mükâfat, çekilen güçlük ve sıkıntı nisbetindedir. İlim yolunda sıkıntılara göğüs gererek ilmin tadını tadan kimse, dünyânın diğer zevklerinden duymadığı lezzetleri duyar. 18. Talebe, ilimden başka şeylerle meşgûl olmamalı ve fıkıh bilgisinden yüz çevirmemelidir.
İlim öğrenmenin zamanı: ilim öğrenmenin zamanı, beşikten mezara kadardır. Rivâyet edildiğine göre, İmâm-ı a’zamın talebesi İmâm-ı Hasen bin Ziyâd, seksen yaşında iken fıkıh ilmini öğrenmeye başlamış, bundan sonra kırk yıl fıkıh ilmini öğrenmek için çalışmış, bu ilmi öğrendikten sonra, kırk yıl fıkhî konularda ders vermiştir. Buradan anlaşıldığı gibi, ilim öğrenmek her çağda lâzımdır. Fakat ilim öğrenmede en faziletli çağ, gençlik yıllarının ilk dönemleridir, ilim taleb eden, bütün zamanını ilim ile meşgûl olarak geçirmelidir. İmâm-ı Muhammed Şeybânî, geceleri uyku uyumaz, defterini yanına koyarak, birinden usandığı zaman diğerine bakardı.
Nasihat verici olmak: ilim sahibi, şefkatli ve nasihat veren bir kişi olmalı, hasetçi olmamalıdır. Burhâneddîn Mergınânî; “Hocanın oğlu âlim olur” buyurdu. Çünkü hoca, talebelerine Kur’ân-ı kerîmi öğretmek ister. Bu inancı ve talebelere şefkatli davranmasından dolayı, onun oğlu da âlim olur.
Şöyle anlatılır: “Büyük âlim Burhân-ül-Eimme, bütün talebelerine ders verdikten sonra, günün en sıcak vaktini iki oğlu Sadr-üş-Şehîd Hüsâmeddîn ve Sa’îd Tâcüddîn’e ayırırdı. Çocukları kendisine; “Bu vakitte bize usanç geliyor, bunalıyoruz” dediklerinde, Burhân-ül-Eimme; “Yabancı beldelerden garîb talebeler ve büyük insanların çocukları bana geliyorlar. Bu sebeple, onların derslerini, sizin dersinizden önce yapmam gerekir” dedi. O’nun öbür talebelere karşı olan bu şefkati sayesinde iki oğlu da zamanlarının fıkıh âlimlerinin en üstünlerinden olmuşlardı.”
Talebe, kimse ile münâkaşa etmemeli, kimseye hasım olmamalıdır. Çünkü münâkaşa etmek, vakitleri öldürür.
Bir müslüman hakkında sû-i zan etmekten sakınmalıdır. Sû-i zan, kötü niyetten doğar. Âlim Ebü’t-Tayyib şöyle buyurmuştur: “Kişinin işi kötü olursa, zannı da kötü olur. Böyle insan, âdet hâline getirdiği vehim ve kuruntuları tasdîk eder. Düşmanlarının sözü ile dostlarına düşmanlık eder. Sevdikleri hakkında gece karanlığı gibi şüpheye düşer.”
Takvâ sahibi olmak: Takvâ sahibi bir kişi olmak için şunlara dikkat etmelidir: 1. Allahü teâlâya yakın olmalı ve ondan çok korkmalıdır. Allahü teâlâya, ibâdet etmek sûretiyle yaklaşılır. 2. Çok konuşmaktan sakınmalıdır. 3. Dedikoducu insanlarla oturmamalıdır. Bir fıkıh âlimi, bir talebesine şöyle tavsiyede bulundu: “Başkalarını dedikodu eden, çok konuşan kimselerle oturup kalkmaktan sakın!” 4. Talebeler; bozuk, isyankâr ve vaktini boşuna harcıyan kimselerden sakınmalıdır. 5. Mazlûm kişilerin bedduâsından sakınmalıdır. Çünkü mazlûm kişilerin bedduâsı, Allahü teâlânın indinde kabûl olur.
Hâfızayı kuvvetlendiren husûslar: Okuduğunu aklında tutmanın en kuvvetli sebebleri şunlardır: 1. Derse gayretle çalışmak. 2. Derslere devam etmek. 3. Az yemek yemek. 4. Gece kalkıp namaz kılmak. 5. Kur’ân-ı kerîm okumak, İslâm âlimlerinden birisi şöyle buyurmuştur: “Yüzüne bakarak Kur’ân-ı kerîmi okumaktan daha çok hafızayı güçlendiren bir şey yoktur.” 6. Kitap okumaya başlarken Besmele çekmek. 7. Kitabı kaldırırken şu duâyı okumak: “Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi velâ ilahe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm-il-azîz-il-alîmi adede külli harfin kütibe ve yektübü ebed-el-âbidîne ve dehr-ed-dâhirîne.” 8. Peygamber efendimize (s.a.v.) çok salevât getirmek. 9. Kötülükleri terk etmek. 10. Misvak kullanmak. 11. Bal şerbeti içmek. 12. Aç karnına, her sabah yirmibir adet siyah üzüm yemek. 13. Balgamı azaltan bütün yiyecekler de hafızayı kuvvetlendirir.
Unutkanlığa sebeb olan husûslar: 1. Allahü teâlâya karşı işlenen kötülükler. 2. Günahların çok olması. 3. Düşünce ve üzüntünün çokluğu. 4. Dünyâ işleri ile çok ilgilenmek ve çok meşgûl olmak. Dünyâ işleri ile lüzumundan fazla uğraşmak, insanın sıhhatine zararlıdır. Dünyâ işleri kalbi karartır. Âhıretle ilgili işler ise kalbi nurlandırır ve namaz kılarken te’sîrini gösterir. Namazını gönül hoşluğu ile kılar ve kıldığı namazdan lezzet duyar.
5. Ekşi elma yemek. 6. Asılmış olan kimseye bakmak. 7. Kabir taşları üzerindeki yazıları okumak. 8. Yakaladığı biti öldürmeden yere atmak. 9. Ense çukurundan şişe ile kan aldırmak.
Fakirliğe sebeb olan husûslar: 1. Yalan söylemek. 2. Ayakta bevl etmek. 3. Cünüb iken yemek yemek. 4. Çıplak olarak yatakta yatmak. 5. Bir yere yaslanarak yemek. 6. Ekmek ufağını hor görüp basmak. 7. Soğan ve sarımsak kabuklarını ateşe atmak. 8. Gece vakti ev süpürmek ve süprüntüleri evde bırakmak. 9. Yaşlı insanların önünde yürümek. 10. Ana-babayı adı ile çağırmak. 11. Eline geçirdiği ağaç ve süpürge çöpü ile dişini karıştırmak. 12. Kapı eşiğinde oturmak. 13. Elbisesini üzerinde dikmek. 14. Evde örümcek yuvası bırakmak. 15. Elini balçıkla yıkamak. 16. Bevl ettiği yerde abdest almak. 17. Çanağı ve çömleği yıkamadan yemek koymak. 18. Aç iken soğan yemek. 19. Sabah namazını kılınca mescidden acele ile çıkmak. 20. Pazara erken gidip, geç dönmek. 21. Yoksul kimseden ekmek satın almak. 22. Babaya ve anaya kötü duâda bulunmak. 23. Kap kaçağı örtüsüz bırakmak. 24. Çırayı ve mumu üflemek. 25. Her işe Besmelesiz başlamak. 26. Pantalonu ayakta giymek.
Zenginliğe sebeb olan husûslar: 1. Sadaka vermek. 2. İşe erken başlamak. 3. Güler yüzlü olmak. 4. Hoş sözlü olmak. 5. Evin etrâfını süpürmek. 6. Namazını, büyük saygı ve korku ile, Allahü teâlâya karşı boyun eğerek, ta’dîl-i erkânına riâyet ederek, vâciblerini, sünnetlerini, âdabını yerine getirerek kılmaktır. 7. Kuşluk namazını kılmak. 8. Ezandan önce mescidde bulunmak. 9. Devamlı abdestli dolaşmak. 10. Sabah namazının sünneti ile, vitir namazını evde kılmak. 11. Dünyâ ve din için faydası bulunmayan boş sözler konuşmamak. 12. Sabah namazından sonra yetmiş kere “Estağfirullah” demek. 13. “La havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm” sözünü çok tekrarlamak. 14. Her Cum’a günü yetmiş kere “Allahümme agninî bihalâlike an harâmike ve ekfinî bifadlike ammen sivâke” duâsını okumak.
Ömrün uzamasına sebeb olan husûslar: 1. Başkalarına devamlı iyilikte bulunmak. 2. İnsanlara eziyet etmeyi terk etmek. 3. Yaşlılara karşı saygılı olmak. 4. Akrabaya karşı iyilikte bulunmak ve onları ziyâret etmek. 5. Zarûret olmadıkça yaş ağaçları kesmekten sakınmak. 6. Abdesti sünnete uygun ve âdabı ile almak. 7. Namazları ta’dîl-i erkânına uygun kılmak. 8. Büyük bir saygı ile Kur’ân-ı kerîm okumak. 9. Sıhhat kaidelerine riâyet ederek kendini zararlı şeylerden korumak.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Keşf-üz-zünûn cild-2
2) Ta’lîm-ül-müte’allim
3) Brockelmann Gal-1, sh. 379, 429