ALİ BİN HÜSEYN EL-HARÎRÎ

Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebü’l-Hasen olup ismi, Ali bin Hüseyn el-Harirî el-Mensûr’dur. Doğum târihi belli olmayıp, 645 (m. 1247) senesinde vefât etti. Ali el-Harîrî’nin çok kerâmetleri görüldü. Havran’ın Büsr köyünden ve “Benûz-Zemân” denilen aşirettendir. Daha küçük yaşta iken Şam’a geldi ve orada yetişti. Zâten annesi Şamlı olup, Emîr Karvaş bin Müseyyib el-Ukaylî’nin soyundan idi. Ebü’l-Hasen el-Harirî daha küçük iken babası vefât etti. Amcasının himâyesinde büyüdü. Geçimini te’min etmek için, amcasının mesleğini öğrendi.

Şeyh Ebû Ali el-Magribî’den ilim öğrendi ve onun sohbetlerini dinledi. Ebü’l-Hasen el-Harîrî, derecesi yüksek, hâl ve kerâmet sahibi, cesur, vekar sahibi bir zât idi.

Es-Sirâc şöyle anlatır: “Harezm taraflarından bir fesad topluluğu Şam civârına geldiler. Ali Harîrî’nin doğum yeri olan Büsr denilen yere yaklaştılar. O civarda çok zulüm ve eziyet yaptılar. Ebü’l-Hasen el-Harîrî, talebelerinden birine; “Gel seninle bu zâlim kimselere gidelim” dedi. O talebe çok korktu ve; “Efendim, bu zâlim kimseler, bize zarar verirler. Biz yalnızız. Onlara bişey dememiz hâlinde, etrâfa daha çok zarar verirler” dedi. Ebü’l-Hasen el-Harîrî: “Kalk gidiyoruz. Bakalım Allahü teâlâ ne gösterecek” buyurarak, bineğine bindi. Talebesiyle onların çadırlarının kurulu olduğu yere gitti. Onlar Ali el-Harîrî’yi tanımadıkları hâlde. Sultanları karşıladıkları gibi, karşıladılar. Ali el-Harîrî, heybet ve Şiddetle onların karşılarına geçip, yaptıkları zulme son vermelerini, iyi kimseler olmalarını nasihat etti ve her kelimeyi söylerken, elindeki asasını yere vurarak tenbîhte bulundu. Onların reîsi, söylenen sözler karşısında birşey diyemedi. Başını önüne eğdi. Daha sonra adamlarını alıp o bölgeden uzaklaşıp gitti.”

Şöyle anlatılır: “Talebelerinden biri, Ali el-Harîrî hazretlerine gelip, hacca gitmek istediğini bildirdi ve izin istedi. Ali el-Harîrî de ona küçük bir çanta verdi ve içinden ihtiyâç miktarı kadar parayı harcamasını, geri kalanı iade etmesini tenbîh etti. O zât çantayı açtığında bir dirhem (gümüş para) olduğunu gördü ve bunun az olması sebebi ile üzüldü ve geri vermek istedi. O anda Ali el-Harîrî’nin ma’nevî hâli kendisini kapladı ve bunda bir hayır var diyerek o parayı harcadı. Çantayı tekrar açtığında, bir dirhem daha olduğunu gördü. Böylece, yol boyunca bütün ihtiyâçlarını karşıladı. Döndüğü zaman çantayı hocasına iade etti ve bu durumun hocasının kerâmeti olduğunu anladı.”

Yine şöyle anlatılır: “Büyük âlim Takıyyüddîn bin Salâh ile Ebü’l-Hasen el-Harîrî hazretleri bir yerde bir araya geldiler. Ali el-Harîrî; “Misâfirimize birşey ikram etmemiz îcâb eder” dedi. O anda oradan bir koyun sürüsü geçmeye başladı. Talebelerinden birine; “Git, yüz dirhem kıymetinde olan şu vasıftaki koyunu al getir” buyurdu. Orada bulunan Takıyyüddîn bin Salâh; “Her hâlde Şeyh Ali beni imtihan etmek ister. Bu koyunun etini yemiyeceğim” diye içinden geçirdi. Daha sonra sofra kuruldu. O esnada dışarıdan birisi geldi ve; “Bugün buradan bir koyun sürüsü geçti mi?” diye sordu. Oradakiler; “Niye soruyorsun?” dediklerinde, “O sürüde yüz dirhem kıymetinde bir koyunum vardı. Vasıfları şöyle şöyle idi. Ben onu Ali Harîrî hazretlerine ve sevdiklerine nezretmiştim” dedi. Oradakiler; “Evet bahsettiğin vasıftaki koyun, şu sofradaki koyundur” dediler. O kişi de; “Elhamdülillah koyun sahibini bulmuş” dedi. O zaman Ali el-Harîrî, Takıyyüddîn bin Salâh’a nazar etti ve “Kişi dâima hüsn-i zanda bulunmalıdır.” dedi. Takıyyüddîn bin Salâh; “Tövbeler olsun, tövbeler olsun” deyip af diledi.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-ül-evliyâ sh. 450

2) Fevât-ül-vefeyât cild-3, sh. 6

3) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 231

4) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 174

5) Zeyl-i Ravdateyn sh. 180

6) El-Bidâye ven-nihâye cild 13, sh. 173

7) El-A’lâm cild-4, sh. 279