Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebü’l-Abbâs olup ismi, Ahmed bin Mûsâ bin Ali bin Ömer bin Acil el-Yemenî’dir. Yemen’de yetişen Ahmed el-Yemenî, aynı zamanda fıkıh âlimi, zâhid ve çok ibâdet eden bir zât, idi! Kerâmetleri pekçok idi. 690 (m. 1291) senesi Rebî’ül-evvel ayının yirmibeşinde Beyt-i fakîh’de vefât etti. Cenâzesi yıkanırken çok parlak bir nûr görüldü. Kabri ziyâret mahallidir.
Ahmed el-Yemenî’nin bulunduğu şehirde, önceleri hiç ev yoktu. Ahmed el-Yemenî ev yapıp oraya yerleşince, insanlar onun evinin çevresine yerleşmeye başladılar. O yer, zamanla bir şehir hâline geldi. Ahmed el-Yemenî hazretlerinin soyundan, sâlih, fakîh, zâtlar geldi. Hepsi Allahü teâlâya ibâdetle meşgûl olup, insanlara faydalı olmaya çalıştılar.
Şöyle anlatılır: “Ahmed Yemenî hazretleri birgün saralı bir hastanın yanına geldi. Ona Yûnus sûresi ellidokuzuncu âyet-i kerîmesini okudu. O hastaya musallat olan cin büyük bir çığlık koparıp ondan ayrıldı. Ahmed el-Yemenî hayatta olduğu müddetçe o cin bir daha geri gelmedi. Ne zaman ki Ahmed el-Yemenî vefât etti. Cin tekrar ona musallat oldu. Ahmed el-Yemenî’nin talebeleri o hastanın yanına gidip, aynı şekilde hocalarının okuduğu âyet-i kerîmeyi okudular. O zaman cin güldü ve; “Âyet bu âyettir. Lâkin okuyan, önce okuyan kişi değil” deyip, ondan ayrılmadı.”
İmâm-ı Yâfiî anlatır: “Yemenli birisinin elinde bir ur çıkmıştı. Birçok beldeleri ve birçok kimseleri dolaştı. Şifâ bulması için dolaştığı yerlerde gerekli ilaçları kullandıktan sonra, o yerin büyüklerinden duâ istedi. Fakat rahatsızlığı geçmedi. En sonunda Ahmed el-Yemenî hazretlerine gelerek, elindeki bu rahatsızlığın geçmesi için duâ istedi. O da; “La havle velâ kuvvete illâ billâh, getir bakalım elini” dedi ve eliyle mesh edip bir bezle sardı. Sargıyı memleketine dönünceye kadar açmamasını tenbîh etti. Yemenli oradan ayrıldı ve arkadaşlarıyla birlikte yola koyuldular. Yol üzerinde bir köye uğrayıp alış-veriş yaptılar. Elinde ur olan Yemenli sarılı olan sağ elinin sargısını unutarak açtı ve yemek yedi. Bir de baktı ki, elindeki yaradan hiçbir eser kalmamıştı ve diğeri gibi sapasağlamdı.”
Ez-Zebîdî şöyle anlatır: “Ahmed el-Yemenî, her sene hacca giderdi. Hac yolculuğunda, hiç bir eşkiya ve düşman, kendisinin bulunduğu kâfileye hücum edip zarar vermezdi. Eğer zarar vermek istese, cezalarını çok çabuk görürlerdi.”
Ahmed el-Yemenî, yine bir kâfile ile hacca gitti ve âdeti üzere Mekke-i mükerremeden, Resûlullahı (s.a.v.) ziyâret için, Medîne-i münevvere yoluna koyuldular. Medine’ye yaklaştıklarında bir eşkiya grubu ile karşılaştılar. Kâfilede herkes korktu ve telâşa düştü. Ahmed el-Yemenî sessiz olarak bir yerde edeble durdu. Kâfiledeki Ali bin Nuaym adındaki zât, Ahmed el-Yemenî hazretlerinin yanına gelerek, böyle sakin beklemesinin sebebini sordu. O da; “Ey Ali! Allahü teâlâya karşı ve O’nun Resûlüne karşı edeb lâzımdır” deyip Medine cihetini gösterdi. Daha sonra da kâfilenin ilerlemeyip konaklamasını istedi. Herkes bineklerinden indi. Orada bir gün bir gece beklediler. Eşkiyalar onların bu beklemelerini fırsat bilip, yağma etmek için kâfileye daha da yaklaştılar, ikinci gün güneş doğunca, Medine tarafından askeri bir kuvvet hızla geldi ve eşkiyayı kıskıvrak yakaladılar. Kâfiledekiler, bu yardıma çok sevindiler ve bizim bu durumumuzdan nasıl haberdar oldunuz? diye sordular. Onlar da; “Dün Medine’de, öğle vakti bir ses duyduk. Şöyle diyordu: “Eşkiya, Ahmed el-Yemenî’nin bulunduğu kâfileye hücum edecek, hazırlanın, hazırlanın!” Medine vâlisinin emri ile hareket ettik” dediler. Kâfilede bulunanlar, bu vaktin, Ahmed el-Yemenî’nin “Edeb lâzım” dediği vakit olduğunu anladılar.”
Büyük âlim Cemâleddîn el-Esnevî anlatır: 679 (m. 1280) senesi Şa’bân ayının yirmibirinde idi. Gece rü’yâmda boşlukta bir topluluk gördüm. Yerden insanlar ona doğru koşuyorlardı. Ben bunların kim olduğunu sordum. “Resûlullahın (s.a.v.) topluluğu” dediler. Ben de hemen oraya koştum. Resûlullahı (s.a.v.) gördüm. Bir yere oturmuşlar, sağında ve solunda iki zât vardı. Mübârek ayak ucunda da birisi dizleri üzerine oturmuş ve elindeki bir kitaptan Resûlullaha (s.a.v.) okuyordu. Ben, Resûlullahın mübârek elini öptüm. Resûl-i ekrem (s.a.v.), bana hafifçe duâ ettiler. Geri çekildim ve oraya gelenlerle birlikte durdum. Orada bulunanlardan birisine, Resûlullahın yanında oturan zâtların kim olduğunu sordum. O da; “Resûlullahın sağında oturanın Hazreti Ebû Bekr, solunda oturanın Hazreti Ömer, önde diz çöküp oturmuş olan zât da Ahmed bin Mûsâ el-Yemenî’dir” dedi. Ben hayretle; “Yüksek dereceye çıkmış” dedim. O kişi; “Evet, öyledir” dediği an uyandım.
Şöyle anlatılır: “Ahmed el-Yemenî hazretleri, bir gece herkes uykuda iken, abdest almak için elinde bir kova ile dışarı çıktı. Kovayı kuyuya sarkıtıp su çekmek istedi. Kuyunun durumu i’tibâriyle zorlandı. O esnada, birisi geldi ve kolaylıkla kovayı çekti. Sonra Ahmed el-Yemenî’ye, “Size yardım için gönderildim” diyerek kayboldu.”
Ahmed el-Yemenî’nin kerâmetleri pek çoktur. Kâ’be’yi ziyârete gittiğinde, her tarafı nûr kaplar, Kâ’be’nin nûru ziyâdeleşirdi. Vefâtından sonra Ahmed el-Yemenî’nin kabrini ziyâret edenler, onun, kabrinde Nûr sûresini okuduğunu işittiler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 312
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 189
3) Brockelmann Sup. 1, sh. 461