ABDÜLMÜN’ÎM BİN ALİ EL-HARRÂNÎ

Harran’da yetişen Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Abdülmün’îm bin Ali bin Nasr bin Mensûr bin Hibetullah en-Nümeyrî el-Harrânî’dir. Harran, bugünkü Türkiye’nin Urfa vilâyetinin civârında bulunan geniş bir ovanın adı olup, buradaki aynı isimdeki bir şehrin adıdır. Oraya nisbetle “Harrânî” denildi. Künyesi Ebû Muhammed olup, lakabı “Necmeddîn”dir. Doğum târihi hakkında kaynak eserlerde bilgi verilmemektedir. Hanbelî mezhebinde yüksek bir fakîh olarak yetişmiş olup, vâ’izlik yapardı. Büyük fakîhlerle beraber fetvâ verirdi. İlim tahsili için birçok yerleri dolaştı. 601 (m. 1204) senesi Rebî’ül-evvel ayında Bağdad’da vefât etti. Bâb-ı Harb kabristanına defnedildi.

Abdülmün’îm hazretleri, ilk defa, küçük yaşta iken Bağdad’a geldi. Orada, İbn-ül-Mennî diye meşhûr olan Ebü’l-Feth Nasr bin Fityân’dan Hanbelî mezhebinin fıkıh bilgilerini okuyup öğrendi. Bu mezhebde, yüksek bir mevki kazandı. Herkesten, çok i’tibâr gördü. Ebü’l-Feth Ubeydullah bin Abdurrahmân bin Şâtil ile Ebû Se’âdât Nasrullah bin Abdurrahmân bin Razîk el-Kazzâz’dan ve daha başka birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Sonra Harran’a döndü. Orada va’z ve nasihat etmeye başladı. Herkes tarafından beğenilip kabûl edildi. Necmeddîn Abdülmün’îm, Necîb Abdüllatîf ve Abdülazîz ismindeki iki oğlu ile beraber, 596 (m. 1199) senesinde ikinci defa Bağdad’a geldi. Kendisi ve iki oğlu, çok hadîs-i şerîf dinlediler. Birçok âlimin derslerine devam edip, onlardan ilim öğrendi ve okuduklarını yazdı. Çok ilim sahibi oldu. Fıkıh âlimlerinin ilim meclislerinde, onlarla ilmî münâzaralarda bulundu. Ders okutmaya başladı. Kendisinden çok talebe faydalandı. Bağdad’ı kendisine vatan edindi. Orada, kendisine çok çeşitli yerlerde va’z meclisleri kurup nasihat etti. İbn-i Neccâr bunu şöyle anlatır: “O, va’zlarında yumuşak konuşur, güzel kelimeler, lafızlar seçerek gayet tatlı ibâreler kullanırdı. Ondan az şey yazdık. O, sağlam, güvenilir bir râvî olup, devamlı araştırırdı. Güzel bir yolda bulunuyordu. Dînine çok bağlı, vera’ sahibi, nezîh ve iffetli bir kimse idi. Çok fakir olmakla beraber, kimseden birşey istemezdi. Çok güzel eserleri ve mükemmel şiirleri vardır. Va’zları çok te’sîrli olup, anlatmak istediğini gayet açık, anlaşılabilir bir şekilde ifâde ederdi. Ahlâkı güzel, tabiatı latif ve mütevâzi olup, sohbetleri çok tatlı idi.”

İbn-i Cevzî’nin torunu Ebü’l-Muzaffer diyor ki: “O, sâlih, dindar, nezîh, iffetli, zekî, latif, mütevâzî ve çok haya sahibi bir zât idi. Dedemi ziyârete gelir ve bizimle beraber hadîs-i şerîf dinlerdi.” Yine dedi ki: “Onun, Bâb-ı Meşri’a’daki ilim meclisinde hazır bulundum. O konuşmasında cinas yapıyordu. Kendisinin şiir söylediğini de işittim.”

Nâsıh bin Hanbelî diyor ki: “O, fıkıh ilmi ile meşgûl oldu. Hadîs-i şerîf dinleyip, bizim hocamız İbn-ül-Mennî’den ders okudu. Hılâf ilminin mes’elelerinde de çok konuştu. Va’z ve nasihat ile meşgûl oldu. Nazm ve nesirle yazıp konuşurdu. Harran’a dönüp, orada bir müddet va’z etti. Sonra Dımeşk’a gitti. Benim meclisimde hazır bulundu.”

İbn-i Kâdisî diyor ki: “O, dindar, sâlih ve ma’rifet sahibi bir zât olup, ibâreleri tatlı, sözleri yumuşak, zekî ve mütevâzi idi.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 194

2) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh. 36

3) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 3, 4

4) Et-Tekmiletü li-vefeyât-in-nakile cild-3, sh. 51, 86

5) Zeyl-i Ravdateyn