ABDULLAH EL-ACEMÎ

Evliyânın büyüklerinden. İsmi. Şeyh Abdullah el-Acemî’dir. Bîre yakınındaki Kefertaşe köyünde ikâmet ederdi. Bağbahçe ile uğraşır, çiftçilik yapardı. Üstün hâller ve kerâmetler sahibi bir zât idi. 640 (m. 1242) senesinde, doğduğu yer olan Kefertaşe’de vefât etti. Kabri ziyâret mahallidir.

Şöyle anlatılır: “Melik ez-Zâhir Mücîrüddîn, birgün Abdullah el-Acemî hazretlerinin bulunduğu köye uğradı. Bir bahçede Abdullah el-Acemî’yi çalışırken gördü. Ona seslenerek, tatlı bir nar ikram etmesini istedi. Abdullah el-Acemî de bir nar kopararak, ikram etti. Melik, narın tadına bakınca, onu ekşi buldu. O zaman Abdullah el-Acemî utandı. Çünkü o bahçede yetişen narlardan hiç tatmamıştı. Hemen iki rek’at namaz kılarak, duâ etmeye ve cenâb-ı Hakka yalvarmaya başladı. O sırada Allahü teâlâ, Melik ez-Zâhir’in gözündeki perdeyi kaldırdı. Melik, oradaki bütün ağaçların secde ettiklerini gördü. Bunun üzerine hemen attan inerek, Abdullah-i Acemî hazretlerinin ayaklarına kapandı ve ayaklarını öpmeye başladı. Abdullah el-Acemî ne kadar mâni olmak istediyse de, o öpmek için ısrar etti ve gördüklerini anlattı. Melik, Abdullah el-Acemî’den kızı ile evlenmesini istedi. Abdullah-i Acemî hazretleri kendisinin birşeyi olmadığını söyledi ise de, sultan ısrar ile kızını ona verdi. Hemen saraya gidip, durumu hanımına anlatıp, kızını Abdullah-i Acemî’ye verdiğini söyledi. Hanımı da bu evliliğe rızâ gösterdi. Kızın çeyizini, üçyüz deve ile, sultan, kızına lâyık bir düğün alayıyla, Abdullah el-Acemî’ye gönderdi. Düğün alayı Abdullah-i Acemî’nin bulunduğu köye yaklaşınca, haberciler hemen durumu Abdullah-i Acemî’ye bildirdiler. Bunun üzerine o, düğün alayını karşıladı. Tahtırevandaki hanımına; “Ey sultan kızı! Benim zevcem olmayı kabûl eder misin?” diye sordu. O da; “Evet” deyince, Abdullah-i Acemî; “O zaman bu tahtırevandan in ve üzerindeki süslü elbiseleri çıkar ve şu sâde elbiseyi giy. Sonra şuradaki bahçıvan evine gir” dedi. Kız da hemen peki deyip, Abdullah el-Acemî’nin dediklerini yerine getirdi.

Abdullah-i Acemî hazretleri ile Melik ez-Zâhir arasındaki bu hâdiseyi. Irak’ta ba’zı kimseler duydu. Onlar, Abdullah el-Acemî’yi ziyâret etmek için Bîre’ye gittiler. Onlar köye girdiklerinde, Abdullah-i Acemî’yi bahçenin otlarını temizlerken gördüler. Gelenlerin başındaki zât, kerâmet gösterip otlara işâret etti. Allahü teâlânın izni ile otlar bir yere toplandı. Abdullah el-Acemî, ona niye böyle yaptığını sorunca o; “Efendim, sizin rahat etmenizi istedim” dedi. O zaman Abdullah-i Acemî hazretleri; “Biz böyle olmasını istese idik, hemen olurdu. Lâkin biz alın teriyle lokma yemek isteriz” dedi ve eliyle alnını sildi. Alnındaki terler toprağa damladı ve Abdullah-i Acemî otlara; “Ey bahçenin otları, eski bulunduğunuz yere dönünüz” dedi. Otlar eski hâllerine dönüp, bahçeye yayıldılar. Iraklı o zât, hemen Abdullah el-Acemî’den af diledi ve yaptığına pişman olup, tövbe etti. Vefâtına kadar Abdullah-i Acemî’nin hizmetinde bulundu. Ondan ilim ve edeb öğrendi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 113