YAHYÂ BİN MUHAMMED (İbn-i Hübeyre)

Fıkıh ve hadîs âlimlerinden. Abbasî halîfesi Muktefî’nin veziri idi. Künyesi Ebü’l-Muzaffer, lakabı Avnüddîn’dir. İbn-i Mende ismiyle tanınmıştır. Ayrıca kırâat, edebiyat, nahiv, lügat ve târih ilminde de âlim idi. 499 (m. 1105) senesinde Düceyl nehri kıyısında bir kasabada doğdu. 556 (m. 1161)’da Bağdad’da vefât etti. Kabri Bâb-ı Basra denilen yerde yaptırdığı medresenin yanındadır. Genç yaşta Bağdad’a gidip ilim öğrendi. Kur’ân-ı kerîmi ve kırâat rivâyetlerini zamanın âlimlerinden okudu. Kâdı Ebü’l-Hüseyn bin Ferrâ, Ebü’l-Hüseyn bin Zâgûnî, Abdülvehhâb Enmâtî, Ebû Gâlib bin el-Bennâ, Ebû Osman bin Mille, İbn-i Haşin ve diğer âlimlerden hadîs-i şerîf işitti. Fıkıh ilmini ise, Ebû Bekr Dîneverî’den, edebiyât ilmini de, Ebû Mensûr bin Cevâlikî’den öğrendi. Meşhûr âlim, vâ’iz ve tasavvuf ehli olan Ebû Abdullah Muhammed bin Yahyâ Zebidî’nin sohbetinde bulundu. Bu zât, devesi üzerinde Bağdad sokaklarında dolaşıp, insanlara va’z ve nasihat ederdi.

Yahyâ bin Muhammed de, devesinin yularını tutup dolaştırırdı. Her değişik semte vardıklarında, “La ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü yühyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” diye yüksek sesle okuyarak, va’z için geldiklerini halka duyururdu.

Yahyâ bin Muhammed, tahsilini Bağdad’da tamamlayıp, çeşitli ilimler de yetişti. İbn-i Cevzî onun için şöyle demiştir: “Nahiv, lügat ve arûz ilminde üstün bir bilgi ve mehâret sahibi idi. Bu husûslarda eserler yazmıştır. Resûlullahın sünnetine, Selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnete uymakta son derece titiz davranırdı. “El-İfsah an meâniy-is-sıhâh” adlı on cildlik bir eser yazıp, Sahîh-i Buhârî’yi ve Sahîh-i Müslim’i şerhetmiştir. Bu eseri “İfsah” adı ile kısaltmıştır. Bu eserini yazdıktan sonra, dinlenmesi için ilim erbâbını yanına çağırdı ve bu iş için gelenlere yüzonüçbin dinar harcadı. Pekçok âlim bu eserini, ondan dinlemek için toplandı. Melikler, elçilerini ve âlimlerini gönderdiler. Sultan Nûreddîn de âlimlerini göndermişti. Gelenler, bu eseri ondan dinlediler, yazdılar, yazdıkları nüshaları medreselerde, mescidlerde okuttular. Emânet verdiler. Ve fıkıh âlimleri tarafından ezberlendi. Nahiv ilmine dâir “Muktasad” adlı eserini yazdı. Zamanının âlim ve edîblerine takdim etti. Bu eserinin dört cildlik bir şerhi vardır, İbn-i Sekît’in “İslâh-ül-mantık” adlı eserine bir muhtasar yazıp, kısalttı. Hanbelî mezhebinde “İbâdât-ül-hams” adlı bir eser daha yazdı. Ayrıca mısraları ve her beyti kendi arasında kafiyeli “Ercûze” denilen türde şiirleri vardır.

Yahyâ bin Muhammed, ilimde yüksek âlim ve sâlih bir zât olup, ilim tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli vazîfeler yaptı. 542 (m. 1147) senesinde Dîvân-üz-İmâm reîsliğine, 544 (m. 1149) senesinde ise, Abbasî halîfesi Muktefî tarafından vezirliğe ta’yin edildi. Halîfe Muktefi’den sonra halîfe olan Müstencidbillah tarafından da vezirlik vazîfesi verildi. Vezirliği sırasında çok mükemmel hizmetler yaptı. Âlimlere son derece ikram ve yardımda bulunur, ilme hizmet ederdi. Onun bu hizmetleriyle, Ehl-i sünnet i’tikâdı her tarafa yayıldı. Evinde bir meclis kurmuştu. Ekseriyyetle Kur’ân-ı kerîm okunur. Âlimler toplanıp ilmî müzâkereler yapılırdı. Toplanan âlimlere bol bol ikramda bulunur, servetini harcardı. Adâletin yayılıp, zulmün kalkmasında çok hizmet etmiş, pek te’sîrli olmuştur. Halîfe Muktefî onun için; “Abbâsîlerde onun gibi vezîr yoktur” demiştir.

İbn-i Katî’î şöyle demiştir: “İbn-i Hübeyre, afif, sâlih ve medhe değer bir vezir idi. Çok iyilik yapar, hizmet ederdi. İlim ehlini sever, çok Kur’ân-ı kerîm okur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Devamlı ilim meclisleri kurar, dinin emirlerine titizlikle uyardı.”

“Bir defasında yanında Nizamiye Medresesi’nin vakfından alınmış bir kitap okunuyordu, “İşittim ki, kitabı oraya vakfeden, oradan çıkarılmaması şartıyla vakfetmiştir” diyerek, kitabı yerine götürmelerini istedi. Efendim, bunun mülkiyetini almıyoruz, sâdece okuyoruz dediklerinde, iade etmelerini, götürüp yerine koymalarını söyledi. Çok tevâzu sahibi idi. Zayıflara acır, fakirlere ve meclisinde bulunanlara yardım ederdi. Fakirlere; “Siz benim kardeşimsiniz. Çünkü müslümanlar kardeştir” derdi.

Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yaptığı açıklamalar meşhûrdur. Bekâra sûresi 10. âyet-i kerîmede meâlen; “Kalblerinde hastalık vardır” buyurulan âyet-i kerîmeyi şöyle izah etmiştir: “Ba’zı hastalar, yediği şeyin tadını tersine alır. Yediği tatlı ise acı der, acı ise tatlı der. Kalblerinde hastalık olanlar da, hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak görürler.”

“Allahım, işlemediğim amelin şerrinden sana sığınırım” buyurulan hadîs-i şerîfi de şöyle açıklamıştır: “Bunun iki ma’nâsı vardır. Biri; insan bir kötülük işler ve bunu beğenir, sonra bunu tekrar işlemeyi temenni eder. İşte bu temennisi, henüz işlenmeyen kötü amelin şerri, zararıdır. İkincisi; insan bir kötülüğü işlemez, meselâ şarab içmeyerek haramdan sakınır. Fakat bu sakınmasından dolayı, kendini beğenir, üstün görür, işte bu da işlenmeyen bir işin, amelin zararı, şerridir.”

“Su içtiğiniz zaman artırırız” buyurulan hadîs-i şerîfi de şöyle açıklamıştır: “Bu husûs, su içmeye mahsûstur. Yemekte sünnet ise, kabın dibini iyice almak ve parmakları yalamaktır. Su içmede kabın dibinde artırmayı bildirmekteki hikmet, sudaki toprak ve benzeri şeyler suyun dibine çöker. Kabın dibinde bir miktar su bırakılınca, bu gibi şeyler su ile birlikte yutulmamış olur. Suyu üç yudumda içmek de böyledir. Üç kere nefes alıp dinlenerek içmek, kalbden sıkıntı ve bedenden kederi giderir.”

İbn-i Hübeyre buyurdu ki: “Denizler karalar ile çevrilmiştir. Körfezler karalara girmiştir. Rüzgârlar, deniz üzerinde karaya doğru rutubetli, tatlı ve hafif bir hava sürükler. Eğer denizlerin suyu tatlı olsaydı. Durgun oldukları için kokar, bozulurlardı. Rüzgârlar ise buradan karalara kirli hava sürükler, insanlar bu kirli havadan dolayı hastalığa tutulurdu. Hâlbuki Allahü teâlâ denizleri tuzlu yarattı. Oradan karaya, rutubetli ve temiz hava esmekte ve insanlara fâideli olmaktadır.”

“İlim üç şeyle elde edilir:

1. İlme çalışmakla. Meselâ, Arabca öğrenmek isteyenin, nahiv ilmini ezberlemesi, öğrenmesi lâzımdır.

2. Öğretmekle, ilmi öğrenen, başkasına öğretirken daha iyi öğrenir.

3. İlmi tasnif etmek, yazmakla.” “İnsanların ayıbını örtmeye çalış.

Çünkü onların ayıplarının ortaya çıkması, Ehl-i İslâm için ayıptır, işlerin en evlâsı, ayıpları örtmektir.”

“Günler çabuk geçti! ömürler uçup, gitti. Nefsler hevâsına, boş isteklerine uyarak yandı! Nefsler, dâima hayra karşı çıkar. Takvâ yeri olan kalbler bomboş oldu. Takvâdan uzak kaldı.”

Buyurdu ki: “Sünnete uymak her hayra sebeb olur.”

İbn-i Cevzî, onun şöyle anlattığını nakleder: “Hac dönüşü Kûfe’de, Halîfe Muktedî ile sohbet ediyorduk. Yolda başımızdan geçen bir hâdiseyi şöyle anlattım: Yolculuğumuz sırasında çok miktarda dolu yağdı. Kâfilede bulunanlar ondan yediler. Ben aç karna yemek istemedim. Meskenimize indikten sonra, akşam vakti akşam yemeği hazırlandı. Yemek yedik. Yolda yağan doludan bahsettim. Keşke şimdi ondan biraz olsaydı dedim. Demek ki Allahü teâlâya tam duâ etmişim. Birdenbire üzerimize bir bulut geldi. Bu yüklü buluttan pekçok dolu yağdı.

Çokça toplayıp getirdiler, ondan yedim ve duâmı kabûl ettiği için Allahü teâlâya hamdettim.”

Yine şöyle anlatmıştır: “Bir yerde oturmuş olduğum hâlde, Resûlullaha (s.a.v.) salevât okuyordum. Bu hâlde iken gözlerim kapandı, uyur gibi oldum. Ben “Allahümme salli alâ Muhammed” dedikçe, birisinin beyaz bir kâğıt üzerine siyah mürekkeble, “Allahümme salli alâ Muhammed” yazdığını görüyordum. Kendi kendime, gözlerini aç da bak dedim. Gözlerimi açtım. Bir anda sağ tarafımda, bembeyaz elbiseli biri gelip geçiverdi. Elbisesinin beyazlığı göz kamaştırıyordu.”

Yahyâ bin Muhammed hazretleri, hem ilimde yüksek derecede, hem de yaptığı vezirlik vazîfesinde çok adâletli, başarılı ve bu vasfı ile halk tarafından, âlimler ve devlet adamları tarafından sevilen bir zât idi. Ayrıca tasavvuf hâllerinde de yükselmiş kıymetli bir âlim idi. Ömrünün son günlerinde hastalandı. Bu hastalık sebebiyle vefât etti. İbn-i Cevzî, tedâvisi sırasında zehirlenerek öldürüldüğünü de nakletmiştir. İbn-i Cevzî, vefâtı ile ilgili şöyle anlatmıştır: “Vefât ettiği günün gecesi, sabaha doğru rü’yâmda onu evinde gördüm. Bir adam, elinde bir mızrak ile içeri girdi. Elindeki mızrağı ile ona vurdu. Vücûdundan duvara kan sıçrıyordu. Bir de, yere atılmış altın bir mühür gördüm. Uyandığımda, vefât ettiği haberini aldım. Hemen gittim. Oğulları, cenâzesini benim yıkamamı söylediler. Ben de yıkama işine başladım. Yıkarken, su koltuk altlarına da ulaşsın diye kolunu tutup kaldırdığımda, elinden altın bir mühür düştü. Bu mühür, rü’yâmda gördüğüm mühürdü. Hayret ettim. Yıkarken, yüzünde ve bedeninde zehirlenme belirtileri gördüm. Cenâze namazı Kasr Câmii’nde kılındı. Sonra Basra semtinde yaptırdığı medresesine götürülüp, orada defn edildi Cenâze namazı için görülmemiş bir kalabalık toplanmıştı. O gün Bağdad sokakları insanla dolup taştı. Yaptığı iyilikler, hayırlar ve adâletinden dolayı, vefâtına herkes üzüldü. Arkasından çok göz yaşı döküldü.” Şâirler onun için mersiyeler yazdı. Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden Ebû Hamîd Ahmed bin Îsâ’nın şöyle anlattığı nakledilmişti: “Rü’yâmda, bir yerde bulunuyordum. Melekler bana: “Bu gece Bağdad’da Allahü teâlânın evliyâsından bir zât vefât etti” dediler. Korku ile uyandım. Rü’yâmı yanımda bulunanlara anlattım. O günün târihini yazıp sakladık. Bağdad’a gittiğimde, falan târih ve falan günde kim vefât etti? diye sordum. O gün, vezir Yahyâ bin Muhammed İbni Hübeyre vefât etmişti dediler.”

Şeyh-üs-Sâlih Mahmûd bin Niâlî şöyle anlatmıştır: “Ben, vezir Avnüddîn İbni Hübeyre’yi hatırladıkça, “Allahım onu bağışla” diyerek duâ ederdim. Aradan bir müddet geçmişti.

Bir gece rü’yâmda, onun kabrini ziyâret etmek için medresesine gittim. Bir de gördüm ki, kabrinin üstünde uyuyordu. Bana; “Ey Mahmûd! Allahü teâlâ bana ihsânda bulundu” dedi.

Vezir Ebû Şü’ca’ şöyle anlatmıştır: “Ben, vezîr İbn-i Hübeyre’nin aleyhinde konuşurdum. Bir defasında rü’yâmda onu, güzel bir bahçe içerisinde gördüm. Hiç öylesine güzel bir bahçe görmemiştim. Yanında bir melek duruyor, ona meyve getirip, ağzına veriyordu. Bahçeye girmek için yürüdüm. Bir melek bana bağırıp, mâni oldu. “Bu, Allahü teâlânın ona ihsân ederek verdiği bir ni’mettir. Ondan izinsiz kimse o bahçeye giremez” dedi. Bu rü’yâyı gördükten sonra, onun aleyhinde bulunduğumdan dolayı tövbe ettim.”

Kıraat âlimlerinden Abdullah bin Abdurrahmân da şöyle anlatmıştır: “Vezîr İbn-i Hübeyre’yi, vefâtından sonra rü’yâmda gördüm. Hâlin nasıldır?” dedim. Bana şu ma’nâda bir beyt okuyarak cevap verdi: “Hâlimiz değişip örtüldükten (öldükten) sonra, bize hâlimizden sordu, biz de cevap verdik. Kazandıklarımızı (amellerimizi) kat kat artmış olarak ve tertemiz bulduk.”

“Yahyâ bin Muhammed İbni Hübeyre hazretlerinin şiirlerinden bir kısmının tercümesi şöyledir:

“Ey insanlar, size nasihat ediyorum, sözlerimi iyi belleyiniz. Çünkü ben, tecrübe sahibiyim. Dünyânın güzelliği, süsü sizi aldatmasın. Çünkü o güzelliği ve tatlılığı devam etmez, biter.”

“Takvâya sarıl. Çünkü kişi, bu dünyâda bâki değildir. Herkes bu dünyâda ne yaparsa ârırette onu bulur.”

“İnsanlara zulm ve haksızlık etme. İftira ve hased de etme.”

“Akıllı olmayan kimse, dünyânın zevklerine ve lezzetlerine dalar. Akıllı kimse ise, buna düşkün olmaz.”

“İnsan, gaflet içerisindedir. Hâlbuki zaman bitmektedir. Zaman, pek kıymetlidir. Kıymetinin bilinmesi lâzımdır. Fakat görüyorum ki, zamanı çok kolay zayi ediyorsun, boşa geçiriyorsun!”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Zeyl-i Tabakat-ı Hanâbile cild-1, sh. 251

2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh. 228

3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 191

4) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 521

5) El-Muntazam cild-10, sh. 214

6) Mir’ât-ül-cinan cild-3, sh. 344

7) Brockelmann Gal 1, sh. 408

8) Kâmûs-ül-a’lâm cild-1, sh. 678