Âlim, edîb ve şâir. İsmi, Sirâcüddîn Ali bin Osman bin Muhammed el-Ûşî el-Fergânî’dir. Künyesi Ebû Muhammed olup, lakabı Şems-ül-İslâm ve Sirâcüddîn’dir. Fergâne’de müftî idi. 575 (m. 1180)’de vefât etti. Ehl-i sünnet i’tikâdını nazım olarak anlatan “Kasîde-i a’mâlî”si meşhûrdur. Kaside, altmışyedi beytten meydana gelmiştir. Asıl ismi “Bed-ül-Emâlî”dir. Emâlî; lügatte “İmlâ” kelimesinin çoğulu olup, o da, yazmak ma’nâsındadır. Peygamber efendimiz (s.a.v.), müslümanların yetmişüç fırkaya ayrılacaklarını, bunlardan yalnız birinin inançlarının doğru olacağını bildirdi. Emâlî kasidesi, Ehl-i sünnet ve cemâat denilen bu doğru firkanın inançlarını, açık ve güzel bildirmektedir. Bu kasidenin çeşitli dillerde şerhleri (açıklamaları) vardır.
“Nuhbet-ül-leâlî” şerhi en kıymetlisi ve en faydalısıdır. Bu şerh Arabca olup, İstanbul’da Hakîkat Kitabevi tarafından yayınlanmıştır. Ali bin Osman el-Fergânî’nin diğer eserleri şunlardır:
Meşârik-ül-envâr fî şerh-i nisâb-il-ahbâr, Şerhu Manzûmeti Ömer en-Nesefî, Gurer-ül-Ahbâr, Dürer-ül-Eş’âr, Fetâvâ-i Sirâciyye ve Yevâkît-ül-Ahbâr.
Emâlî kasidesinin Türkçesi şöyledir:
Doğru i’tikâd yazar, Emâlî’nin başında,
İncîler gibi olan nazmı, tevhîd hakkında.
Mevlâmız, mahlûkların ilâhıdır biliniz,
Kemâl sıfatlar ile, muttasıftır Rabbimiz.
O, Hayy’dır, hayattadır, her işte tedbîr
eder.
O, vardır, zülcelâldir. Her şeyi takdîr eder.
Hayrı ve şerri ister, irâde sıfatıyla,
Ancak şerden, kötüden, râzı değildir asla.
Allahın sıfatları, değil zâtının aynı,
Aynı zamanda bil ki, olamaz zâtından ayrı.
Zâta ve fi’le âit, Allahın sıfatları,
Öncesi yok, kadîmdir, yok zeval bulmaları.
Ona (şey) deriz ancak, hiçbir şeye
benzemez.
(Zât) da denilir ancak, altı yön düşünülemez.
Başka değildir ismi, O’nun müsemmâsından,
Bildirildi bu ma’nâ, İslâm ulemâsından.
Rabbim cevher değildir ve hiç olamaz
cisim.
Ne şümûllü bir bütün, ne de ondan bir kısım.
Cüz’i lâ yetecezzâ, var şeksiz inanmalı,
Ey Müslümanlar, bunu, inkârdan sakınmalı.
Mahlûk ve hadîs değil, asla, Kur’ân-ı
kerîm,
Rabbin kelâm sıfatı, vardır, zâtıyle kâim.
“Allah Arş üstündedir” buyurur Rabbimiz,
Lâkin keyfiyyetini, anlıyamaz aklımız.
Zât, sıfat ve fi’liyle, benzemez
mahlûklara,
Ey Ehl-i sünnet kanma, böyle inanmayanlara.
Allahü teâlânın, üstünden vakit geçmez.
Zamandan münezzehdir, hâlden hâle de girmez.
Münezzehdir Rabbimiz, hanımdan
hizmetçiden,
Oğlu ve kızı yoktur, beridir her birinden.
Keza yok ihtiyâcı, yardımcıya mu’îne,
Herşeyin sahibidir, vardır kendi kendine.
Öldürür her canlıyı, sonra diriltecektir.
Amellerine göre, karşılık verecektir.
Hayır ehli içindir. Cennetler ve
ni’metler.
Kâfir olanlar ise, Cehenneme giderler.
Cennet ile Cehennem, hiç yok olmıyacaktır.
içlerinde olanlar, devamlı kalacaktır.
Mü’minler Rablerini, görecekler Cennette,
Ancak nasıl olduğu, bilinemez elbette.
Onu gören mü’minler, ni’metleri unutur.
Yazık Mu’tezileye, inkâr eden mahrûmdur.
Hak teâlâ üstüne, kula en yarar fi’li,
Yaratmak vâcib değil, vâcib der Mu’tezilî.
Bütün Peygamberleri, tasdik etmek
lazımdır.
Meleklerin hepsine, îmân etmek de farzdır.
Hâşimî ve zî-cemâl, Nebimiz en sondadır.
Ancak sadr-ı muallâ, şerefi de O’ndadır.
İhtilafsız olarak, İmâm-ül-enbiyâdır.
Şek şüphe olmaksızın, O, Tâc-ül-asfiyâdır.
O’nun dîni, her vakit, bakîdir,
devamlıdır,
Getirdiği hükümler, kıyâmete kadardır.
Mütevâtir ve meşhûr, haberlerle mansûsdur.
Mi’râc-i Resûlullah, yalnız O’na mahsûsdur.
Peygamberlerin hepsi, elbette
emandadırlar,
Asla isyan etmezler ve azil olunmazlar.
Kadından ve köleden, kötü iş sahibinden,
Peygamber gelmemiştir, bunların hiçbirinden.
Zülkarneyn ve Lokman’ın, Peygamber veya
velî,
Oldukları hakkında, cidali terk etmeli.
Îsâ aleyhisselâm muhakkak gelecektir.
Şaki, fesat Deccâli, elbet öldürecektir.
Evliyânın dünyâda kerâmetleri vardır.
Bunlar Rabbin velîye ikramı, ihsânıdır.
Bir velî, hiçbir zaman, Nebiden ve
Resûlden,
Şerefte üstünlüğü, olamaz hiçbir yönden.
Ebû Bekr-i Sıddîk’ın, Eshâbın tamâmından,
Üstünlüğü açıktır, bir ihtimâl olmadan.
Ömer İbn-ül-Hattâb’ın, Osman İbni
Affân’dan,
Rüchânı, fadlı vardır, bir şüphe bulunmadan.
Osmân-ı Zinnûreyn de, doğrusunu istersen,
Üstündür muharebe safındaki Ali’den.
Üçünden sonra üstün, bu ümmetin içinde,
Kerrâr olan Ali’dir, bu da mühimdir dinde.
Âişe-i Sıddîka, ba’zı hasletleriyle,
Fâtıma-i Zehrâ’dan, üstündür, inan böyle.
Birkaç fırkadan başka haddi tecâvüz eden,
Olmadı Eshâba ve Yezîd’e la’net eden.
Mukallidin îmânı, kıymetli, muteberdir.
Çok çeşitli ve keskin, delîlle müdelleldir.
Âlemleri yaratan, Rabbini kim tanımaz,
Eğer akıllı ise, cehli ma’zûr sayılmaz.
Daha önce îmânı, olmıyan bir kimsenin,
Son nefeste îmânı, kabûl olmaz bilesin.
Îmândan sayılmazlar, bütün hayırlı işler,
İbâdetler îmânın, parçası değildirler.
Asla hüküm verilmez, kâfir ve mürted diye,
Zinâ eden, katleden, mal gasb eden kimseye.
Bir kimse irtidâda, ne zaman niyet eder,
Hak dîninden sıyrılıp, dışarı çıkar gider.
Küfür olacak sözü, gafletle ve bilmeden,
Zor görmeden söyleyen, denildi, çıkar dinden.
Sarhoş hâldeki insan, düşünmeden hezeyan,
Ve lagv söyler ise, kâfir olmaz o zaman.
(Mer’i) ve (Şey) denilmez (Ma’dûma), yok
olana,
Hilâli görmek kadar, açık delîl var buna.
Tekvin ile mükevven bil, farklı iki
şeydir.
Böyle inananların, görüşü kuvvetlidir.
Helâl gibi rızıktır, haram olarak gelen,
Kötü görünse bile, doğrudur böyle bilen.
Kabirde suâl vardır, tevhîdden,
i’tikâddan,
Her şahsa sorulacak, kaçış yok imtihandan.
Fâsıkların bir kısmı, kâfirlerin tamâmı,
Kötü işleri için, görür kabir azâbı.
İnsanlar ameliyle, Cennete giremezler,
Ancak Hak teâlânın fadlı ile girerler.
Öldükten sonra tekrar, insanlar dirilecek,
Sakınmalı günahtan, hesabı verilecek.
Defterler verilecek, bir kısmına sağ
yandan,
Bir kısmına da soldan veyahut da arkadan.
Ameller tartılacak, geçilecek Sırattan,
Şüphesiz olacaktır, değildir bunlar yalan.
Mü’minlerin günâhı, dağlar gibi olsa da,
Şefaat edecektir, hayır ehli orada.
Sapık yolda olanlar, inkâr etseler bile,
İnanmamız lâzımdır, duânın te’sîrine.
Sonra yaratıldığı için, Dünyâ hadîstir,
Heyulanın aslı yok, bu söz felsefededir.
Çok zamanlar ve hâller, geçse de
üzerinden,
Şimdi vardır muhakkak Cennet ve Cehennem.
Günâhı fazla fakat, îmân sahibi olan,
Cehennemde ebedî, kalmaz böylece inan.
Ehl-i sünnet üzere, tevhîd hakkında
yazdım.
Fevkalâde bal gibi, te’sîrli oldu nazmım.
Bu nazm, mü’min kalblere, rahatlık, neş’e
verir.
Âb-ı Zülâl gibidir, rûhlara hayat verir.
İnanıp, ezberleyip, anlamağa çalışın,
Ni’met içinde olup ihsânlara kavuşun.
Tazarrû hâlinizde, yâd ederek hayr ile,
Duâda bulununuz, zaman zaman bu kula.
Umulur ki fadlıyla, Rabbim beni affetsin.
Âhırette ebedî, se’âdet ihsân etsin.
Hayır duâ ederse, biri, bir vakit bana,
Ben de bütün gücümle, duâ ederim ona.
Sirâcüddîn Ali Üşî (r.a.), Fetavâ-i Sirâciyye isimli fetvâ kitabında buyuruyor ki:
“Bir kimseye selâm verirken, cem (çoğul) olarak vermeli, çok kimseye verir gibi vermelidir. Çünkü mü’min yalnız değildir. Muhafaza melekleri (ve Kirâmen kâtibîn adındaki iki melek) onunla beraberdir.”
Sirâcüddîn Ebû Muhammed Ali Ûşî’nin (r.a.), Süleymâniye Kütüphânesi Lâleli kısmı 1504 numarada kayıtlı bulunan, Nisâb-ül-ahbâr fî tezkiret-il-ahyâr isimli kıymetli eserinden ba’zı kısımlar, tercüme edilerek aşağıya yazılmıştır:
Allahü teâlânın rahmetinin bolluğu ve genişliği ile alâkalı olarak hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ, “Kulum beni andığı zaman, ben kulum ile beraberim. Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyim. Eğer, kulumun benim hakkımdaki zannı hayır ise, hayır olur. Hayırdan başka ise, hayırdan başka olur. Kim beni yanında bir kimse olmadan anarsa, ben de onu öyle anarım. Kulum beni bir cemâatin arasında anarsa, ben de onu, onlardan daha iyi bir cemâat (topluluk) arasında anarım” buyurdu.”
“Allahü teâlâ rahmetini yüz parçaya ayırdı. Bunlardan doksandokuzunu yanında tuttu. Geride kalan bir parçayı ise, yeryüzüne indirdi. Bu bir parça rahmet sebebiyle, mahlûklar birbirine merhamet etmektedir.”
Eshâb-ı Kirâmdan (r.anhüm) birisi şöyle anlattı: “Biz, bir yerde gülüyorduk. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz çıkageldi. “Sizin böyle gülmenizi münâsib görmüyorum” buyurup gittiler. Biz hâlimize çok üzüldük. Başlarımızı önümüze eğdik, kaldıramıyorduk. Biraz sonra, Resûlullah (s.a.v.) tekrar teşrîf edip, yanımıza geldi ve buyurdu ki: “Cebrâil (aleyhisselâm) geldi. Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu haber verdi: Kullarıma haber ver, şüphesiz ben Gafûr (çok af ve mağfiret edici) ve Rahîm’im (çok merhametliyim). Bununla beraber, azâbım da pek çetin ve acıdır.” (Hicr-49, 50).
“Muhammedin nefsi yed-i kudretinde bulunan Allahü teâlâ kıyâmet gününde, hiçbir beşerin kalbine gelmiyen bir şekilde af ve mağfirette bulunur.”
“Allahü teâlâ buyurur ki, “Ey Muhammed’in ümmeti! Muhakkak ki, benim rahmetim, gazâbımı geçmiştir. Size, siz istemeden verdim. Sizi, siz benden af ve mağfiret istemeden affettim. Sizden kim Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in benim Resûlüm olduğuna doğru olarak şehâdet ederse, onu Cennete koyarım.”
Kelime-i şehâdetin fazileti:
Resûlullah (s.a.v.) Eshâb-ı Kirâma karşı buyurdu ki; “Allah yolunda şehîd olan kimse hakkında ne dersiniz?” Eshâb-ı Kirâm, Allah ve Resûlü daha iyi bilir dediler. Resûlullah. “İnşâallah o Cennetliktir” buyurdu. Sonra, “Bir kimse ölür. Âdil iki kimse kalkıp, “Bu şahıs hakkında, hayırdan başka birşey bilmiyoruz” derlerse, bu kimse hakkında ne dersiniz?” buyurdu.
Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm) yine, Allah ve Resûlü daha iyi bilir dediler. Resûlullah, “İnşâallah onun da yeri Cennettir” buyurdular.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediklerinin en üstünü, Lâ ilahe illallah’tır.”
“Kıyâmet günü birisi teraziye getirilir. O kimsenin doksandokuz sicili (defteri) çıkarılır. Her defter, gözün görebildiği kadar uzunluktadır. Bu defterlerde, o kimsenin işlediği hatâ ve günahlar yazılıdır. Bunlar terazinin bir kefesine konur. Sonra başka defterler çıkarılır. Karıncalar kadar çok olan o defterlerde Kelime-i şehâdet vardır. Bu defterler de terazinin diğer kefesine konur ve o kimsenin hatâlarından ağır gelir.”
“La ilahe illallah diyen kimselere, kabirlerinde yalnızlık yoktur. Lâ ilahe illallah diyenler, yüzlerinden toprağı silkerler, “Geçim ve akıbet derdini bizden gideren Allahü teâlâya hamdolsun. Şüphesiz, bizim Rabbimiz Gafûr’dur (çok af ve mağfiret edicidir)ve Şekûr’dur (az bir amele karşılık çok mükâfat vericidir).” derler.”
“Yerleri ve gökleri terazinin bir kefesine koysalar, Kelime-i tevhîdi diğer kefesine koysalar, bu kelimenin (Kelime-i tevhîdin) bulunduğu kefe elbette ağır gelir.”
“Kim Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O’nun kulu ve Resûlü olduğuna kat’î olarak şehâdet ederek vefât ederse, Cennete girer.”
“La ilahe illallah diyerek can veren kimseye, Cennet vâcib olur.”
Allahü teâlâyı zikr etmenin fazileti: Hazreti Hasen’e, en faziletli amelin hangisi olduğu sorulduğunda, “Dilin, Allahü teâlânın zikri ile ıslanmasıdır (hep O’nu zikretmesidir).” buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâyı anmak, îmânın alâmeti ve nifaktan berâettir.”
“En faziletli söz dörttür: Sübhânallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahü ekber.”
“Sübhânallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahü ekber, bana, üzerine güneş doğan şeylerin hepsinden daha sevimlidir.” Resûlullah (s.a.v.), Eshâb-ı Kirâma (r.anhüm); “İki kalkanınızı alınız” buyurdu. “Yâ Resûlallah! O iki kalkan nedir?” dediler. Resûlullah, “(Sübhânallahi velâ ilahe illallahü vallahü ekber) ve (La havle velâ kuvvete illâ billahil-aliyyil-azîm)dir. Bunlar, kıyâmet gününde mukaddimât (sahiblerini Cennete götürücü) Münciyât (sahiblerini Cehennemden kurtarıcı) ve muakkıbât (sahiblerini muhafaza edici) olarak gelir” buyurdu.
“İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terazide çok ağır gelirler. Allahü teâlâ bu iki kelimeyi çok sever. Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil-azîm.”
“Ebû Ümâme (r.a.) “Yâ Resûlallah! Herkes sadaka veriyor. Benim ise, tasadduk edeceğim bir şeyim yok. Kendi kendime, Sübhânallahi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilahe illallahü vallahü ekber” desem olur mu?” dedi. Resûlullah (s.a.v.), “Ey Ebû Ümâme! Bu kelime, miskinlere (yoksullara) tasadduk edeceğin bir müd (875 gr.)altından daha hayırlıdır” buyurdu.
Başka hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
“Kim çarşıya girdiğinde, “Eşhedüenlâ ilahe illallahü vahdehü lâ şerike leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü” der. Sonra da “Yâ Rabbî! Beni tövbe edenlerden ve günahlardan temizlenmiş olanlardan eyle” derse, Cennetin kapıları onun için açılır. Hangisinden isterse girer.”
“Gönlümün meyvesi, zikrullahtır (Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamaktır). Üzüntüm ise, âhır zamanda gelecek olan ümmetim içindir. Şevkim ve iştiyâkım ise Mevlâma kavuşmayadır.”
Havf (Allah korkusu): Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Hiç bir gün yoktur ki, şark tarafından bir melek, “Eğer Allahdan korkan kimseler, emzikli çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize tam bir şekilde azap yağardı” diye seslenmiş olmasın.”
“Kim Allahü teâlâdan korkarsa, Allahü teâlâ da herşeyi ondan korkutur. Kim Allahü teâlâdan korkmazsa, Allahü teâlâ da onu her şeyden korkutur.”
“Bir kul ki, dünyâda işlediği günâhından dolayı ağlar, hattâ göz yaşları iki yanağına dökülürse, Allahü teâlâ ona Cehennemi haram kılar.”
“Allahü teâlâ, her mahzûn kalbi sever.”
“Allahü teâlâ, Allah korkusundan ağlayan her mü’minin günahlarını, gökteki yıldızlardan daha çok ve yağan yağmur damlaları kadar bile olsa, af ve mağfiret eder. Resûlullah (s.a.v.) böyle buyurduktan sonra! “Artık az gülsünler ve çok ağlasınlar” (Tövbe-82) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.
“Ümmetimden kim, dünyâ şehvetlerinden bir şehveti terketmek için çalışır, Allahü teâlâdan korktuğu için onu terkederse, Allahü teâlâ da onu, en büyük korkudan emîn kılar ve Cennete koyar.”
“Hikmetin başı, Allah korkusudur. Kalbe konulanların en hayırlısı yakîndir.”
Allah için sevmek ve Allahü teâlâya tâat husûsunda, hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Kim Allahü teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı ister. Kim Allahü teâlâya kavuşmak istemezse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez.”
“Allahü teâlâyı seven, beni sevsin. Beni seven, Eshâbımı da sevsin.” (Beni seven, Allahü teâlâyı sevmiş olur. Eshâbımı seven de, beni sevmiş olur.)
“Kim Allahü teâlâyı sevmeyi, insanları sevmeye tercih ederse, Allahü teâlâ o kimseye kâfidir. Onu insanlara muhtaç bırakmaz.”
“Cennete müştak olan, hayra koşar.”
“Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse îmânın tadını bulur. (Birincisi) Bir kimseye Allah ve Resûlü, başkalarından daha sevgili olmak. (İkincisi) Bir kimse, sevdiğini Allah için sevmek. (Üçüncüsü) Bir kimse küfürden kurtulduktan sonra, tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek.”
“Beş şey gelmeden evvel, beş şeyin kıymetini biliniz, ölmeden önce hayâtın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyâda âhıreti kazanmanın kıymetini, ihtiyârlamadan gençliğin kıymetini, fakirlikten evvel zenginliğin kıymetini.”
Resûlullah (s.a.v.), mübârek ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bir defasında Hazreti Âişe; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ senin geçmişte ve gelecekte olan günahlarını affettiğini bildirdiği hâlde, sen böyle mi yapıyorsun? (Niçin bu kadar namaz kılıyorsun?.” dedi. Bunun üzerine “Yâ Âişe! Şükredici bir kul olmayayım mı?” buyurdu.
Zühd ve vera’: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahü teâlânın emrettiği farzları yap, âbid olursun. Allahü teâlânın taksimine rızâ göster, zâhid olursun. Dünyâya rağbet etme, düşkün olma ki, Allahü teâlâ seni sevsin, insanların ellerinde bulunanlara göz dikme, rağbet etme ki, insanlar seni sevsin.”
“Dinde en faziletli olan, vera’dır (şüpheli olan şeylerden sakınmaktır).”
“Dînin özü vera’dır.”
“İnsanların en zahidi, kabri ve kabirde çürüyeceğini aklından çıkarmayan, dünyâ zînetinin fuzûlisini terkeden, bakî olanı fâni ve geçici olana tercih eden, günlerden yarını saymayan (yarına kadar yaşıyâmıyacağını düşünüp her ân öleceğini düşünen) ve kendini ölmüş sayan kimsedir.”
“Zâhidler (dünyâya rağbet etmeyenler) ve âhırete rağbet edenler, kıyâmet günü emîn olanlardır (kurtulanlardır).”
İhlâs ve riya: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Mü’minin niyeti, amelinden daha hayırlıdır. Melekler bir kulun amelini yükseltirler. Allahü teâlânın dilediği yere kadar götürürler. Bu sırada Allahü teâlâ, “Siz; kulumun amelinin muhafızlarısınız. Ben ise, kulumun içindekini biliyorum. Kulum, bu ameli benim için yapmadı. Onu siccine (kötülerin amellerinin yazıldığı deftere) yazınız” diye bildirir. Yine melekler başka bir kulun amelini yükseltirler. Fakat o amele kıymet vermezler. Bu ameli de Allahü teâlânın dilediği yere kadar götürürler. Allahü teâlâ onlara da, “Siz, kulumun amelinin sâdece muhafızlarısınız. Ben ise, kulumun içindekileri bilirim. Onun amelini, yüksek makam ve derece sahiplerinin defterinde yazınız!” diye bildirir.
Eshâb-ı Kirâmdan birisi gelerek, “Yâ Resûlallah! Ben, sırf Allah rızâsı için sadaka veriyorum. Şimdi bana hayırlı birşey söylenmesini istiyorum” dedi. Bunun üzerine, “... (Güzel bir hâl üzere) Allahü teâlâya kavuşmak isteyen kimse (O’nun huzûruna kötü bir hâlde varmaktan korkan ve Cennette Allahü teâlânın cemâlini görmek isteyen kimse.) (Allahü teâlânın rızâsını isteyerek, sırf O’nun rızâsı için) sâlih amel işlesin. Allahü teâlâya ibâdette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf-110) meâlindeki âyet-i kerîme nâzil oldu.
“İhlâsa sarıl ihlâsa! Çünkü kul, ihlâstan başka bir şey ile kurtulamaz.”
Peygamberler ve melekler: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ, toprağa, peygamberleri çürütmeyi haram etmiştir.”
“Allahü teâlâ ona rahmet eylesin, kardeşim İshâk bin İbrâhim çok sabırlı idi.”
“Biz peygamberlere ecir, kat kat olduğu gibi, belâ ve musibet de kat kattır.”
“Dâvûd aleyhisselâm, insanların en âbidi idi.”
“Âdem aleyhisselâmın yüzüğü üzerinde, “La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah” yazılı idi.”
Resûlullahın (s.a.v.) mu’cizeleri: Bir defasında Abdullah İbni Mes’ûd (r.anhümâ), Resûlullaha (s.a.v.) bir kap getirdi. Resûlullah (s.a.v.) mübârek elini o kabın içine koydu, mübârek parmaklarından su geldi. Orada bulunan herkes o sudan abdest aldılar.
Bir A’râbî, Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, “Senin peygamber olduğunu nasıl bileyim?” diyerek mu’cize istedi. Resûlullah (s.a.v.) “Şayet ben hurma ağacının üzerinde bulunan hurma salkımını çağırırsam, benim Resûlullah olduğuma şehâdet edecek misin” buyurdu. O A’râbî, “Evet” dedi. Resûlullah (s.a.v.), hurma salkımına işâret etti. Hurma salkımı, ağaçtan inmeye başladı. Nihâyet Resûlullahın (s.a.v.) yanına geldi. Sonra “Geri dön” buyurdu. Salkım geri gidip ağaçtaki yerine tekrar asıldı. Bu hâli gören A’râbî de Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
“Rabbim bana, konuşmamın zikir, susmamın tefekkür, bakışımın ise ibret olmasını emretti.”
“Ben, İbrâhim aleyhisselâmın duâsıyım. O şöyle duâ etmişti: “Yâ Rabbî! Benim müslüman olan zürriyetimden, insanlara senin âyetlerini (tevhîd ve peygamberlik delîllerini) bildirecek, kitabı (Kur’ân-ı kerîmi) ve onun hükümlerini öğretecek, onları şirk ve günahlardan temizleyecek bir peygamber gönder! Şüphesiz ki sen, herşeye gücü yeten, her şeye gâlib ve hükmünde hakim, fiili ilmine uygun olansın.” (Bekâra-129)
Resûlullaha (s.a.v.) salât okumanın fâidesi: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Ümmetimden kim bana ihlâslı olarak kalbinden salât okursa, Allahü teâlâ o kuluna on kere rahmet eder.”
“Ben vefât ettikten sonra, sizden birisi bana selâm ederse, Cebrâil bana gelir; “Ey Muhammed! Ümmetinden falan oğlu filan sana selâm söylüyor” der. Ben de “Ve aleyhisselâm ve rahmetullahi ve berekâtühü” derim.”
“Dört şey cefâdandır: Kişinin ayakta bevletmesi (küçük abdest bozması.) namazda selâm vermeden evvel alnını silmesi, yanında ismim anıldığı hâlde bana salât okumaması, ezanı işittiği hâlde müezzin ile birlikte ezanın kelimelerini tekrar etmemesidir.”
“Muhammed aleyhisselâma ve âline salât okumadıkça, duâ Allahü teâlâya ulaşmaz. Salât okununca, duânın kabûlüne mâni olan perde yırtılır. Duâ ondan içeri girer. Bana salât okunmayınca, duâ geri döner.”
“Kim bana hergün, bana olan sevgisinden ve şevkinden dolayı salât okursa, Allahü teâlâ onun, o günkü günâhını affeder ve mağfiret eder.”
Resûlullahın (s.a.v.) ve ümmetinin şefaati: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Ümmetimin sâlihleri, kıyâmet günü şefaat ederler.”
“Ümmetim arasında öyle kimseler vardır ki, peygamberler gibi şefaat ederler.”
“Şefaati yalanlayan, ona kavuşamaz.”
Peygamberimize (s.a.v.) “Müslüman Cehenneme girer mi?” diye suâl ettiler. “Evet” buyurdu. “Cehennemden kurtulurlar mı?” diye suâl ettiler. “Evet” buyurdu. “Hangi şey ile kurtulurlar?” dediler, “Îmân ile, Allahü teâlânın rahmeti ile ve benim şefaatim ile” buyurdu.
Eshâb-ı Kirâm hakkında Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
Abdullah İbni Mes’ûd (r.anhümâ) şöyle anlattı: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “(Şimdi) Size, Cennet ehlinden birisi gelir.” Bu sırada Ebû Bekr (r.a.) çıkageldi. Sonra yine, “(Şimdi) Size, Cennet ehlinden biri gelir” buyurdu. Bu sırada Ömer Fârûk (r.a.) çıkageldi.”
“Her peygamberin Cennette, bir refîki vardır. Benim Cennetteki refîkim, Osman bin Affân’dır.”
Resûlullah (s.a.v.), Hazreti Ali’ye (r.a.) “Sen, dünyada ve âhırette benim kardeşimsin” buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.), Hazreti Mu’âviye için; “Yâ Rabbî! Onu hadi ve mühdî eyle!” (Ya’nî, onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)
“Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni Ebû Ubeyde bin Cerrâh’dır.”
“Ebû Zer, yer yüzünde Îsâ bin Meryem’in zühdü ile yürür.”
“Hâlid bin Velîd, ne iyi bir kimsedir. O, Allahü teâlânın kılıçlarından bir kılıçtır.”
“Huzeyfe bin Yemân Rahmânın dostlarîndandır.”
“Ca’fer-i Tayyâr’ı Cennette melekler ile beraber uçarken gördüm.”
Resûlullahın evlâdı ve zevceleri: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Hasen ile Hüseyn, Cennet gençlerinin efendisidir.”
Resûlullah (s.a.v.) Hazreti Hasen ile Hazreti Hüseyin’i görünce, “Yâ Rabbî! Ben onları seviyorum. Sen de onları sev!” buyururdu.
“Ey insanlar! Size kendisine sırrı sıkı sarıldığınızda doğru yoldan sapmıyacağınız iki şey bırakıyorum. Allahü teâlânın kitabı, benim akrabam olan Ehl-i beytim.”
“Allahü teâlâyı seviniz! Allahü teâlâyı sevdiğiniz için beni seviniz! Beni sevdiğiniz için Ehl-i beytimi seviniz!”
Tabiîn: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Ümmetimden Nu’mân bin Sabit adında birisi gelir. Künyesi Ebû Hanife’dir. Allahü teâlâ onun vâsıtası ile dinimi ve sünnetimi ihyâ eder.”
“Kureyşe sövmeyiniz! Çünkü onların âlimi, yeryüzünü ilim ile doldurur.”
Muhammed aleyhisselâmın ümmeti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“En hayırlı ümmet, benim ümmetimdir. Ben, peygamberlerin en üstünüyüm. Hakîkati bildiriyorum, öğünmüyorum.”
Kur’ân-ı kerîm ve Ehl-i Kur’ân: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Kur’ân-ı kerîm şifâdır.”
“Herşeyin bir kalbi vardır. Kur’ân-ı kerîmin kalbi de Yâsîn-i şerîftir.”
“Fâtihat-ül-Kitâb (Fâtiha sûresi) her hastalığa şifâdır.”
“İhlâs sûresi, Kur’ân-ı kerîmin üçte biri yerindedir.”
Va’zü nasihat meclisleri: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İnsanların yaptıklarını yazan meleklerden başka melekler de vardır. Yollarda, sokak başlarında dolaşırlar. Allahü teâlâyı zikr edenleri ararlar. Zikr edenleri bulunca, birbirlerine seslenirler. “Buraya geliniz. Buraya geliniz”, derler. Kanatları ile, onları sararlar. O kadar çokdurlar ki, göke varırlar. Kullarının her işini bilici olan Allahü teâlâ, meleklere sorarak, “Kullarımı nasıl buldunuz?” buyurur. “Yâ Rabbî! Sana hamd ve sena ediyorlar ve senin büyüklüğünü söylüyorlar ve senin ayıblardan ve kusurlardan temiz olduğunu söylüyorlar” derler. “Onlar, beni gördüler mi?” buyurur. “Hayır görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı?” buyurur. “Daha çok hamd ederlerdi ve daha çok tesbih ederlerdi ve daha çok tekbîr söylerlerdi” derler. “Onlar, benden ne istiyorlar?” buyurur. “Yâ Rabbî! Cennetini istiyorlar” derler. “Onlar, Cenneti gördüler mi?” buyurur. “Görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı?” buyurur. “Daha çok yalvarırlardı, daha çok isterlerdi. Yâ Rabbî! Bu kulların Cehennemden korkuyorlar. Sana sığınıyorlar” derler. “Onlar, Cehennemi gördüler mi?” buyurur. “Hayır, görmediler” derler. “Görselerdi, nasıl olurlardı” buyurur. “Görselerdi daha çok yalvarırlardı ve ondan kurtulmak yoluna daha çok sarılırlardı” derler. Allahü teâlâ, meleklere, “Şâhid olunuz ki, onların hepsini affeyledim” buyurur. “Yâ Rabbî! O zikr edenlerin yanında, filân kimse zikr etmek için gelmemişti. Dünyâ çıkarı için gelmişti” derler. “Onlar benim misâfirlerimdir. Beni zikr edenlerle beraberim. Onların yanında bulunanlar da, zarar etmezler” buyurur.”
“Kim bilmediği hâlde insanlara fetvâ verirse, gökte ve yerde bulunan melekler ona la’net eder.”
“Bir kavim Allahü teâlâyı anmak için oturunca, gök yüzünden bir münâdî (nida eden, seslenen) şöyle nidâ eder: Artık kalkınız! Günahlarınız iyiliğe çevrildi. Günahlarınız af ve mağfiret olundu.”
İlim ve ilim ehli: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Talebe, âlimin huzûrunda oturduğu zaman, onun için yetmiş rahmet kapısı açılır. Oradan, anasından doğduğu günki gibi (tertemiz, günahlarından arınmış olarak) kalkar.”
“Kim ilmi aramak, ilim elde etmek için bir yola çıkarsa, Allahü teâlâ ona Cennet yolunu kolaylaştırır.”
“İlim öğreniniz. Çünkü ilim öğrenmek tâat, ilmi taleb etmek ibâdet, ilmi aramak cihâd, onu düşünmek tesbih, bilmeyene öğretmek sadaka, onu ehline vermek kurbetdir (Allahü teâlâ için yapılan ve O’nun beğendiği şeydir).”
“İlmi tefekkür etmek, düşünmek, nafile oruç tutmak gibi ve ilmi müzâkere (ilimden konuşmak, ilim öğrenmek) geceleri namaz kılmak gibidir.”
“Bir kimse ilim taleb etse, Allahü teâlâ, onun istediği şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.”
“Yeryüzünde en faziletli amel üçtür: “İlim taleb etmek, cihâd ve helâl kazançtır.”
“İlim öğrenmek yolunda bir dirhem harcamak, Allah yolunda bin dirhem harcamak gibidir.”
“Allahü teâlâ, ilim öğrenmek yolunda ayakları tozlanan kimsenin vücûdunu Cehenneme haram kılar.”
Âlimlere hürmet, âlimlerin üsünlüğü: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Âlimlere hürmet ediniz. Çünkü siz, onlara dünyâda da, âhırette de muhtaçsınız.”
“Kim Allahü teâlânın Cehennem ateşinden azâd ettiği kimselere bakmak isterse, âlimlere ve ilim öğrenenlere baksın.”
“Âlimin âbide (çok ibâdet edene) üstünlüğü, ondördüncü gecesinde ayın, diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”
Cehâletin kötülüğü: Hâdis-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İnsanlar iki kısımdır: Âlim ve ilim öğrenen. Diğerlerinde hayır yoktur.”
“Cehâletten daha şiddetli bir fakirlik yoktur.”
“Dünyâ ve âhıretin hayrı ilim iledir. Dünyâ ve âhıretin şerri cehâlet iledir.”
Kötü âlimler: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Âlimlerin kötüsü, insanların enkötüsüdür.”
“Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine fâideli olmayan din adamınadır.”
“Kim âhıret amelini dünyâyı elde etmek için yaparsa, o kimsenin âhırette nasîbi yoktur.”
“Üç şeyden dolayı ilim öğrenen Cehennemdedir: Diğer ilim sahiplerine karşı övünmek için ilim öğrenen, sefih kimselere (zevk ve eğlenceye düşkün olanlara) karşı övünmek için ilim öğrenen ve insanların kendisine yönelmeleri, alâka göstermeleri için ilim öğrenen.”
Sâlih rü’yâ: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Sizden birisi, hoşuna giden (Sâlih) bir rü’yâ görürse, (bilsin ki) bu rü’yâsı Allahü teâlâdandır. Bu sebeble Allahü teâlâya hamd etsin ve rü’yâsını (başkasına) anlatsın, iyi olmayan rü’yâ gördüğü zaman, (bilsin ki) bu rü’yâsı şeytandandır. Onun şerrinden Allahü teâlâya sığınsın. O rü’yâsını kimseye söylemesin.”
“Rü’yâsı en doğru olanınız, sözü en doğru olanınızdır.”
“En doğru rü’yâ, seher vakitlerinde görülen rü’yâdır.”
“Kim beni rü’yâsında görürse, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim sûretime giremez.”
Tıb ve fâideli şeyler: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Ey Allahın kulları tedâvi olunuz. Çünkü Allahü teâlâ, her hastalığın ilâcını yaratmıştır. Yalnız ölüme çâre yoktur.”
“Hurma Cennettendir.”
“Tuza iyi sarılınız. Çünkü, yetmiş çeşit hastalığa şifâdır. Cüzzam, delîlik ve baras bunlardandır.”
“Sizden birisi kalbinde hüzün ve sıkıntı bulursa, sefercel (ayva) yesin.”
Yazmak, yazmanın fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İlmi, zengin, fakir, küçük, büyük herkesten yazınız. Kim ilmi, ilmin sahibi fakir veya kendisinden küçük diye terk ederse, Cehennemdeki yerini hazırlasın.”
“Kim “Bismillâhirrahmânirrahîm”i yazar ve ona hürmetinden dolayı yazıyı güzel yaparsa, bu yaptığı sebebiyle, Allahü teâlâ onu af ve mağfiret eder.”
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Sizden birisi, küçük ve büyük abdest bozarken kıbleye dönmesin”.
“Bevlden (üzerinize idrar sıçratmaktan) sakınınız. Çünkü kabir azâbının çoğu bundandır.”
Abdest: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Müslüman abdest alınca, günahları kulağından, gözünden, elinden ve ayağından çıkar. Oturunca mağfiret olunmuş olarak oturur.”
“Kim namaz için güzelce, (şartlarına uygun olarak) abdest alırsa, günahlarından temizlenir, anasından doğduğu gün gibi tertemiz olur.”
“Ateş, kuru otu yaktığı gibi, abdest de günahları yakar.”
Ezan ve fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Müezzin ezan okuduğu zaman, semâ kapıları açılır. Bu sırada yapılan duâ kabûl olunur, ikâmete başladığı zaman, yapılan duâ red olunmaz.”
“Müezzin ezan okuduğu zaman, şeytan kaçar. Tuzun (suda) eridiği gibi erir.”
“Müezzin ile beraber, söylediklerini tekrar edersen, Allahü teâlâ bedenini Cehenneme haram kılar.”
Mescidin fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Bir kimsenin mescidlere devam ettiğini gördüğünüz zaman, onun imanlı olduğuna şehâdet ediniz.”
“Kim mescide bir kandil asarsa, kandildeki her damla yağ için, Allahü teâlâ o kimseye on hasene (sevâb) yazar. On günahını siler ve onu on derece yükseltir. Bu mescide, namaz kılanlar için astığı kandil (yaktığı ışık) sebebiyle, Allahü teâlâ bu kimseye hayâtında, ölümünde, kabrinde, kabrinden çıkarıldığında (tekrar diriltildiğinde) ve Cennete girinceye kadar nûr verir.” (Bu hadîs-i şerîf, mescidlere hizmet etmeyi teşvik etmektedir.)
“Sizden birisi mescide girince, iki reh’at namaz kılmadan oturmasın.”
“Mescidler, Allahü teâlânın en çok sevdiği yerlerdir.”
“Benim mescidimde (Mescid-i Nebî’de) kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, diğer mescidlerde kılınan bin namaza eşittir.”
“Mescid-i Harama bakmak ibâdettir.”
“Sevâbını Allahü teâlâdan ümid ederek, (Kudüs’deki) Beyt-i Makdisi (Mescid-i Aksa’yı) ziyâret eden kimseye, Allahü teâlâ yüz şehid sevâbı verir.”
Farz namazlar ve bunların fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Kim emniyet içinde, emîn olarak Allahü ieâlâya kavuşmak isterse, beş vakit namaza devam etsin.”
“Kim kırk gün, ilk tekbîrine yetişerek cemâatle namaz kılarsa, onun için iki berâet (kurtuluş) olur. Biri nifaktan (münâfıklıktan) kurtuluş ve biri de Cehennemden kurtuluş içindir.”
“Kim sabah namazını cemâatle kılarsa, ona yüz hasene (iyilik, sevâb) yazılır. Yüz günahı silinir ve yüz derece yükseltilir.”
“Cemâatte namaza devam ediniz! Çünkü İmâm ile beraber alınan iftitah tekbîrine yetişmek, bin (nafile) hac ve bin umreden hayırlıdır.”
Receb ayı ve fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Receb ayında iki gün oruç tutana, Allahü teâlâ öyle lütuf ve ihsânlarda bulunur ki, gök ve yer ehlinden hiç birisi bu ihsânları anlatamaz.”
“Allahü teâlâ, Receb ayında üç gün oruç tutan kimse ile Cehennem arasına perde koyar.”
“Cennette bir köşk vardır. Ona Receb ayında oruç tutanlar girer.”
“İnsanlar, Receb ve Ramazan aylarından gaflette bulunuyorlar. Halbuki kulların amelleri, bu aylarda Allahü teâlâya arz olunur. Ben, amelimin, oruçlu iken Allahü teâlâya arzedilmesini severim.”
Şa’bân ayı ve fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Şa’bân ayı, benim ayımdır. Onun diğer aylara olan üstünlüğü, benim diğer peygamberlere olan üstünlüğüm gibidir.”
“Şa’bân ayında tutulan oruç, Cehenneme karşı bir kalkandır. Kim bana Cennette kavuşmak isterse, üç gün de olsa bu ayda oruç tutsun.”
Resûlullah (s.a.v.); “Şa’bân ayına niçin Şa’bân denildi, biliyor musunuz?” buyurdu. Eshâb-ı Kirâm, “Allah ve Resûlü bilir” dediler. “Çünkü Allahü teâlâ, bu ayda pek çok hayırlar dağıtır, ihsân eder” buyurdu.
“Kim, Şa’bân’ın ilk gecesi oniki rek’at namaz kılar her rek’atte, bir kerre Fâtiha ve beş kerre İhlâs sûresi okursa, Allahü teâlâ ona, onikibin şehid ve oniki senelik ibâdet sevâbı verir. Günahlarından sıyrılarak, anasından doğduğu günki gibi olur.”
Cebrâil aleyhisselâm, Berât gecesi Resûlullaha (s.a.v.) gelerek: “Yâ Muhammed! (s.a.v.) Bu gece çok gayret et! Çünkü, bu gece ihtiyâçlar giderilir” dedi. Resûlullah da (s.a.v.) bu gecede çok gayret gösterirdi. Cebrâil aleyhisselâm yine gelerek, “Yâ Muhammed! Müjdeler olsun. Allahü teâlâ, ümmetinden, kendisine şirk koşanlar hâriç, hepsini af ve mağfiret etti. Başını semâya kaldır! Ne görüyorsun bak?” dedi. Resûlullah mübârek başını semâya kaldırıp semâya bakınca, semâ kapılarının açılmış olduğunu, meleklerin dünyâ semâsından Arşa kadar secdede olduklarını, ümmeti için Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilediklerini ve semâ kapısında seslenen bir melek olduğunu, birinci semânın kapısındaki meleğin; “Bu gece rükû’ edenlere ne mutlu.” İkinci semânın kapısındaki meleğin; “Bu gece secde edenlere ne mutlu.” Üçüncü semânın kapısındaki meleğin; “Bu gece Allahü teâlâyı ananlara ne mutlu.” Dördüncü semânın kapısındaki meleğin; “Bu gece duâ edenlere ne mutlu.” Beşinci semânın kapısındaki meleğin; “Bu gece Allah korkusundan ağlayanlara ne mutlu.” Altıncı semânın kapısındaki meleğin; “Duâ edip, bu gecede duâsı kabûl olanlara ne mutlu.” Yedinci semânın kapısındaki meleğin; “Duâ eden yok mu? Ona istediği verilecektir” dediğini gördü.
“Şa’bân’ın onbeşinci gecesi olduğu zaman, gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Çünkü Allahü teâlâ, benden mağfiret isteyen yok mu ? Onu af ve mağfiret edeyim. Belâya mübtelâ olmuş olan yok mu? Ona afiyet vereyim. Rızık istiyen yok mu? Ona rızık vereyim ve daha başka şeylerle nidâ buyurur. Bu, fecir doğuncaya kadar devam eder.”
Ramazan ayı ve fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Bir kimse Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günahları affolur.”
“Allahü teâlâ Ramazân-ı şerîfin her gecesinde, “İstiyen yok mu? Ona vereyim. Tövbe eden yok mu? Tövbesini kabûl edeyim. Affını ve mağfiretini istiyen yok mu? Onu af ve mağfiret edeyim” buyurur.”
“Eğer kullar, Ramazân-ı şerîf ayındaki fazilet ve ihsânları bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi. Çünkü bu ayda çok sevâb vardır.”
“Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır.”
“Eğer Allahü teâlâ, göklerin ve yerin insanlarla konuşmasına izin verseydi, yerler ve gökler, Ramazân-ı şerîf ayında oruç tutanlar ile konuşurlardı.”
“Ramazân-ı şerîf ayında bir fakire bir sadaka veren kimseye, Ramazan’dan başka bir ayda, üzerine güneş doğan herşeyi tasadduk eden (sadaka olarak veren) kimseye verilen ecir ve sevâb gibi ecir ve sevâb verilir. Ramazan’da bir tesbih okuyana, diğer aylarda yüzbin tesbih okumuş gibi ecir ve sevâb verilir. Ramazan’da bir mü’mini giydiren kimseye, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde herkesin huzûrunda en güzel elbiselerden yediyüz tane giydirir. Bu ayda bir açı doyurana (bir oruçluya iftar verene), yer dolusu altın vermiş gibi sevâb verilir.”
“Sizden birisi iftar edeceği zaman, hurma ile iftar etsin. Hurma bulamazsa, su ile iftar etsin.”
Nafile oruç ve fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Aşure günü oruç tutan kimseye, bin (nafile) hac, bin (nafile) umre ve onbin şehîd sevâbı verilir. Kim Aşure gecesi oruçlu bir mü’mine iftar verirse, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin hepsine iftar vermiş, onları doyurmuş gibi olur. “Kim Ramazân-ı şerîfte oruç tutar, ondan sonra de Şevvâl’den altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur.”
“Kim Arefe günü oruç tutarsa, Allahü teâlâ onun iki sene önceki ve iki sene sonraki günahlarını affeder.”
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) efendimiz bana, şu üç şeyi ölünceye kadar bırakmamayı öğretti. Abdestli olarak yatmak, her ay üç gün oruç tutmak ve kuşluk namazını terk etmemek.”
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, Hazreti Ebû Zer’e “Ey Ebû Zer! Her ay üç gün oruç tutacaksan, (Kamerî) ayın 13. 14 ve 15. günleri oruç tut!”
Zekât, sadaka, sadaka-i fıtr: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Kim Ramazan’da oruç tutar, fakat sadaka-i fıtrı vermezse, orucu, yer ile gök arasında asılı kalır.”
“Mallarınızı, zekât vermek sûretiyle koruyunuz! Hastalarınızı, sadaka vererek tedâvi ediniz! Belâları, duâ ile karşılayınız”.
“Allahü teâlâ, verilen sadaka ile yetmiş belâyı def eder. Zelîl, kötü, çirkin olarak can vermek de bu belâlardandır.”
Haccın fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahım! Hac edeni ve onun, senden af ve mağfiretini istediği kimseyi af ve mağfiret eyle!”
“Haccın mükâfatı ancak Cennettir.”
“Kim helâlden kazandığı ile hacca giderse, Allahü teâlâ onun her adımına yetmiş hasene (iyilik) sevâb yazar ve onu yetmiş derece yükseltir.”
“Kim giderken veya dönerken Mekke yolunda vefât ederse, Allahü teâlâ onu elbette af ve mağfiret eder. Onu, akrabasından yetmiş kişiye şefaatçi eyler.”
Cihâdın fazileti: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.”
“Allahü teâlâya, Allah yolunda akıtılan bir damla kan ile, Allah korkusundan akan bir damla göz yaşından daha sevimli birşey yoktur.”
Zinâ, livâta ve harama bakmanın kötülüğü: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İnsanların amelleri her Cum’a günü iki kere bana arzedilir (gösterilir). Allahü teâlânın gadabı, bunlardan en çok zinâ eden kimseyedir.”
“Harama bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur.”
“Zinâ, fakirlik getirir.”
“Allahü teâlâ, Lût kavminin yaptığı işi (livâta) yapana la’net eylesin.”
“Zinâ yapanların yüzlerinde, hiçbir nûr ve kıymet yoktur. Allahü teâlâ, onların rızıklarına bereket koymaz. Onlar, Allahü teâlânın katında cîfe’den (leşden) daha pis kokar.”
Helâl kazanç ve faizden kaçınmak: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir.”
“Kazancı, yaşayışı, zâhiri güzel olan ve insanlara kötülüğü dokunmayan kimseye ne mutlu!”
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi aldığı şeyi, haram yoldan mı, helâl yoldan mı aldığına aldırmıyacaktır.”
“İhtikâr yapanlar (halkın ve ehli hayvanların, yiyecek ve içecek gibi zarurî ihtiyâçlarını insanlara vermeyip, kıymeti, fiatı yükselsin diye saklıyanlar, vurgunculuk yapanlar, karaborsacılar.) Cehennemde, katiller ile aynı derecede (tabakada) bulunacaklardır.”
“Allahü teâlâ faiz yiyene, yedirene, faiz işinin kâtipliğini yapana ve bunun için şâhidlik yapana la’net eylesin.”
“Elinin emeğinden helâl yiyen kimse için Cennet kapıları açılır. İstediğinden girer.”
Bir kimse, “Yâ Resûlallah! Duâlarımın kabûl olması için Allahü teâlâya duâ ediniz” deyince Resûlullah (s.a.v.) “Eğer yaptığın duânın kabûl olmasını istiyorsan, kazancını güzel yap! Helâlinden kazan!” buyurdu.
İçkinin haramlığı: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahü teâlâya ve âhıret gününe îmân eden kimse, üzerinde içki içilen sofraya oturmasın.”
“İçki içen kimse için, kıyâmet gününde Allahü teâlâ meleklere; “Onu tutunuz!” buyurur. Yetmiş bin melek onu yakalayıp yüz üstü sürükleyerek Cehenneme atarlar.”
“Allahü teâlâ kıyâmet gününde, dünyâda iken içki içmiş olan kimseye, dünyâda içkiyi içtiği gibi, kaynar su, içirir.”
“Dünyâda içki içen kimse tövbe etmedikçe, ahıretteki Cennet şerbetinden içemez.”
“Dikkat ediniz! Kim sarhoş olarak ölürse, sarhoş olarak kabre konulur. Allahü teâlânın huzûrunda sarhoş olarak durdurulur. Cehennemin ortasında Sekrân diye isimlendirilen bir dağ vardır. O dağda bir pınar vardır. O pınardan sâdece kan akar. O sarhoş kimsenin yiyeceği ve içeceği sâdece bu kandır. Vay şakinin (Cehennemlik olanın) hâline!”
“İçki içene bir lokma verene, Allahü teâlâ, yılanları ve akrepleri musallat eder. Ona Cehennemin, dimağı kaynatan sadîdinden (kaynamış irininden) yedirilir.”
Yemîn-i fâcire (yalan yere yemîn): Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Yalan yere yemîn, memleketleri tahrîb eder, ömürleri kısaltır.”
“Bir kimse, müslüman bir kimsenin malını elde etmek için yalan yere yemîn ederse, Allahü teâlâyı gadablı olarak bulur.”
“Allahtan başkası üzerine yemîn eden, şirke düşmüştür.”
“Dört kimse vardır ki, Allahü teâlâyı gadcıblandırır: Çok yemîn eden satıcı, hîlekâr fakir, zinâ eden ihtiyâr ve zâlim devlet reîsi.”
“Yalan yere yemîn etmek malı yok’ eder, kazançta bereketi giderir.”
Gıybet ve nemime: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Mi’râc gecesi semâya götürüldüğüm zaman bir kavme uğradım ki, etlerinden kesilip sonra da onlara, “Bunları yiyiniz! Kardeşlerinizin, yediğiniz etleridir” deniyordu, Cebrâil’e “Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” dedim. “Onlar, senin ümmetinden nemmam (koğucu, söz taşıyıcı) olanlardır” dedi.”
“Kim iki kişi arasında nemime (söz taşımak) için yürürse, Allahü teâlâ onun kabrine bir ateş musallat eder ki, o ateş, kıyâmete kadar o kimseyi yakar.”
Müslümanların arasını bulmak: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“İnsanların arasını ıslâh edenlere ne mutlu! Onlar, kıyâmet gününde Allahü teâlâya yakın kimselerdir.”
“İki kişinin arasını ıslâh eden kimse, şehîd sevâbı kazanır.”
“İki müslümanın, birbirine üç günden fazla dargın durması helâl değildir.”
Müdârâ (Dîni ve dünyâyı korumak için, dünyalık vermek) ve ihtiyâçlarını gidermek: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Îmândan sonra aklın başı, insanlara müdârâ etmektir.”
“Kim bir mü’mini sevindirirse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onu sevindirir.”
“Müdârâ sadakadır.”
“Selâm vermek ve güzel söz, Allahü teâlânın af ve mağfiretini gerektiren şeylerdendir.”
“Kim bir müslüman kardeşinin bir hacetini giderirse, Allahü teâlâ da onun yüz hacetini giderir.”
Ana-babaya iyilik: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahü teâlânın rızâsı, ananın ve babanın rızâsındadır. Allahü teâlânın gadabı da, ana ve babanın gadabındadır.”
Resûlullaha (s.a.v.), “Yâ Resûlallah! Babanın, çocuğu üzerindeki hakkı nedir?” diye suâl edildi. “Babası yaşadığı müddetçe, çocuğunun ona itaat etmesidir” buyurdu.
“Ana ve babaya sövmek, büyük günahlardandır.”
“Bir kimse, anne ve babasının yüzüne merhametle bakarsa, o kimseye kabûl olunmuş bir hac sevâbı yazrlır.” “Yâ Resûlallah! Yüzbin kere bakılsa yine öyle olur mu?” diye suâl edilince; “Evet, yüzbin kere bakılsa yine öyledir” buyuruldu.
Çocuğun ana-baba üzerindeki hakkı: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Mü’minin çocuğu, ciğeri gibidir. Kendisinden önce vefât ederse, kendisine şefaatçi olur. Kendisinden sonra vefât ederse, kendisi için Allahü teâlâdan af ve mağfiret diler ve Allahü teâlâ da onu mağfiret eder.”
“Çocuklarınız, Allahü teâlânın size ihsânıdır. Dilediğine kız, dilediğine erkek verir.”
“Hangi erkek, hanımını döverse, Allahü teâlâ onu, kıyâmet gününde mahlûkların önünde rezîl ve rüsvâ eder. Öncekiler ve sonrakiler, herkes de onun bu hâlini görürler.”
“Evlâdınıza, yedi yaşına geldiği zaman namazı emredin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa, el ile hafifçe dövün. On yaşında yataklarını ayırınız.”
“Kişinin çocuğunu terbiye etmesi, bir sa’ sadaka vermesinden daha hayırlıdır.”
“Babanın çocuğuna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.”
“Kimin iki kız kardeşi veya iki kızı olur da onlara iyilik ederse, ben ve o, Cennette şu ikisi gibi olacağız.” (Resûlullah (s.a.v.) böyle buyururken, işâret ve orta parmakları ile işâret buyurdu.)
“Çocuklarınıza ikram ediniz. Onları güzel terbiye ediniz.”
Karı-kocanın birbirlerine olan hakları: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Sizin en hayırlı olanınız, zevcesine (hanımına) karşı en iyi olanınızdır.”
“Cebrâil, kadınlar üzerinde öyle durdu ki, onları boşamanın haram olduğunu bildirecek zannettim.”
“Hangi kadın ki, kocasının rızâsı ve izni olmadan evden çıkarsa, güneşin ve ayın üzerine doğduğu herşey ona la’net eder.”
“Kocasına, “Allahü teâlâ sana la’net etsin” diyen kadına, Allahü teâlâ la’net eder.”
“Allahü teâlâ, kendisine zenginlik verdiği hâlde, çoluk-çocuğuna cimrilik eden, onları darlık içinde geçindiren kimse bizden değildir.”
“Eğer bir kimsenin, Allahü teâlâdan başka birine secde etmesi emrolunsaydı, kadının kocasına secde etmesi emrolunurdu.”
“Kocasına yedi gün hizmet eden kadına, Allahü teâlâ yedi Cehennem kapısını kapatır, sekiz Cennet kapısını açar. O kadın, dilediği kapıdan hesapsız olarak Cennete girer.”
Akrabaya iyilik: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Akraba ile alâkayı, ilişkiyi kesen, Cennete giremez.”
“Selâm ile de olsa, akrabalarınızı ziyâret ediniz!”
“Sevâb bakımından en beğenilen tâat sıla-i rahmdir (akrabayı ziyâret ederek onlarla görüşmek, hiç olmazsa mektûpla veya selâm göndererek alâkayı devam ettirmekdir. Onlara iyilik etmekdir).”
“Sıla-i rahm, ömrü arttırır.”
Hizmetçilere iyilik: Resûlullah (s.a.v.) bir hutbelerinde; “... Ellerinizdeki kölelere de iyilik edin...” (Nisâ-36) meâlindeki âyet-i kerîme hakkında buyurdular ki: “Onlara yediriniz! Giydiğinizden giydiriniz! Onlara, güçlerinin yetmiyeceği işleri teklif etmeyiniz! Çünkü, onlar da et ve kandır. Onlar da sizin gibidirler. Kim onlara zulmederse, ben o zulmedenin hasmıyım. Allahü teâlâ da onların hâkimidir.”
Komşu hakkı: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Sizden en hayırlı komşu, komşusuna en iyi olandır.”
“Allahü teâlâya ve âhıret gününe îmân eden, komşusuna iyilik etsin, ikramda bulunsun!”
“Cebrâil bana, komşu hakkından o kadar tavsiyelerde bulundu ki, komşuyu komşuya vâris (mirasçı) yapacak zennettim.”
“Kim komşusuna haksız yere eziyet verirse, Allahü teâlâ onu Cennetin kokusundan mahrûm eder. Onun yeri Cehennemdir.”
Resûlullah (s.a.v.) Hazreti Ali’ye buyurdu ki: “Yâ Ali! Komşuna, evinin ehline, mu’âşerette bulunduğun (beraber olduğun) kimselere iyilik et! Sana yüksek dereceler ihsân olunur.”
“Kötülüklerinden komşusunun emîn olmadığı kimse, Cennete giremez.”
“Komşusuna ikram edene Cennet vâcib olur.”
“Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların la’neti, komşusuna eziyet eden kimseyedir.”
“Kim, üç komşusu kendisinden râzı olarak vefât ederse, Allahü teâlâ onu af ve mağfiret eder.”
“Komşusunun aç yattığını bildiği hâlde kendisi tok yatan kimse, kâmil bir mü’min değildir.”
Fakirleri, yetimleri sevmek ve onlara iyilik etmek: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“En hayırlı ev, içerisinde yetim bulunup iyilik edilen evdir.”
“Kim bir mü’mini giydirirse, Allahü teâlâ da ona, kıyâmet gününde bin hulle (Cennet elbisesi) giydirir, onun bin ihtiyâcını giderir. Ona bir senelik ibâdet sevâbı yazar, gökteki yıldızlardan çok bile olsa günahlarını af ve mağfiret eder, ona vücûdundaki her kıla karşılık bir nûr verir, kabir azâbını ondan kaldırır, Sırat köprüsünü geçmeyi, azapdan emîn olmayı nasîb eder ve ona Cehennemden kurtuluş berâtı (nişanı) verir.”
“Kendi ayıbı ile uğraşması, kendisini başkalarının ayıbları ile meşgûl olmaktan alıkoyan, helâl yoldan mal kazanıp Allah yolunda harcayan, aşağı kimselere merhamet eden ve ilim ehli ile beraber olan kimselere merhamet eden ve ilim ehli ile beraber olan kimselere ne mutlu!”
“Kim bir yetimi, küçüklüğünden büyüyünceye kadar terbiye ederse, Allahü teâlâ, ondan türlü belâları, sıkıntıları kaldırır. Bu sıkıntılardan en hafifi, delîlik, cüzzam ve barasdır.”
İyilik yapmak: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Müslüman kardeşinin yüzüne tebessüm, sadakadır.”
“Dikkat ediniz! Müslüman kardeşini güler yüz ile karşılaman, kabında bulunan suyu onun kabına dökmen iyiliktendir.”
“İki haslet vardır ki, pek yüksektirler: Allahü teâlâya îmân ve müslümanlara faydalı olmak.”
Misâfir ve misâfirlik: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Misâfirlik üç gündür. Üç günden fazlası sadakadır.”
“Resûlullah (s.a.v.) Cebrâil’den (a.s.) şöyle nakletti: Misâfir, mü’min kardeşinin evine girdiği zaman, onunla beraber bin bereket ve bin rahmet girer. Allahü teâlâ o ev ehlinin günahlarını mağfiret eder. İsterse günahları, denizlerdeki köpüklerden ve ağaçlardaki yapraklardan daha çok olsun. Allahü teâlâ, onlara bin şehîd sevâbı verir. Misâfirlerin yediği her lokmaya karşılık, onlara bir hac ve umre sevâbı yazar ve onlar için Cennette bir şehir bina eder.”
“Misâfirine ikram etmeyen, bizden değildir.”
“Kim, gösteriş ve şöhret için birşey yedirirse, Allahü teâlâ ona, Cehennem sadîdinden (kaynamış irin) yedirir.”
Su vermek ve yemek yedirmek: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Susuz kalmış bir mü’mine su içiren kimseye, Allahü teâlâ Cennet şerbeti içirir.”
“Herhangi bir mü’min, bir susuza su içirirse, âhırette Allahü teâlâ ona benim havzımdan içirir.”
“Bir mü’min, bir açı doyurursa, Allahü teâlâ da onu, Cennet yemekleriyle doyurur.”
“Yemeklerinizi takvâ sahiplerine yediriniz.”
“Allahü teâlânın rızâsı için, aç bir kimseyi doyurana, Cennet vâcib olur.”
“Kim, (memleketinden uzak düşmüş, yabancı) garîb bir kimseye bir içim su verirse, Allahü teâlâ onun, dünyâ ve âhırette yetmiş ihtiyâcını giderir.”
Yiyecekler: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Bir topluluk, ekmeği hafif görürse, Allahü teâlâ onlara musibet olarak açlık verir.”
“Ekmek ikram ediniz. Ekmekte, gökden inen ve yerden çıkan bereket vardır.”
“En iyi yemeğiniz ekmek, en iyi meyveniz üzümdür.”
“Kabağa iyi sarılınız! Çünkü o, kalbe ferahlık verir ve dimağı kuvvetlendirir.”
“Zeytin yiyin. Çünkü o, aklı kuvvetlendirir!
“Nar yiyiniz. Ondan mi’deye düşen her tane, kalbi parlatır.”
Yolculuk ve garîbler (gurbette bulunanlar): Hadîs-i şerîfde bu husûsta buyuruldu ki:
“Müslümanın, dîni kendi dîni gibi olan bir hanımı, hayırlı evlâdı, sâlih arkadaşları ve rızkını memleketinde te’min etmiş olması saadettendir.”
Yeme âdabı hakkında: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Mü’minin alâmeti üçtür: Oruç tutmayı tercih ettiği için yemesi azdır. Allahü teâlâyı zikri (hatırlamayı) tercih ettiği için lüzumsuz sözü azdır. Gece namaz kılmayı tercih ettiği için uykusu azdır.”
“Kim sofradaki kırıntıları yerse, rızkı geniş ve bol olur. Çocuğu ve torunu ahmaklıktan korunur.”
“Allahü teâlânın en râzı olduğu yemek, yiyenlerin çok bulunduğu yemektir.”
“Sizden birisi yemek yemek istediği zaman, Bismillâhirrahmânirrahîm desin ve önünden yesin.”
“Kim yemek yer ve yemeği tuz ile bitirirse, Cennete girer.”
Bina yapmak ve ağaç dikmek: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Bir müslüman, bir şey eker, ondan bir insan, kuş veya herhangi bir hayvan yerse, o yenilen şey, o kimse için sadaka olur.”
“Bina yapmakta haramdan sakınınız. Çünkü haram, harablığın ve yıkıklığın temelidir.”
“Lâzım olmayan ve ihtiyâç olmayan her bina, sahibi için vebaldir.”
“Kim bir mescid yaparsa, Allahü teâlâ, Cennette onun için bir köşk bina eder.”
Uzlet (yalnızlık) ve afiyet: Bu husûsta hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Diline sahip ve evi geniş olan, hatâ ve günahından dolayı ağlıyan kimseye ne mutlu.”
“Yalnız başına olmak, kötü kimse ile beraber oturmaktan daha hayırlıdır.”
“Sâlih arkadaş, yalnızlıktan hayırlıdır.”
“Cennetin ortasında ikâmet etmek istiyen, cemâatten ayrılmasın. Çünkü şeytan, tek kişi iledir.”
“Allahü teâlâdan af ve afiyet iste!”
“Kişinin, kendisini ilgilendirmiyen şeyi terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir.”
Kanâat: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Kanaatkar ol, insanların en şükredicisi olursun.”
“Kanâat, bitmeyen bir hazînedir.”
“İslâm ile şereflenen, hayâtı için kâfi nafakaya sahip olan ve bunda kanâat eden kimseye ne mutlu.”
“Mü’minlerin en hayırlısı, kanaatkar olanı; en kötüsü de, tama’ sahibi olanıdır.”
“Duânın en hayırlısı, gizli olanı, rızkın en hayırlısı, kâfi olanıdır.”
“Cebrâil bana; “Hiçbir nefs, rızkını tamamlayıp bitirmedikçe ölmiyecektir” dedi.”
“Sizden birisinin dünyâdan edindiği, yolcunun azığı kadar olsun.”
“Azığına râzı olmayan kimsenin kalbi meşgûl olur, nefsini yorar. Ahırete, mizanda (amellerin tartılması sırasında) hüsrana uğrar.”
Hırs ve tama’: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Dikkat ediniz! Kim, müslüman kardeşinin malına tama’ ederse (Onda gözü varsa) malının bereketi gider.”
“İnsanlar üzerinde öyle bir zaman gelecek ki, o zaman, dünyâya en düşkün olanları, yaşlıları, ihtiyârları olacaktır.”
“Âdemoğlunun altından iki vadisi olsaydı bir üçüncüsünü daha isterdi. Âdemoğlunun içini sâdece toprak doldurur.”
“Emellerinizi kısa yapınız. Allahü teâlâdan nasıl haya edilmesi gerekiyorsa, öylece haya ediniz.”
Bir hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Ey Âdemoğlu! Az ile kanâat etmezsen, çok ile de doymazsın.”
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Dünyâ çöplüktür. Onun talipleri, (ona gönül verenler) köpeklerdir.”
Birisi Resûlullaha (s.a.v.) gelerek: “Beni Allahü teâlâya yaklaştıracak birşey öğret” dedi. Resûlullah (s.a.v.): “Kızgınlığını söndür” buyurdu.
Tevekkül: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermek, Âdemoğlunun saâdetindendir. (Se’âdet, Cennetlik olmak demektir.) Allahü teâlânın hükmüne kızmak, Âdemoğlunun şekâvetindendir. (Şekavet, Cehennemlik olmak demektir.)”
“Eğer Allahü teâlâya hakkıyle tevekkül etmiş olsaydınız, kuşların rızıklandığı gibi, siz de rızıklanırdınız.”
“Kim insanların en kuvvetlisi olmak isterse, Allahü teâlâya tevekkül etsin.”
“Kulda şu beş haslet bulunmadıkça, îmânı kâmil bir kul olamaz: Allahü teâlâya tevekkül etmek. Allahü teâlâya tefviz (Helâl ve fâideli şeyleri kazanmağa çalışmak, fakat onlara kavuşmağı Allahü teâlâdan beklemek). Allahü teâlânın emrine teslim olmak. Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermek. Allahü teâlâdan gelen belâ ve musibetlere sabır ve tahammül etmek.”
Birisi Resûlullaha (s.a.v.) gelip; “Ey Allahın Resûlü! Bana kısa bir nasîhatta bulun?” deyince, Resûlullah (s.a.v.); “Senin hakkında hükmettiği herhangi bir şeyden dolayı Allahü teâlâyı suçlama!” buyurdu.
Tedbir (Bir işte başarılı olmak için lâzım olan hazırlık), meşveret (istişârede bulunma, danışma) ve nasihat: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Müslümanların birbirine nasihat etmeleri ve birbirlerine merhametli olmaları gerekir.”
“Müslümanın, müslüman üzerinde altı hakkı vardır: Biri diğerini da’vet ettiği zaman, da’vetine icabet etmek. Hastalandığı zaman, ziyâret etmek. Vefât ettiği zaman, cenâzesinde hazır bulunmak. Karşılaştığı zaman selâm vermek. Nasihat istediği zaman, nasihat etmek. Aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah demek.”
“Tedbîr, hayâtın, yaşamanın yarısıdır.”
“Akıl sahipleri ile istişâre ediniz. Böylece doğruyu bulursunuz. Onlara karşı gelmeyiniz. Yoksa, pişman olursunuz.”
“Üç kimseye azap yoktur: Müslümanlara nasihat edene, hayrı gösterene, Allahü teâlânın taksimine rızâ gösterene.”
Dilin muhafaza edilmesi: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Allahü teâlâya ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin yahut sussun!”
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, Hazreti Ebû Zer’e; “Sana, bedene çok kolay, dile de hafif gelen, fakat mizanda (âhırette tartılırken) çok ağır gelen bir ibâdeti bildireyim mi? Susması uzun olmak ve güzel ahlâk” buyurdu.
“Dilini hayırdan başkasından muhafaza et. Çünkü sen, bununla şeytanı mağlup edersin.”
“Ey Allahın Resûlü! Kurtuluş hangi şeydedir?” denilince; “Diline sahip ol!” buyurdu.
“Yerine getiremiyeceğin bir va’di (sözü) kardeşine yapma!”
“Çok konuşanın hatâsı çok olur. Hatâsı çok olanın ise, günâhları çok olur. Günâhı çok olan da, Cehenneme lâyıktır.”
“Allahü teâlâ, dilini muhafaza eden kimsenin ayıbını örter.”
“Düşmanlık ve asabiyyet (kızgınlık) ile söylenen söz, damlayan bir kan gibidir.”
Doğruluk ve yalan: Birisi Resûlullaha (s.a.v.) geldi. “Üç günâha tutuldum. Onları terk edemiyorum. Zinâ, yalan söylemek ve içki içmek” dedi. Resûlullah (s.a.v.) ona, “Yalanı benim için terket” buyurdu. O kimse kabûl edip, Resûlullahın (s.a.v.) huzûrundan ayrıldı. Yine, zinâ yapma durumu ile karşı karşıya kaldı. Fakat kendi kendine: “Eğer zinâ yaparsam, Resûlullah da (s.a.v.) bana, “Zinâ ettin mi?” diye sorarsa, ben de, “Evet” dersem, bana had cezası vurur (ceza verir). Eğer, “Hayır zinâ yapmadım” dersem, O’na verdiğim ahdi (sözü bozmuş olurum” deyip, zinâyı terketti.
Sonra, içki içme durumu ile karşı karşıya kaldı. Yine kendi kendine aynı şeyleri düşünerek onu da terketti.
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Doğruluğa sarıl! Çünkü doğruluk, iyiliğe götürür, iyilik ise, Cennete götürür.”
“Yalandan sakınınız! Çünkü yalan, kötülüğe götürür, kötülük ise, Cehenneme götürür.”
“Sözün âfeti, yalan söylemektir.”
“Yalancı şâhidlik yapan, kıyâmet günü, dili Cehenneme sarkıtılmış olarak diriltilir.”
“Yalancı şâhidliği, ancak münâfık yapar.”
Akıllı kimse: Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Ahmakla beraber olmayınız! Akıllıdan da ayrılmayınız!”
Affetmek, kızgınlığı söndürmek, hilm (yumuşaklık): Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Gadaba gelen (sinirlenen) bir kimse, dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde, kızgınlığını söndürür, yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ onun kalbini emniyyet ve îmân ile doldurur.”
“Kişi, hilmi (yumuşaklığı) sebebiyle, gündüzleri oruç tutup, gecelerini ibâdetle geçiren kimsenin derecesine yükselir.”
“Allahü teâlâ, asla bir kimseyi cehâlette azîz kılmaz. Hilm (yumuşaklık) ile de bir kimseyi zelîl kılmaz.”
“Kıyâmet gününde, “Nerede Allahü teâlânın kendilerine ücretlerini vereceği kimseler?” diye nidâ edilir. Bunun üzerine, insanları affedenler kalkarlar ve Cennete girerler.”
“İslâmın süsü hilm, Kâ’be-i muazzamanın süsü, tavaf ve tesbihtir.”
“Bir kimse Allahü teâlânın rızâsı için gadabını (kızgınlığını) giderirse, Allahü teâlâ da, kıyâmet gününde ondan azâbını kaldırır.”
Tevâzu’ (Alçak gönüllü olmak), kibir (Kendini başkalarından üstün görmek) ve ucb (Yaptığı ibâdetleri iyilikleri beğenip bunlarla öğünmek):
Bu husûslardaki hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allah için tevâzu göstereni, Allahü teâlâ yükseltir.”
“Kim Allahü teâlâya karşı kibirlilik yaparsa, Allahü teâlâ onu öyle alçaltır ki, onu esfel-i sâfilîne (Cehennemin en aşağı tabakasına) düşürür.”
“Eşyasını kendi taşıyan kimse, kibirden uzak olur.”
Cömertlik ve cimrilik: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Müslümanda şu iki şey bulunmaz: Cimrilik ve kötü zan.”
“Cimri ve yaptığı iyiliği başa kakan kimse, tövbe etmedikçe Cennete giremez.”
“Cimri kimse, Allahü teâlâdan, insanlardan, Cennetten uzak ve Cehenneme yakındır.”
Haya: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Haya îmândandır, îmân da Cennettedir.”
“Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Koku sürünmek, evlenmek, misvak kullanmak ve haya.”
“Hayanın hepsi hayırdır.”
“Haya, hayır getirir.”
“Bu ümmetten ilk kaldırılacak şey, haya ve emânettir.”
“Haya ile îmân, beraberdirler. Biri gidince, diğeri onu ta’kib eder.”
Emânet ve hıyânet: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim, garîb (memleketinden uzakta bulunan) kimseyi aldatırsa, şefaatime ve sevgime kavuşamaz.”
“Emânet rızkı, hıyânet fakirliği çeker.”
“Sana güvenen kimseye, emâneti eda et. Sana hainlikte bulunan kimseye hainlik etme!”
“Bizi aldatan, bizden değildir.”
“Kim bir mü’mini alış-verişte aldatırsa, kıyâmet günü yahudilerle beraber haşrolunur. Çünkü, yahûdiler, insanlar arasında müslümanlara en fazla hile yapanlardır.”
“Ateşin odunu yemesi gibi, kin ve hased de iyilikleri yer.”
“Dikkat ediniz! Allahü teâlânın ni’metlerinin düşmanları vardır.” “Allahü teâlânın ni’metlerinin düşmanları kimlerdir?” diye sorulunca, “Allahü teâlânın kendilerine olan lütuf ve ihsânından dolayı insanları kıskananlardır” buyurdu.
Mahlûkâta merhamet: Bu husûsta hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Merhametli olanlara, Rahmân (Allahü teâlâ) merhamet eder.”
“Sizden birisi, kendisi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe kâmil bir mü’min olamaz.”
“Nefsin için istediğini, insanlar için de iste, kâmil bir mü’min olursun.”
“Allahü teâlânın, kalbine, insanlara karşı merhamet koymadığı kimse, hüsranda, ziyanda olan, muradına nail olamıyan kimsedir.”
“Merhamet, ancak Cehennemlik kimselerde bulunmaz.”
“Kalbler, kendilerine iyilik eden kimselere sevgi ve kendilerine kötülük yapanlara buğz etme tabiatı üzere yaratılmıştır.”
“Ümmetimin, ümmetime en merhametlisi Ebû Bekr, din husûsunda en şiddetlisi Ömer, en hayâlısı Osman, onların cömert ve cesur olanı Ali’dir” (r.anhüm).
“İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olanıdır.”
Hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyurdu ki; “Merhametimi isteyen, mahlûkâtıma merhamet eylesin.”
Güzel ahlâk: Bu husûsta hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
Resûlullaha (s.a.v.), “Cennete en çok ne ile girilir?” diye sorulunca; “Takvâ (Haramlardan sakınmak) ve güzel ahlâk ile” buyurdular.
Yine Resûlullaha (s.a.v.) “İnsan en çok ne ile Cehenneme gider?” diye sorulunca; “Karnı, (mi’desi) ferci ve kötü ahlâkı ile” buyurdular.
“Güzel ahlâk, kişinin saâdetindendir.”
“Güzelin de güzeli, güzel ahlâktır.”
“Güzel ahlâkın güzelliği gibi güzellik yoktur.”
“Kişi güzel ahlâkı sebebiyle, gündüzleri oruç, geceleri ibâdet eden kimsenin derecesine erişir.”
Sabır: Bu husûsta hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“İstenmiyen şeylere karşı sabırlı olmakta çok hayır vardır.”
“Sabrın sevâbı, tahammül gösterilen sıkıntı miktarına göredir.”
“Kocasının kötü ahlâkına sabreden kadına, Allahü teâlâ, Âsîye binti Muzâhim’in sevâbı kadar sevâb verir.”
Hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Bir kulumun malına veya çocuğuna veya bedenine bir musibet (belâ, sıkıntı veririm de, o kulum bu masîbeti güzel bir sabırla karşılarsa, kıyâmet gününde onun amellerini tartmak için mizan kurmaktan, onun dîvânını, amel defterlerini yaymaktan haya ederim.”
Şükür: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Kime bir iyilik yapılır, o da, “Cezâkellahü hayren” (Allahü teâlâ seni hayırlarla mükâfatlandırsın) derse, ona çok güzel bir duâ yapmış olur.”
“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmemiş olur.”
“Ni’meti insanlara bildirmek (tahdîs-i ni’met) şükürdür.”
“Allahü teâlâ, kulunun yiyip, içip, sonra da bunlardan dolayı Allahü teâlâya hamdetmesinden hoşnûd olur.”
“Ni’metlere insanların en lâyıkı, onlara en çok şükredenidir.”
Fakirlik: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Cennetin kapısında durdum. Cennette bulunanların çoğunluğunun fakir olduğunu gördüm.”
“Bana bir melek gelip, “Ey Muhammed! Rabbin sana selâm söylüyor, isterse Mekke vadisini onun için altın yaparım” buyuruyor deyince, Ben de, “Ey Rabbim; bir gün doyup sana hamd ederim, bir gün aç kalıp, şükrederim” dedim.”
“Eğer dünyânın, Allahü teâlâ katında sivrisinek kanadı kadar bir kıymeti olsaydı, dünyâda kâfire bir içim su vermezdi.”
“Dünyânın zillet ve meşakkatine, zorluk ve sıkıntılarına aldırmayınız. Çünkü dünyânın zillet ve meşakkati, sahibi için; âhırette izzet, kıymet, hürmet, saygı, ikram ve rahatlıktır.”
Mal: Hadîs-i şerîflerde bu husûsta buyuruldu ki:
“Her kavmin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi, maldır.”
“İyi mal, sâlih kimse için ne iyidir.”
“Ey Âdemoğlu! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek sonsuz yaşattığındır.”
Sultan hakkında: Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Kıyâmet gününde Allahü teâlânın en sevdiği ve O’na en yakın olan, âdil devlet reîsidir.”
Tövbe ve istiğfar: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“En faziletli duâ istiğfardır.”
“Can gargaraya gelmeden önce tövbe eden kimsenin tövbesini, Allahü teâlâ kabûl eder.”
“Günahın keffâreti pişmanlıktır.”
Sünnet ve bid’at: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Sünnetime ve Hulefâ-i Râşidînin sünnetine yapışınız, sımsıkı sarılınız!”
“Kim sünnet ve cemâat üzere bulunursa, Allahü teâlâ, onun attığı her adımına karşılık on hasene (sevâb) verir ve onu on derece yükseltir.”
“Tevhîd ehli olan ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Yetmişikisi, bid’at ve dalâlet ehlidir. Bunlar, Cehenneme gider. Diğer bir fırka ise, Ehl-i sünnet ve cemâattir. Bunlar, Cennete giderler.”
“Ümmetim dalâlet üzere birleşmez, ihtilâf gördüğünüz zaman, sivâd-ı a’zama (Ehl-i sünnet âlimlerinin söz birliği ile bildirdikleri Ehl-i sünnet yoluna) yapışınız.”
“Sünnet-i seniyyeye uygun olarak yapılan az bir amel, bid’at bulunan çok amelden hayırlıdır.”
Selâm: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Binekte olan yürüyene, yürüyen oturana, az olan çok olana selâm verir.”
“Selâm, kelâmdan (sözden) öncedir.”
“Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikram ediniz! Akrabanızın haklarını gözetiniz! Gece herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz.”
“Ev ehline selâm ver! Evinin bereketi çok olur.”
“Bir kul, bir meclisten ayrılırken selâm verirse, Allahü teâlâ onun bedenindeki her kıla karşılık bin hasene (sevâb) yazar. Onun bin günahını yok eder, o meclis, kıyâmete kadar onun için af ve mağfiret diler.”
Emr-i ma’rûf (iyiliği emretmek), nehy-i münker (kötülükten sakındırmak): Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Sizden kim bir kötülük görürse, ona eliyle mâni olsun! Buna gücü yetmezse, diliyle mâni olsun! Buna da gücü yetmezse, kalbiyle o işi beğenmesin!”
“Acı bile olsa, hakkı söyle!”
“Îmânında veya ibâdetinde bid’at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakanın kalbini Allahü teâlâ îmânla doldurur.”
“Kim bid’at sahibine kıymet vermez ve onu aşağı tutarsa, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde onu en büyük korkudan kurtarır.”
“Kim iyiliği emreder, kötülükten nehyederse, o, yeryüzünde Allahü teâlânın, kitabının ve Resûlünün halîfesidir.”
Gençler ve ihtiyârlar: Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Allahü teâlâ, tövbe eden gençten çok râzıdır.”
“Yaşlılara, ihtiyârlara saygı gösteriniz. Çünkü ihtiyârlara saygı, Allahü teâlâya hürmettendir.”
“Büyüğüne saygı göstermiyen ve küçüğüne merhamet etmiyen bizden değildir.”
Hastalık ve ziyâret: Bu husûsta Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Hastanın inlemesi, tesbih, Allahü teâlâyı zikirdir.”
“Bir yerde tâ’ûn olduğunu duydüğünüz zaman, oraya girmeyiniz. Sizin bulunduğunuz bir yerde tâ’ûn olursa, oradan çıkmayınız!”
Ölüm ve cenâzeyi ta’kib etmek: Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Kim bir cenâzeyi ta’kib ederse, Allah için yediyüz gün oruç tutmuş gibi olur.”
“Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Güneş, Cum’a gününden daha faziletli birgün üzerine doğup, batmadı.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Nûhbet-ül-leâlî
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 148
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 700
4) Keşf-üz-zünûn sh. 526, 1200, 1224, 1349, 1350, 1868, 1954,
5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 985, 1100
6) Rehber Ansiklopedisi cild-9, sh. 325
7) Nisâb-ül-ahbâr fî tezkiret-il-ahyâr. (Süleymâniye Kütüphânesi lâleli kısmı No: 1504)