SELMÂN BİN NÂSIR EN-NİŞÂBÛRÎ

Şafiî mezhebinde olup; tefsîr, kelâm ve fıkıh âlimi idi. İsmi, Selmân bin Nasır bin İmrân bin Muhammed bin İsmâil bin İshâk bin Yezîd bin Ziyâd bin Meymûn bin Mihrân en-Nişâbûrî’dir. Künyesi Ebü’l-Kâsım olup, doğum târihi hakkında kaynak eserlerde bir bilgi yoktur. Büyük âlim İmâm-ül-Haremeyn’in talebesidir. Tefsîr, kelâm, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde asrının âlimleri arasında yüksek bir mevkisi vardı. Sâlih bir zât olup, çok ibâdet eder, takvâ ve vera’dan ayrılmazdı. Zühd sahibi idi. Kelâm ilminde eser yazanların büyüklerindendir. Hocasının “İrşâd” kitabını şerh etti. Tasavvuf ilminde, Ebü’l-Kâsım el-Kuşeyrî’nin sohbetinde ve hizmetinde bulunarak yetişti. 511 (m. 1117) senesinde vefât etti.

Şafiî âlimlerinin büyüklerinden olan Selmân bin Nasır Abdülgâfir bin Muhammed el-Fârisî’den, Kerîme el-Merveziyye’den, Ebû Sâlih el-Müezzin’den, Ebü’l-Kâsım el-Kuşeyrî’den ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf dinleyip rivâyet etmiştir. Kendisinden de; icâzet yolu ile İbn-i Sem’ânî ve daha başkaları hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.

Abdülgâfir el-Fârisî onun hakkında diyor ki: “O, çeşitli ilimlerde zamanının en derin âlimi idi. Zühd ve vera’ sahibi olup, tasavvuf ehlinin ileri gelenlerinden sayılırdı.”

Üstadı Ebü’l-Kâsım el-Kuşeyrî ile sohbet edip, onun huzûrunda çok bulundu. Hizmetinde bulunup, ondan ilim tahsil etti. Güzel huylarla bezenmiş olarak yetişti. Sonra Hicaz’a gitti. Oradan Bağdad’a döndü. Daha sonra Şam’a gelip, birçok meşâyıh ile sohbet etti. Onlardan ilim öğrendi. Evliyâdan bir çoğunun kabirlerini ziyâret etti. Sonra Nişâbûr’a döndü ve orada İmâm-ül-Haremeyn’in huzûrunda usûl (kelâm) ilminin tahsiline başladı.

Yine Abdülgâfir dedi ki: “Onun ma’rifeti (Allahü teâlâyı tanıması), lisânının üstünde idi. Bunun ma’nâsı; batın ilmi zâhir ilminden daha çoktu demektir. Tasavvuf bilgilerinde yüksek bir mevkiye sahipti. Helâl lokma yemeğe çok dikkat ederdi. Ancak kendi kazandığını yerdi. Kimseye karışmaz, dünyalık ziyâfetlerde bulunmazdı. Vakitlerinin çoğunu Nişâbûr’daki Nizâmiyye Medresesi’nin kütüphânesinde geçirirdi. Dînine çok bağlıydı, ömrünün sonunda, gözlerinde görme zayıflığı sâdır oldu. Kulakları da az işitiyordu.”

Ebû Nasr Abdurrahmân bin Muhammed el-Hatîbî anlatır; Vezîr Muhammed bin Ebî Nevbe’den işittim. Diyordu ki: Birgün Ebü’l-Kâsım el-Ensârî’nin (Selmân bin Nâsır’ın) evinin kapısına uğradım. Bir de ne göreyim, birisi kapının önünde bekliyor. Halbuki o, içeride birisiyle konuşuyordu. Bir müddet bekledikten sonra kapı açıldı. Evde, ondan başka kimse yoktu. Ona, “Kiminle konuşuyordun?” diye sordum. O da, “Burada cinnîlerden birisi vardı, onunla konuşuyordum” diye cevap verdi.

İbn-i Sem’anî diyor ki, “O, rivâyet ettiklerinin hepsinde bana icâzet vermiştir.”

“Şerh-ül-irşâd” kitabında buyuruyor ki: “Büyük günahlara tövbe etmek lâzım olduğu gibi, küçük günahlara da tövbe etmek lâzım olduğunda, bütün İslâm âlimleri icmâ’ etmiştir.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 96

2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 34

3) Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-1, sh. 193

4) Tabakât-ül-müfessirîn (Süyûtî) sh. 13

5) El-A’lâm cild-2, sh. 137

6) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 240

7) Keşf-üz-zünûn sh. 67, 1434