Hadîs ve târih âlimi. Künyesi Ebû Fadl olup ismi, Muhammed bin Ali bin Ahmed’dir. 448 (m. 1056) yılında Filistin’de doğdu. Bundan dolayı Makdisî, Şeybânî nisbet edildi. İbn-i Kayserânî diye meşhûr oldu. 507 (m. 1113) yılında Bağdad’da vefât etti.
Küçük yaşta, doğduğu bölgenin âlimlerinden ilim öğrenmeye başlayan İbn-i Kayserânî, fıkıh âlimi Nasr ve Ebû Osman bin Varaka’dan ilim tahsil etti. Bağdad’da; Ebû Muhammed Sayreyfinî, Ebü’l-Hüseyn bin Nekûr’dan, Mekke’de; Hasen bin Abdurrahmân Şafiî ve Sa’d bin Ali Zencânî’den, Mısır’da; Ebû İshâk Abbâl’dan, Tunus’ta; Ali bin Hüseyn bin Haddâd’dan, Şam’da; Ebü’l-Kâsım bin Ebî Alâ’dan, Haleb’te; Hasen bin Mekkî’den, Cizre’de; Abdülvehhâb bin Muhammed Temîmî’den, İsfehân’da; Abdülvehhâb bin Mende’den, Nişâbûr’da; Fadl bin Muhib’den, Herat’ta; Muhammed bin Ebî Mes’ûd Fârisî’den, Cürcan’da; İsmâil bin Mes’a’den, Amid’de; Kâsım bin Ahmed İsfehânî’den, Esterâbâd’da; Ali bin Abdülmelik Hafsî’den, Buşenc’de; Adurrahmân bin Muhammed bin Afif’den, Basra’da; Abdülmelik bin Şu’be’den, Dînever’de; İbn-i Abbâd’dan hadîs-i şerîf ilmi öğrendi. Rey, Serahs, Şîrâz, Kazvîn, Kûfe, Musul, Merv, Rahbe, Rûz, Nukân, Haremeyn, Nihâvend, Hemedan, Vâsıt, Sâve, Esedâbâd, Enbâr, İsferâîn, Âmil, Ehvâz, Bistam, Hüsrevcerd ve daha birçok ilim merkezine seyahat edip, oraların âlimlerinden ilim öğrendi. Yüzbin hadîs-i şerîfi râvîleriyle birlikte ezberledi. Hadîs râvîlerinin hayat ve hâllerini öğrendi. Tasavvuf âlimlerinin, evliyânın hâllerini ve sözlerini kitaplara geçirdi. Kıymetli eserler yazdı. Birçok talebe yetiştirdi. Şîreveyh bin Şahridâr, Ebû Ca’fer bin Ali, Ebû Nasr Gazi, Abdülvehhâb Enmâtî, İbn-i Nasır, Ebû Tâhir Silefî, kendi oğlu Ebû Zûr’a, Muhammed bin İsmâil Tarsûsî ve daha birçok âlim onun talebeleri arasındaydı.
Yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır:
“Târih-i ehl-iş-Şâm ve ma’rifet-il-eimme minhüm vel-a’lâm”, “Mu’cem-ül-bilâd”, “Tezkiret-ül-mevdûât”, “El-Ensâb-ül-müttefeka fil-hatt-il-mütemâsile fin-nakd vez-zabt”, “Cem’u beyn kitâbeyy-el-Kelâbâdî vel-İsfehânî fî ricâl-is-Sahîhayn”, Etrâf-ül-garâib vel-efrâd”, “Etrâf-ül-kütûb-is-sitte”, “İzâh-ül-İşkâl”, “Safvet-üt-tasavvuf”.
Ebû Fadl İbni Kayserânî’nin, Fâtih Kütüphânesi 2718 numarada kayıtlı “Safvet-üt-tasavvuf” adlı kitabının başında, eseri ne için yazdığı şöyle açıklanmaktadır:
“Tasavvuf ehlinin yolunu inkâr edenlerin hâlini uzun uzun düşündüm ve anladım ki; sûfîlerin yolunu inkâr edenler, iki grupta toplanmaktadırlar. Birinci gruptakiler, câhillerdir. Câhile verilecek cevap, duâdan başka birşey değildir. Diğer grup ise, ilim ehli olup da, dînin sünnetleri ve âdabları hakkında bilgileri az olanlar ve bu bilgilerin asıllarını araştırmaya, usûllerini öğrenmeye ihtiyâç duymayanlardır. Bu gibi yarım âlimler, din ilimlerinden fıkıh ve kelâma, rey, kıyâs ve tefekküre âit bilgileri öğrenmeye ihtiyâç duymama cahilliğini gösterenlerdir. Selef-i sâlihîn, bu ilimleri öğrendiler ve kendilerinden sonrakilere bildirdiler. Onlardan da bizden öncekiler aldılar. Bunların bütün maksadı; “Ehl-i Suffa”ya, Resûlullahın (s.a.v.) sünneti, ahlâkı, efâli (işleri) ve âdabı (edebleri) ile benzemek idi. Şayet tasavvuf ehlini inkâr edenler bunları bilselerdi, onların maksadının Selef-i sâlihînin maksadı olduğunu anlarlardı. Böylece de, o mübârek insanlara dil uzatmaktan sakınırlardı.
Ehl-i tasavvufa dil uzatanların uygunsuz hâl ve sözlerini gördükten sonra, sûfîlerin hâl, hareket ve edeblerine hadîs-i şerîflerden delîl getirerek bu kitabıma yazdım. Bugüne kadar ehl-i tasavvuf üzerine Abdurrahmân Sülemî’nin “Hilyet-ül-evliyâ”sı gibi kitaplar yazılmışsa da, bizim yazdığımız “Safvet-üt-tasavvuf’, mevzûsunda tektir.”
İbn-i Kayserânî’nin “Safvet-üt-tasavvuf’unda yazdığı hadîs-i şerîflerden ba’zısı şunlardır:
Temîm-i Dârî’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte; “Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir” buyuruldu. Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm), “Kimin için yâ Resûlallah?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v.): “Allah için, Kitabı için, Resûlü için, ümerâ için ve bütün müslümanlar için” buyurdu.
Cerîr bin Abdullah (r.a.): “Biz, Resûlullaha (s.a.v.), O’nu dinleyip itaat etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek ve her müslümana nasihat etmek husûsunda bî’at ettik” buyurdu.
Resûlullahın (s.a.v.) azâdlı kölelerinden Sevbân (r.a.) şöyle rivâyet etti: “Akrabanı, Allahın azâbı ile korkut” meâlindeki Şuârâ sûresi 214. âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Resûlullah (s.a.v.), Safa dağına çıkıp:
“Ey Kureyş halkı, gelin saadete yetişin!” diye nidâ etti. Kureyşliler toplandılar ve “Da’vete sebep nedir?” dediler. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey benim kavmim, eğer size haber versem ki, bu dağın arkasında düşman vardır. Size saldırmak için fırsat beklerler ve malınızı alıp, sizi öldürmek isterler. Bana inanır mısınız?” Hepsi birden, “İnanırız! Sen bizim aramızda yalancılıkla tanınmış değilsin ve biz senden hiç yalan söz işitmedik” dediler. Resûlullah (s.a.v.): “Ey Abdülmuttalib oğulları ve ey Abdi-menaf evlâdı ve Benî Zühre torunları! (ve bütün kabileleri tek tek saydı) Bana Hak teâlâ, “Akrabanı, Allahın azâbı ile korkut” buyurdu. Bilin ki, siz “Lâ ilahe illallah” kelimesini demedikçe ve benim peygamberliğimi kabûl etmedikçe, âhırette ben size fâide etmem” buyurdu. Onların aralarında bulunan Ebû Leheb, “Bizi bunun için mi da’vet ettin?” dedi. Sonra Hak teâlâ, “Tebbet” sûresini gönderdi.
Câbir bin Abdullah’ın (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Sizden biri, sakın Allahü teâlâya hüsn-i zan ediyor olmaktan başka türlü olmasın.”
Abdullah bin Ömer’in (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Selâmı yayınız, (fakirlere) yemek yediriniz, Allahü teâlânın emrettiği gibi (birbirinizle) kardeş olunuz.”
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, îmân etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe, (kâmil) îmân etmiş olmazsınız. Size birşey bildireyim mi? Onu yaptığınız zaman birbirinizi seversiniz, aranızda selâmı yayınız.”
Enes bin Mâlik (r.a.) buyurdu ki: “Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde, Ensârın çocuklarına selâm verir, başlarını okşardı.”
Abdullah bin Ömer’in (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Üç şey iyiliğin hazinesidir: Hastalığı gizlemek, musibeti gizlemek, sadakayı gizlemek. Allahü teâlâ buyurur ki: (Kulumu bir belâ ve hastalığa düçâr ettiğimde, sabreder ve ziyâretçilerine şikâyet etmezse, ona, iyileştiğinde etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. Böylece ya onu hastalık kaydından azâd eder, günahsız kılarım, veya ölürse, rahmetime sahip ederim).”
Süfyân bin Abdullah (r.a.), birgün Resûlullah efendimize (s.a.v.): “Yâ Resûlallah! Bana İslâmdan öyle bir kelime söyleyiniz ki, sizden sonra onu kimseye sormayayım” dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Allahü teâlâya inandım de! Sonra dosdoğru ol!” buyurdu.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Ben sizi terkedersem, beni terkediniz. Ancak, sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi, çok soru sormaları ve peygamberlerine muhalefet etmeleri idi. Sizi hangi şeyden nehyetmiş isem, o şeyden uzaklaşınız. Hangi şeyi yapmanızı emretmişsem, onu gücünüz yettiği kadar yapınız.”
Câbir bin Abdullah’ın (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.); “Duânın en efdali elhamdülillah, zikrin en efdali Lâ ilahe illallah’tır.” buyurdu.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Ben, kulumun beni zannettiği gibiyim ve kulum beni andığında, onunla beraberim. Kulum beni zikrederse, ben de onu zikrederim. Eğer beni bir toplulukta zikrederse, bende onu, o topluluktan hayırlı bir toplulukta zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zir’a (bir kulaç) yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.”
Enes bin Mâlik (r.a.) buyurdu ki: Medine’de, mescidde dikili bir odun vardı. Resûlullah (s.a.v.) hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Minber yapılınca, direğin yanına gitmedi. Odundan ağlama seslerini, bütün cemâat işittiler. Minberden inip, direğe sarıldı. Sesi kesildi. “Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlayacaktı” buyurdu.
Resûlullah efendimiz (s.a.v.), çok kerre süt teyzesi olan Hazreti Ümmü Süleym’in (r.anhâ) evine teşrîf eder ve orada istirahat ederlerdi. Birgün, istirahat için uyudukları bir sırada, mübârek alınları terlemişti. Ümmü Süleym (r.anhâ), mübârek alınlarının terini silmeye başladıkları zaman uyandılar ve ona sordular: “Yâ Ümmü Süleym! Ne yapıyorsun?” Cevâbında: “Yâ Resûlallah, bereket için alnınızın terini mendille alıyorum, bunu saklıyacağım.” Hazreti Ümmü Süleym (r.anhâ), Resûlullahın mübârek terini, böyle mendil ile toplar ve bunu bir şişe içinde saklardı.
Enes bin Mâlik buyurdu ki: Resûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiğinde, Ensâr ile Muhacirini kardeş yaptı. Hazreti Ali’ye de, “Sen benim, ben de senin kardeşinim” buyurdu. Hazreti Ebû Bekr ile Hazreti Ömer’i de aralarında kardeş yaptı.
Sa’d (r.a.), Resûlullahtan (s.a.v.) kapısını çalarak izin istediğinde, Resûlullah (s.a.v.) ona: “(Kapıyı çalıp) izin istediğinde kapıya karşı durma! (Kapının sağ veya sol tarafında dur.)” buyurdu.
Ebû Mûsâ buyurdu ki: Bir gece Medine’de bir ev yandı. Bu durum Resûlullaha (s.a.v.) haber verilince, “Ateş size düşmandır. Nerede uyursanız uyuyunuz, (yanan) ateşi söndürünüz” buyurdu.
Sâlim’in (r.a.) babasından rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Uyuyacağınız zaman, evinizde (yanar hâlde) ateş bırakmayınız.”
Câbir bin Sem’a (r.a.) buyurdu ki: “Resûlullah (s.a.v.) sabah namazını kılınca, güneş doğuncaya kadar otururdu.”
Enes bin Mâlik buyurdu ki: “Resûlullah (s.a.v.) bir kimse ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikçe, mübârek elini ondan ayırmazdı. O kimse yüzünü çevirmedikçe, mübârek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin yanında otururken, iki diz üzerinde oturur, ona hürmet için mübârek bacağını dikip oturmazdı.”
Hazreti Âişe’nin (r.anhâ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Mekârim-ül-ahlâk (güzel ahlâk) ondur. Bu güzel ahlâk babada bulunur, oğlunda bulunmayabilir. Oğlunda bulunur, babasında bulunmayabilir. Kölede olur, efendisinde olmayabilir. Allahü teâlâ bu güzel ahlâkı, saadetini dilediği kimselere vermiştir. Doğru sözlü insan, komşusu ve arkadaşı aç iken kendisi doymayan, ihtiyâcı olanın ihtiyâcını gören, emâneti muhafaza eden, kaybedenlerin kayıplarını telâfi eden, akrabayı ziyâret eden, dostunu himâye eden, misâfirine ikram eden kimsedir. Bunların hepsinin başı da cömertliktir..”
Hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Kim benim velî kuluma düşmanlık yaparsa ona harp ilân ederim.”
Ebû Şüreyh Hınâî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Allaha ve âhıret gününe inanan kimse, komşusuna iyilik etsin. Allaha ve âhıret gününe inanan kimse misâfirine ikramda bulunsun. Allaha ve âhıret gününe inanan kimse, ya hayır söylesin veya sussun.”
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Zenginlik, çok mal toplamak değildir. Esas zenginlik, nefsinden ganî (gönlü zengin) olmak ve kanâat sahibi olmaktır.”
Abdurrahmân bin Sa’d’ın (r.a.) babasından rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Yetip de az olan, çok olup da atılandan daha hayırlıdır.”
Ebû Sa’îd’in bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Peygamberlerin (a.s.) sonuncusuyum, öğünmüyorum. Ben Abdullahın oğlu Muhammed’im (s.a.v.). Allahü teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyisinde yarattı. Allahü teâlâ, insanları fırkalara (kavimlere, ırklara) ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra bu en iyi fırkayı kabilelere (cemâatlere) ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra, bu cemâati evlere ayırdı. Beni, en iyi evden (ya’nî aileden) dünyâya getirdi. İnsanların en iyisiyim. En iyi ailedenim. Kıyâmette, herkes sustuğu zaman, ben söyliyeceğim. Kimsenin kımıldıyâmadığı vakitte, onlara şefaat ediciyim. Kimsede ümîd kalmadığı bir zamanda, onlara müjde vericiyim. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Livâ-i hamd benim elimdedir. İnsanların en hayırlısı, en cömerdi, en iyisiyim. O gün emrimde binlerce hizmetçi vardır. Kıyâmet günü, Peygamberlerin İmâmı, hatîbi ve hepsine şefaat edici benim. Bunları, öğünmek için söylemiyorum.” (Hakîkati bildiriyorum. Hakîkati bildirmek vazîfemdir. Bunları söylemezsem, vazîfemi yapmamış olurum) buyurdu.
Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Sû-i zan etmeyiniz. Sû-i zan, yanlış karar vermeğe sebeb olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, hased etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.”
“İslâmiyet garîb, kimsesiz olarak başladı. Son zamanlarda, başladığı gibi, garîb olarak geri döner. Garîb olan müslümanlara müjdeler olsun!”
“Kişi, sevdiği ile beraber olur.”
Enes bin Mâlik’in (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Benim ümmetim beş tabakadır: Her tabaka kırk senedir. Benim ve Eshâbımın tabakası, ilim ve îmân ehlinin tabakasıdır. Bunlardan sonra seksen yılına kadar gelen tabaka, takvâ ve iyilik ehlinin tabakasıdır. Bunlardan sonra yüzyirmi yılına kadar gelen tabaka, birbirlerine acıyan ve birbirlerine gidip gelenlerin tabakasıdır. Bunlardan sonra yüzaltmış yılına kadar gelen tabaka ise, birbirlerine sırt çeviren ve alâkayı kesenlerin tabakasıdır. Bunlardan sonra ikiyüz yılına kadar gelenlerin tabakası ise, harp ve karışıklık ehlinin bulunduğu tabakadır.”
Mücâhid bin Cebr (r.a.) buyuruyor ki: “Doğruluklarını ve dürüstlüklerini gördüğümüz kimseleri severiz. Bozukluklarını, fesatlıklarını gördüğümüz kimselere buğzederiz. Bunların hesapları Allahü teâlâya âittir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-ül-evliyâ sh. 316
2) Vefeyât-ül-a’yân cild-4, sh. 287
3) Mîzân-ül-i’tidâl cild-3, sh. 587
4) Lisân-ül-mîzân cild-5, sh. 207
5) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1242
6) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 18
7) Mu’cem-ül-müellifîn cild-10, sh. 98
8) El-A’lâm cild-6, sh. 171
9) Safvet-üt-tasavvuf (Süleymâniye Kütüphânesi, Fâtih kısmı, 2718 numarada kayıtlı yazma nüshası.)