Hadîs ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Bekr olup ismi, Muhammed bin Abdülbâkî bin Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin Abdurrahmân bin Rebî bin Sabit bin Vehb bin Meşcea bin Haris bin Abdullah bin Ka’b bin Mâlik el-Ensârî el-Ka’bî el-Bağdâdî el-Basrî el-Bezzâz el-Faradî el-Kâdî’dir.
Ebû Bekr el-Ensârî, hadîs ve fıkıh ilmi yanında, hesap ilimlerinde de (cebir, hendese, ferâiz) söz sahibi idi. Babası Ebû Tâhir Abdülbâkî de, Bağdad’da yetişen âlimlerin büyüklerinden idi. Babası, Kâdı Ebû Ya’lâ’nın ders ve sohbetlerinde yetişti ve ondan hadîs-i şerîf dinleyip rivâyette bulundu. Ebû Bekr el-Ensârî, 442 (m. 1050) senesi Safer ayında doğdu. 535 (m. 1141) senesi Receb ayında Bağdad’da Kur’ân-ı kerîm okurken vefât etti. Câmi-i Mensûr’da cenâze namazı kılındı. Kâdı’l-kudât ez-Zeynebî cenâzesinde hazır bulundu. Cenâzesi büyük bir kalabalık ile, Bâb-ı Harb kabristanındaki babasının mezarının yanına defn edildi. Kabri Bişr-i Hafî hazretlerinin kabrine yakındır.
Ebû Bekr el-Ensârî, daha yedi yaşında iken Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Ebû İshâk el-Bermekî’nin derslerine devam etti. Ebü’l-Hasen Ali, Kâdı Ebü’t-Tayyib et-Taberî, Ebû Tâlib el-Uşarî, Ebü’l-Hasen el-Bâkıllânî, Ebû Muhammed el-Cevherî, Ebü’l-Kâsım Ömer bin Hüseyn el-Hafâf, Ebü’l-Hüseyn bin Hasnûn, Ebû Ali bin Gâlib, Ebü’l-Hüseyn bin el-Ebnûsî, Ebü’l-Hasen bin Ebî Tâlib el-Mekkî, Ebü’l-Fadl bin Me’mûn ve birçok zâttan hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyette bulundu. Ayrıca Mekke-i mükerremede Ebû Ma’şer ve başkalarından, Mısır’da Ebû İshâk el-Hibâl’den hadîs-i şerîf dinledi. Ebü’lkâsım et-Tenûhî, İbn-i Şifâ’dan icâzet (diploma) aldı ve rivâyette bulundu.
Ebû Bekr el-Ensârî, daha çocuk iken fıkıh ilmini Kâdı Ebû Ya’lâ’dan öğrendi. Bunun yanında, mîrâs taksimini öğreten ferâiz ilmini, hesap, hendese ve cebiri de öğrenip bu alanlarda yüksek derecelere kavuştu. Kâdı’l-kudât (Baş kadı) Ebü’l-Hasen İbn-üd-Demegânî’den de ilim tahsil etti.
İbn-i Cevzî onun hakkında: “Ebû Bekr el-Ensârî, güzel sûretli, konuşması tatlı, âdâb ve muaşeret sahibi idi. Ba’zı günler ben minberde va’z ederken, gelir bana selâm verir, mecliste bulunanların en arkasına oturur dinlerdi. O, hıfzı kuvvetli, anlayışı yüksek, birçok ilimde söz sahibi ve ferâiz ilminde de tek idi” demektedir.
İbn-i Sem’anî ise onun hakkında: “Ebû Bekr el-Ensârî, fen ilimlerinde mütehassıs, konuşması güzel ve tatil olan bir zât idi. Fen ilimlerinin hepsine vâkıf böylesine bir zât görmedim. Onun, “Ömrümden az bir zamanı bile boş yere harcamadım” dediğini işittim” demektedir.
Kendisi şöyle demektedir: “Kur’ân-ı kerîmi yedi yaşımda iken öğrenip ezberledim. Bunun yanında, ilim olarak her gördüğümü ve duyduğumu öğrendim. İlimden elden kaçırdığımı hatırlamıyorum, ömrümden az bir vakti boşa geçirdiğimi de hatırlamıyorum.”
İbn-i Nasır onun hakkında: “Hesap ve ferâizde İmâm idi. El-Bermekî’den en son hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunandır. Hadîs-i şerîf rivâyetinde titiz davranırdı. Allahü teâlâ ona, aklıyla, işitmesiyle, görmesiyle, bütün a’zâlarıyla, vefâtına kadar İslâmiyete hizmet etmekle geçirmesi için uzun bir ömür verdi. Vefâtından sonra ilimdeki yeri doldurulamadı” demektedir.
İbn-ül-Haşâb ise onun hakkında: “Ebû Bekr el-Ensârî, hesab ve ferâiz ilminde bir tek idi. Birçok ilimlerde söz sahibi, rivâyetleri sağlam ve güvenilir olup, araştırıcı bir zât idi” demektedir.
Ebû Bekr el-Ensârî, çok hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Âlimler, imamlar, hafızlar, uzak yerlerden gelerek kendisinden hadîs-i şerîf dinlediler ve kendisini medh-ü sena ettiler. Ebû Bekr el-Ensârî hazretleri doksanüç yaşında iken, aklı ve sıhhati yerinde, vücûdu sapasağlam ve zinde idi. Uzaktan, küçük olarak yazılmış olan yazıları rahatlıkla okurdu. Vefâtı yaklaştığında Kur’ân-ı kerîm okumağa başladı ve bu hâl üzere vefât etti.
Kendisi şöyle anlatır: Mekke-i mükerremede mücavir idim. Bir zaman aç kaldım. Açlığımı giderecek bir şey de bulamadım. Nihâyet yerde ibrişim bir kese görüp aldım. Doğruca evime gittim ve o ibrişim keseyi açtım. İçinde pırıl pırıl, benzeri bulunmayan, inciden bir gerdanlık çıktığını gördüm. Bir ara bir ses duyup dışarı çıktım. İhtiyâr bir kişi bağırarak şöyle diyordu: “İçinde inci olan kaybolmuş keseyi bulup getirene, şu elbise ile beşyüz dînâr vereceğim.” Ben onun yanına giderek, benimle gelmesini söyledim ve onu evime götürdüm. O ihtiyâr kaybolan kesenin ve içindekilerin vasıflarını söyleyince, keseyi çıkarıp ona verdim. O da va’d ettiği elbiseyi ve beşyüz dînârı verdi. Ben onun verdiklerini almak istemedim ve: “Benim onu size geri vermem uygundur. Bunun için bir karşılık istemem” dedim. O, “Mutlaka alman lâzım” diyerek çok ısrar ettiyse de kabûl etmedim. O ihtiyâr, nihâyet yanımdan ayrılıp gitti.
Bir süre sonra, ben Mekke-i mükerremeden ayrıldım. Bir sahilden gemiye bindim. Gemi yola çıktıktan bir zaman sonra fırtına çıktı ve dalgalar gemiyi parçaladı. Gemide bulun anların çoğu boğuldu. Malları telef oldu. Ben büyükçe bir tahta parçasına tutunup bir müddet denizde kaldım. Daha sonra bayılmışım, dalgalar beni, bilmediğim bir yere sürükleyip atmış. Sonra orasının bir ada olduğunu öğrendim. Oradaki insanlarla tanıştım. Mescidlerinden birinde Kur’ân-ı kerîm okudum. Oranın halkının büyük bir kısmı dinlemek için mescide koştu. Benden, kendilerine ve çocuklarına Kur’ân-ı kerîmi öğretmemi istediler. Ben de onlara Kur’ân-ı kerîm öğrettim. Daha sonra bana: “Aramızda yetim bir kızcağız var. Onunla evlenmenizi isteriz” diyerek ısrar ettiler. Ben de ısrarlarına dayanamayarak kızla evlendim. Akrabaları kızı, boynunda pırıl pırıl parlayan gerdanlık olduğu hâlde evime getirdiler. Bu gerdanlık, yolda bulduğum kesenin içindeki gerdanlığın aynısı idi. Ona dikkatle bakmaya başladım. Gerdanlığa dikkatle bakmam, kızın akrabalarının dikkatini çekti ve bana sebebini sordular. Onlara, Mekke-i mükerremede başımdan geçen gerdanlık hâdisesini anlattım. O zaman onlar, tehlîl ve tekbir getirmeye başladılar. Onlara, “Siz niye böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğumda: “Anlattığın hikâyedeki, o gerdanlığın sahibi olan ihtiyâr, bu kızın babasıdır. O duâ eder ve senin için derdi ki: “Ben, onun gibi müslüman görmedim. Ey Allahım! Onunla benim aramı birleştir. Kızımı da ona nikâh edeyim.” İşte şimdi o durum hâsıl oldu. Siz onun kızıyla evlendiniz” dediler. Bu evlilikten iki çocuğum oldu. Daha sonra zevcem vefât etti. Gerdanlık, çocuklarımla bana kaldı. Sonra iki çocuğumun vefâtıyla, o gerdanlık bana intikâl etmiş ve elimde kalmış oldu. Ben de onu sattım ve elimdeki şu mal, mülk ondandır.”
Ebû Bekr el-Ensârî’nin söylediği bir şiirin tercümesi şöyledir: “Benim için bir ecel zamanı vardır. O zamana muhakkak ulaşacağım. Ecel geldiğinde, onun keskin kılıcı ile ömrüm biter, dünyâ hayatım son bulur. Et arayan aslanlar, yemek için üzerime gelseler, ecel vaktim gelmediği müddetçe bana zarar vermezler. Sözde, ben doğduğum zaman müneccimler, ömrümün elliiki sene olacağında söz birliği etmişler. Allahü teâlânın izniyle işte ben, doksan yaşımı geçmiş olduğum hâlde dimdik ayaktayım.”
Ebû Bekr el-Ensârî’nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse kasdî olarak bana izafeten yalan söylerse, Cehennemdeki yerine hazırlansın.”
Ebû Bekr el-Ensârî buyurdu ki: “Hocanın, talebeyi azarlamaması, talebenin de, hocasına çekinmeden sorması lâzımdır.”
Ebû Bekr el-Ensârî’nin yazmış olduğu eserlerden biri de, Şerh-i Euklides fî usûl-il-hendese vel-hisâb’dır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-1, sh. 192
2) Lisân-ül-mîzân cild-5, sh. 241
3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 108
4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-10, sh. 123
5) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 138