Irak’ta yetişen evliyânın büyüklerinden ve âriflerin önderlerinden. Irak’da, Bağdad’a 150 km. mesafede bulunan Necef şehrinin köylerinden Bâzerây’a mensûb olduğu için Bâzerâyî denilmiştir. Doğum târihi kat’î olarak bilinmemektedir. 550 (m. 1155) senesinden evvel vefât etti. Kabri belli olup, ziyâret edilmektedir.
Tâc-ül-ârifîn Seyyîd Ebü’l-Vefâ hazretlerinin talebelerinden ve ona hizmet edenlerin önde gelenlerinden idi. Ebü’l-Vefâ (r.a.), bu talebesini çok överdi. Ona Cebel-ür-râsih lakabını verdi ve sık sık “Matar (r.a.), benim hâlimin ve mâlimin vârisidir” buyururdu. Matar-ül-Bâzerâyî (r.a.), zamanında bulunan evliyânın en büyüklerinden ve âriflerin gözbebeği olup, duâsı makbûl olan çok yüksek bir zât idi. Kendisini çok severlerdi. Bunun yanısıra çok da celalli idi. Büyüklük ve üstünlüğü herkes tarafından bilinirdi. Kendisini görenlerde, muhabbetten hâsıl olan bir korku meydana gelirdi. Zühd sahibi idi. Dünyâya meyl etmezdi. Hep kendi hâlinde yaşar, kimseye karışmazdı. Allahü teâlânın aşkıyla kendinden geçmiş bir hâlde bulunurdu. Matar-ül-Bâzerâyî hazretlerinin bu saydığımız üstünlüklere sâhib olduğunu, âlimler sözbirliği ile bildirmektedir. Kerâmetlefi meşhûrdur.
Evliyâdan Ahmed el-Herevî (r.a.) şöyle anlatıyor: “Matar-ül-Bâzerâyî (r.a.), âsî olan birisine teveccüh edip baksa nasîbi varsa o kimse itaatkâr olurdu. Gâfil bir kimseye nazar etse, o kimse gafletten uyanırdı. Huzûruna hıristiyan, yahudi ve başka bâtıl dinlerden olan birisi gelip bir müddet kalsa, Matar-ül-Bâzerâyî hazretlerinin bereketi ile müslüman olurdu. Kurak bir yerden geçse, orası yeşerirdi. Bir şeye bereketle veya başka bir şekilde duâ etse, duâsının hemen kabûl olduğu görülürdü. Bir defasında ben, maiyetimde beş kişi ile beraber yanına geldim. “Merhaba! Hoşgeldiniz” diyerek bizi karşıladı ve yer gösterdi. Bizim için bir miktar (3 rıtl, takriben 1,3 litre kadar; süt çıkardı ve bize ikram etti. Biz kanıncaya kadar içtik. Süt bîtmedi. O sırada yedi kişi daha geldi. Onlar da kanıncaya kadar içtiler. Süt hiç eksilmiyordu. Sonra on kişi daha geldi. Onlar da kanıncaya kadar içtiler. Süt hiç eksilmiyordu. Sonra on kişi geldi. Onlar da kanıncaya (doyuncaya) kadar içtiler. Bundan sonra süte baktım. Vallahi, süt azalmamış, bilakis ilk geldiği zamankinden daha fazla olmuştu.”
Matar-ül-Bâzerâyî hazretleri bir gece rü’yâsında, çok büyük bir ağaç gördü ki, o ağacın dalları Bâzeray köyünü kaplıyordu. Sabah olup hocası Tâc-ül-ârifîn hazretlerinin hizmetinde bulunmak üzere yanına gelince, hocası kendisine “Ey Matar! Dün gece rü’yâda gördüğün o büyük ağaç benim, Bâzerây’a git ve orada yerleş!” buyurdu. Matar hazretleri “Peki efendim” deyip, Bâzerây’a gitti ve orada yerleşti. Kerâmetleri pekçok olup en büyüğü, insanlara İslâmiyyet yolunu doğru olarak anlatması ve çok kimsenin Cehennemden kurtulmasına vesîle olmasıdır.
Evliyâdan Halîl bin Ahmed hazretleri, babasından naklen şöyle anlatıyor: “Bâzeray’da bir gece seher vaktinde, lezzeti rûhları cezbeden çok güzel bir koku kokladım. Sonra, ziyası her tarafa yayılıp ufku kaplayan lir nûr peyda oldu. Kimin söylediğini anlıyamadığım bir sesle bana denildi ki: “Matar hazretleri bu gece, talebelerinden birinin kalbine tecellî etti. Sonra bu tecellî kayboldu. Fakat o kimse görmüş olduğu bu hâlin devamını istiyerek, hasret ve iştiyâkla derin bir nefes aldı. Bunun üzerine o hâl tekrar vâki oldu. Senin gördüğün o nûr, Matar-ül-Bâzerâyî hazretlerinin bakışının nûru idi. Duyduğun o koku da, yine onun güzel kokusudur.” Ben bu sözleri duyunca, görmüş olduğum o hâlin hakîkatini anlamış oldum.”
Yine aynı zât anlatıyor: “Birgün Matar-ül-Bâzerâyî’nin hânegâhının dış kapısına yakın bir yerde, yemyeşil otlar gördüm. İyi biliyorum ki, dün (bir gün önce) orası kupkuru idi. Sonra iki kişi gördüm ki, onlar da sapasağlam idiler. Hâlbuki ben onları dün gördüğümde, birisi a’mâ, diğeri de çok ağır hasta idi. Bu durumu çok merak ediyorken, Matar-ül-Bâzerâyî’nin (r.a.) talebelerinden ba’zıları şöyle anlattılar: “Hocamız dün teşrîf edip, o kuru otların ortasında bir miktar istirahat etmişti. Biz de, hocamızın oturduğu yere o ağır hastayı yatırdık. A’mâ da onun yanında olarak bu gece orada sabahladılar. Sabahleyin gördüğümüzde, her ikisi de şifâ bulmuş, afiyete kavuşmuşlardı. O iki kişinin ve o kuru yerin hâli işte gördüğün gibidir.” Ben bunları dinleyince, o yerin yeşermesinin, ağır hastanın şifâ bulmasının ve a’mânın gözlerinin açılmasının, hep Matar-ül-Bâzerâyî hazretlerinin bereketi ile olduğunu anladım.”
Birgün Bâzerây’a, ufku kaplayan kalabalık bir çekirge sürüsü uğradı. Çekirge sürüsünün önünde, bir çekirgeye binmiş bir adam vardı ve “La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah, her ni’met Allahü teâlâdandır” diye olanca sesiyle bağırıyordu. Diğer çekirgeler de kendisine tâbi oluyordu. Bu sırada Matar-ül-Bâzerâyî (r.a.) zaviyesinin kapısından dışarı çıkıp, “Ey Allahın askerleri! Geldiğiniz yere dönün!” buyurdu. Çekirge sürüsü geri dönüp gittiler. Büyük bir çekirgenin üzerinde bulunan o kimse de, havadan düşer gibi yere, Matar-ül-Bâzerâyî’nin huzûruna (önüne) düştü. O kimseye: “Ey kişi! Benim iznim olmadan, benim beldeme (şehrime) gelmene sebeb nedir?” diye sordu. O kimse ağlayarak ayaklarına kapanıp öpmeye, istiğfar etmeye, özür dilemeye başladı. Biraz önce kendisinde bulunan, fakat şimdi kaybolmuş olan ma’nevî hâllerin kendisine tekrar verilmesi için yalvanyordu. Matar (r.a.) ona, “Kalk ve git!” buyurdu. O kimse kalktı, havada ok gibi gitti. Çekirge sürüsü oradan ayrıldıktan sonra başka bir beldeye gitti. Bundan sonra Matar-ül-Bâzerâyî (r.a.), “Bunlar bitkileri ve zirâati helak edeceklerdi. Buna manî olmak için Rabbimden izin istedim. Rabbim de bana izin verdi” buyurdu.
Ömrü, insanlara İslâmiyeti anlatmakla geçti. Bekâ bin Batû hazretlerinden önce vefât etmiştir. Oğlu Ebü’l-Hayr (r.a.), şöyle anlatıyor: “Babam vefât edeceği sırada yanında bulunuyordum. Kendisine dedim ki: “Babacığım! Sizden sonra, evliyâdan hangi zâta tâbi olacağımız husûsunda bana vasıyyette bulunur musunuz?” “Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine” buyurdu. Ölüm hâlinde bulunduğundan, ben bu sözü, şuuru yerinde olarak söyleyip söylemediğim anlamak için sözümü tekrar ettim. “Ey evlâdım. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bulunduğu bir zamanda, ancak ona tâbi olunur” buyurdu ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’yi (r.a.) çok medheyledi.”
Matar-ül-Bâzerâyî buyurdu ki: “Zâtı ve sıfatları bakımından her türlü ayıp ve kusurdan münezzeh, akıl ve hayâl ile düşünmek ve tasavvur olunmaktan beri (uzak; olan Allahü teâlâ ile üns, ülfet ve O’na münâcaat etmekten, kalbler ve rûhlar lezzet alırlar. Bunlara, dostların ağırlandığı temcid bahçelerinde kurulan yüksek köşklerde, ma’nevî şekilde muhabbet şerbetleri ikram olunur. Bunun tadı ve zevki ile öyle coşarlar ve bu yolda ilerlemeleri öyle olur ki, bu ilerlemeleri Allahü teâlâya kavuşuncaya kadar devam eder.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kalâid-ül-cevâhir sh. 107
2) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 265
3) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh. 148