Fıkıh ve kelâm âlimi. Künyesi Ebü’l-Hasen olup ismi, Ali bin Muhammed bin Ali el-Kiyâ’l Herrâsî et-Taberistânî’dir. Lakabı İmâdüddîn olup, el-İmâm, Şems-ül-İslâm da denir. Ali Kiyâ’l Herrâsî hazretleri 405 (m. 1058) senesi Zilka’de ayının beşinde doğdu. Fıkıh ilmini Taberistan’da öğrendi. Büyük âlim İmâm-ül-Harameyn’den ilim tahsil etmek için onsekiz yaşında iken Nişâbûr’a gitti. Orada İmâm-ül-Harameyn hazretlerinden ilim öğrendi. Onun en seçkin talebelerinden oldu. Fıkıhda, usûlde ve diğer ilimlerde söz sahibi oldu. Hocasının derslerinde, onun başyardımcılığına erişti ve onun eserlerinde bulunan hadîs-i şerîflerin hangi kaynaklarda bulunduğunu bildirdi. Hocasından başka Ebû Ali el-Hasen bin Muhammed es-Saffâr’dan hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisinden de es-Silefî Sa’d-ül-Hayr bin Muhammed el-Ensârî ve birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Ali Kiyâ’l Herrâsî hazretleri daha sonra Beyhek’e giderek orada ilim tahsiline devam etti. Oradan da Bağdad’a gitti. O zaman Bağdad ilim merkezi idi. 493 (m. 1099) senesi Zilhicce ayında Nizamiye Medresesi’nde ders vermeye başladı ve vefât edinceye kadar bu görevini sürdürdü. 504 (m. 1110) senesi Muharrem ayının başında Bağdad’da vefât etti. Cenâzesinde eş-Şerîf Ebû Talib ez-Zeynî ve Kâdı’l-kudât Ebü’l-Hasen İbn-i Dâmegânî de hazır bulundu. Onlardan biri kabrinin baş ucunda, diğeri ayak ucunda durdu ve İbn-i Dâmegânî şu meâlde bir şiir söyledi: “Ölen kimsenin arkasından, onun iyiliklerini sayarak ağlamak fa’yda vermez, ölüm her insanın başına gelecektir.” eş-Şerîf ise, “Analar onun gibisini doğurmadılar. Onun benzerini dünyâya getirme imkânına sahip de değillerdir” dedi.
Ali Kiyâ’l-Herrâsî hazretleri hakkında Abdülgâfir; “O, ilmin zirvesine çıktı. Gençliğinde Nişâbûr’da okudu. Fıkıh ilmini öğrendi. Güleryüzlü ve tatlı dilli idi. İmâm-ül-Haremeyn hazretlerinin, İmâm-ı Gazâlî’den sonra en üstün talebesi oldu.” Tâcüddîn es-Sübkî; “O, âlimlerin önde geleni idi. Ahkâm hadîslerini ezbere bilmekte, cedel, usûl ve fıkıh ilminde âlimlerin reîsi idi.” Esnevî ise; “O, görüşü kuvvetli, zekî, konuşması düzgün, gür sesli, güler yüzlü bir zât idi. Münâzarada delîli kuvvetli ve açık idi” demektedir.
İbn-i Hılligân, kendisine niçin “El-Kiyâ” denildiğini bilmediğinden bahisle, Arabca olmayan bu kelimenin; kadri ve kıymeti büyük, insanlar arasında i’tibârlı ma’nâlara geldiğini kaydeder, öyle anlaşılıyor ki, bu kelime, bu büyük zâtın kadrim bildirmek için kendisine izafe edilmiş bir güzel lakabdır.
Ali Kiyâ’l-Herrâsî, ilim tahsilindeki muvaffakiyetinin sırrını şöyle anlatıyor: “Okuduğumuz medresenin yanında bir kanal vardı. Oraya yetmiş basamak ile inilirdi. Medresede dersi okuyup ezberleyince o kanala inerdim. Herbir basamaktan inerken ve çıkarken dersi tekrar ederdim. Her ders için böyle yaptım. Derslerimdeki başarımın sırrı budur.”
Ebû Tâhir es-Silefî şöyle anlatır: “Bağdad’da iken, 495 (m. 1102) senesinde hocamız Ali Kiyâ’l-Herrâsî hazretlerinden bir mes’ele hakkında fetvâ istedim. Fetvâ istediğim mes’elenin aslı; “Bir kimse malının üçte birinin fıkıh âlimleripe verilmesini vasıyyet etse, hadîs kâtibleri (hadîs-i şerîf yazanlar, bu vasıyyete dâhil olur mu olmaz mı?” idi. Ali Kiyâ’l-Herrâsî hazretleri, sorduğum suâlin altına cevap olarak şöyle yazdı: “Evet dâhildir. Nasıl olmaz. Kesin olarak Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Ümmetimden kim dînin emirlerini bildiren kırk hadîs-i şerîf ezberlerse, Allahü teâlâ onu fakîh olarak haşreder (diriltir).”
Ali Kiyâ’l Herrâsî birçok eser yazmıştır. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1- Levâmi-üd-delâil, 2- Şifâ-ül-müsterşidîn fî mebâhis-il-müctehidîn,
3- Nakdü müfredâd-il-İmâm-ı Ahmed,
4- Kitâbün fî usûl-il-fıkh, 5- Ahkâm-ül-Kur’ân.
Tefsîr ilmi sahasında, bilhassa “Ahkâm-ül-Kur’ân” isimli eseriyle şöhret yaptı. Kendisinden sonra gelen büyük müfessirler, bu konuda ondan önemli ölçüde istifâde ettiler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 220
2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 8
3) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 423: cild-2, sh. 1056, 1569
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 694
5) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 286
6) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 231