Kırâat, kelâm, hadîs, târih ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi ve “Tabakât-ı Hanâbile” kitabının yazarı. Künyesi Ebü’l-Hüseyn olup ismi, Muhammed bin Ebû Ya’la Muhammed bin Hüseyn bin Muhammed bin Halef bin Ferrâ’dır. Kâdı Ebû Ya’lâ’nın oğlu, Kâdı Ebü’l-Hâzim İbni Ferrâ’nın ağabeyidir. 451 (m. 1059) yılında Bağdad’da doğdu. İbn-i Ebî Ya’lâ, İbn-i Ferrâ ve Kâdı Ebû Ya’lâ denildi. Bağdadî nisbet edildi. 526 (m. 1131) yılında Bağdad’da eşkiya tarafından evinde şehid edildi. Bâb-ı Harb kabristanında babasının yanına defnedildi.
Babası ve yakınlarının ilim sahibi kimseler olması sebebiyle, küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Ebü’l-Hüseyn bin Ebû Ya’lâ, zamanında Bağdad’ın kırâat İmâmı olan Ebû Bekr Hayyât’tan kırâat ilmini, çeşitli rivâyetleri ile birlikte öğrendi. Babasından, Abdüssamed bin Me’mûn’dan, Ebü’l-Hüseyn Mühtedî’den, İbn-i Nekûr’dan, Ebû Bekr Hatîb Bağdadî’den, Âsımî’den ve daha birçok âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. “Şeyh-ül-mezheb” lakabı verilen babası zamanında, Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini en iyi bilen kimseydi. Ebü’l-Hüseyn bin Ebû Ya’lâ babasının engin fıkıh ilminden istifâde için üstün bir gayretle çalıştı. Ancak, babası oğlunu tam yetiştiremeden vefât etti. Babasının vefâtından sonra şerîf Ebû Ca’fer’den fıkıh ilmi öğrenip tahsilini tamamladı. Fıkıh bilgilerinde zamanın önde gelen âlimlerinden oldu. Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerinde ârif idi. Fetvâ makamına yükseldi. Üstün zekâsı ve engin bilgisi ile insanların mes’elelerini kısa zamanda hallederdi. Ehl-i sünnet ve cemâat yolunun müdâfaasında çok gayretliydi. Bu husûsta pekçok kitap yazdı. Çalıştığı odaya kimseyi almazdı. Evine gelip giden hizmetçiler, o odada para sakladığını zannettiler. 526 (m. 1131) yılı Aşure günü gecesi evine girip, kendisini şehid, eşyalarını yağma ettiler. Katilleri, yakalanıp, muhakeme neticesinde ölümle cezandırıldılar.
Güzel ahlâkı yüksek ilmi, hafızasının üstünlüğü ve zekâsının keskinliği, insanların mes’elelerini kolayca çözümlemesi ile müslümanların sevgisini kazandı. Onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretti. Ehli sünnet i’tikâdına ters olan fikir sahiplerine güzel cevaplar vererek susturdu. Çok cömertti. Dünyâya kıymet vermezdi. Eldeki malı Allahü teâlânın rızâsına uygun harcamadıktan sonra insana zararından başka birşeyi olmayacağını söylerdi. Haram ve şüphelileri terk eder, mübahları da zarûret miktarı kullanırdı. Vaktini Allahü teâlânın dinine hizmet ile kıymetlendirirdi.
Pekçok talebe yetiştirdi. Kırâat ilminde en meşhûr talebesi Abdülmugîs Harbî idi. İbn-i Nasır, Ma’mer bin Fahir, Ebü’l-Hüseyn Birendisî, Cüneyd bin Ya’kûb Ceylî, Abdülganî bin Hâfız Ebü’l-Alâ Hemedânî, Ebû Necîh Mahmûd bin Ebi’l-Mercâ İsfehânî, Abdülvehhâb bin Ebî Habse, Yahyâ bin Bûş, Ali bin Merhab Betâihî, Mübârek bin Tabâh, İbn-i Harîf, Hâfız İbn-i Asâkir ve daha birçok âlim kendisinden hadîs-i şerîf ve fıkıh ilmi öğrendi. Ebû Mûsâ Medînî ve İbn-i Küleyb de ondan icâzet alan âlimler arasındaydı.
Ebü’l-Hüseyn İbni Ebû Ya’lâ’nın rivâyetinde Enes bin Mâlik (r.a.) buyurdu ki: “Bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek koltuk altlarını ve kasıkları tıraş etmek husûsunda bize kırk günden fazla müddet tanınmadı.”
Kâdı Ebû Ya’lâ’nın “Tabakât-ı Hanâbile” adlı eserinde rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Nasr (yardım) sabır ile, ferahlık keder ile beraberdir. Güçlükle beraber kolaylık vardır.”
“Allahü teâlâ, bir kavim hakkında şer murâd edince, onların arasına cedel atar, onları amelden alıkor.”
“Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ben kulumun, bana olan zannına göreyim. Beni andığı yerde onunla beraberim” buyurdu. Vallahi, Allahü teâlâ kulunun tövbesine sizden birinizin sahrada kaybolan hayvanını bulmasından daha çok sevinir.”
“Allahü teâlâ buyuruyor ki: Ey Âdemoğlu! Şirk koşmadan yer dolusu günahla bana kavuşursan, seni yer dolusu mağfiretle karşılarım.”
“Allahü teâlâ ba’zı kullarına çok ni’met vermiştir. Bunları, kullarına faydalı olması için yaratmıştır. Bu ni’metleri Allahın kullarına dağıtırlarsa, bu ni’metler azalmaz. Eğer bu ni’metler onlara ulaştırılmazsa, Allahü teâlâ o ni’metleri bunlardan alır, başkalarına verir.”
Birisi gelip, Resûlullaha (s.a.v.): “Bana nasihat et” dedi, Resûlullah da (s.a.v.): “Namaz kılarsın, zekât verirsin, oruç tutarsın, hacca gidersin, umre yaparsın” buyurdu.
“Kim bir serçeyi boş yere öldürürse, kıyâmet gününde o serçe Allahü teâlâya: Yâ Rabbî! Falanca, fâidesiz boşyere beni öldürdü, der.”
“Pişmanlık tövbedir.”
“Benden sonra, benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidîn’in yoluna sımsıkı sarılınız. Dinde sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakınınız. Çünkü dinde sonradan ortaya çıkarılan her yenilik bid’attir.”
“Bir kimse, din kardeşini seviyorsa, sevdiğini ona bildirsin!”
“Allahım! Ensârı, onların oğullarını, oğullarının oğullarını af ve mağfiret eyle.”
“Ensârı, hiçbir münâfık sevmez.”
“Îmânın en sağlam kulpu, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.”
“Mü’minler, tek bir vücûd gibidir.”
“Hüküm verme işini üzerine alan kimse, bıçaksız kesilmiş demektir.”
“Kâdılar üç tanedir: ikisi Cehennemde, birisi Cennettedir. Cehennemde olan iki kişiye gelince, bunlardan birisi, hakkı bildiği hâlde ondan başkasıyla hüküm verdiği için Cehennemdedir. Diğeri ise, câhil olduğu ve bilmediği hâlde hüküm vermiştir, bu da Cehennemdedir. O bir tanesi ise, hakkı bilmiş, ona tâbi olmuş, onunla hüküm vermiş ve Cennete kavuşmuştur.”
“Allahü teâlâ size Ramazân-ı şerîf orucunu farz kıldı. Ben de size onun kıyâmını (teravih namazını) sünnet kıldım. Kim inanarak ve mükâfatını Allahü teâlâdan bekleyerek, Ramazân-ı şerîf orucunu tutar ve gecelerini de ihyâ ederse, Allahü teâlâ onun geçmiş günahlarını af ve mağfiret eder.”
“Kim Allah için bir şeyi terk ederse, Allahü teâlâ onun karşılığında ona ondan hayırlısını verir.”
“Kurbanlarınızı iyilerinden kesiniz. Çünkü onlar, sırât’ta sizin bineklerinizdir.
“Allahü teâlânın rızâsı babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazâbı, babanın kızmasındadır.”
“Size onu yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi bildireyim mi? Selâmı aranızda yayınız.”
“Kim bana bir salevât-ı şerîfe okursa, Allahü teâlâ ona on rahmet eder.”
“Kur’ân-ı kerîmi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, hatâ etmiştir.”
Resûlullah (s.a.v.), Mu’âviye bin Ebû Süfyân için; “Allahım Ona kitabı (yazıyı) ve hesabı öğret, onu azâbtan koru” buyurdu.
“Evlendiğim ve evlendirdiğim kimseler, cennetliktir.”
Enes bin Mâlik (r.a.) anlattı: “Biz Resûlullahın (s.a.v.) huzûrunda oturuyorduk, önümüzde olgun ve taze hurmalar vardı. Resûlullah (s.a.v.) hem kendileri yiyor ve hem de bize yediriyorlardı. Bunun üzerine ben: “Ey Allahın Resûlü! (s.a.v.) Siz hem yiyorsunuz ve hem de bize yediriyorsunuz” dedim. O zaman Allahın Resûlü (s.a.v.) “Evet” deyip, “Cennette de böyle yaparız, birbirimize yediririz” buyurdu.”
Cebrâil (a.s.) Resûlullahın (s.a.v.) huzûruna geldi ve dedi ki: “Ey Muhammed! Allahü teâlâ, Mu’âviye’yi kendine kâtip yapmanı diliyor. Çünkü, senin kâtip olarak alacaklarının en hayırlısı, kuvvetli ve emîn olanıdır.”
Câbir bin Abdullah (r.a.) anlattı: “Resûlullah (s.a.v.), bir kimsenin bir yere yaslanarak bir ayağını diğer ayağının üstüne atmasını menetti.”
“Mü’minin firâsetinden sakınınız. Çünkü o, Allahü teâlânın nûru ile bakar.”
“Ümmetimden hak üzere bulunan bir taife kıyâmete kadar bulunacaktır.”
“Garîblere ne mutlu, garîblere ne mutlu.” Ey Allahın Resûlü! Garîbler kimlerdir? denildi. O zaman Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kalabalık ve kötü kimseler arasında bulunan, az ve sâlih kimselerdir. Onlara buğz edenler, sevenlerden daha çoktur.”
“Allahü teâlâ, sünnet-i seniyyeye yapışan kulunu Cennete sokar.”
“Her kötülük sahibi için tövbe vardır. Fakat kötü ahlâk sahibi bundan müstesna. Çünkü o, bir günahtan tövbe eder, sonra ondan daha kötüsünü yapar.”
“Rükû’ ve secdeleri tam yapınız. Vallahi ben sizi ön tarafımdan gördüğüm gibi, arkadan da görürüm.”
“Sizden birisi uykusundan kalkınca, üç kere yıkamadıkça elini su kabına sokmasın. Çünkü eli geceleyin nerede idi, o bunu bilemez.”
“Aralarında bir baba olmayınca, amca, baba gibidir. Aralarında bir anne olmayınca, hala, teyze, anne gibidir.”
“Kıyâmet günü olunca, yetmiş bin kişi, hesâbsız Cennete girer.”
“Ey insanlar! Allahü teâlâdan korkunuz. Vallahi, sizden önce mü’minlerden birinin başı bıçkı ile iki parçaya ayrıldı. Yine de dîninden dönmedi.”
“Eshâbımın ismini işitince, susunuz! Şânlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz.”
“Kıyâmet gününde kişinin amel defteri, yazılmış olarak kendisine verilir. O kimse, amel defterinde dünyâda iken yapmadığı bir takım iyiliklerin yazılı olduğunu görür. “Yâ Rabbî! Bu iyilikler nereden buraya yazıldı?” der. Allahü teâlâ da, “İnsanlar seni gıybet ediyorlardı. Sen ise bunu bilmiyordun. Bu iyilikler, sana bu sebeble verildi” buyurur.”
“Birinin yanında müslüman kardeşi gıybet edilir de, o kimse, gıybet edilen müslüman kardeşine yardım etmeye gücü yettiği hâlde yardım etmezse, Allahü teâlâ onu dünyâda ve âhırette zelîl eder.”
“Kim dünyâda müslüman kardeşinin ırzını korursa, Allahü teâlâ onun vücûdunu Cehennem ateşinden koruyacak bir melek yaratır.”
“Allahü teâlâ bir kulu sevdiği zaman, “Ey Cebrâil! Rabbin filancayı seviyor, sen de onu sev” buyurur.”
Resûlullah (s.a.v.); “Benden sonra peygamberlik yoktur. Fakat mübeşşirât devam eder” buyurunca, Eshâb-ı Kirâm; “Mübeşşirât nedir, ey Allahın Resûlü?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v.); “Müslümanın gördüğü veya ona gösterilen güzel rü’yâlardır” buyurdu.
“Rü’yâda beni gören kimse, uyanıklık hâlinde beni gören kimse gibidir. Çünkü şeytan benim sûretime giremez.”
“Allahü teâlâ, hakkında hayır murâd ettiği kimseyi, dinde fakîh yapar.”
“Dinde fıkıhtan daha faziletli bir şey ile ibâdet edilmez. Bir fakîh, şeytana bin âbidden daha şiddetlidir.
Herşeyin bir direği vardır. Bu dînin direğide fıkıhtır.”
“Âlimlerle oturmak ibâdettir.”
Resûlullah (s.a.v.), Abdullah bin Abbâs için; “Allahım! Onu dinde fakîh eyle. Ona te’vili öğret.” diye duâ buyurdular.
“Allahü teâlâ dünyâya rağbet etmiyenin kalbine hikmet koyar, diliyle hikmet konuşturur. Ona, dünyânın hastalığını ve kusurunu ve onun ilâcını gösterir. Onu sâlim olarak dünyâdan çıkarıp, Cennete koyar.”
“Dünyâya rağbet etmemek, kalbe ve bedene rahatlık verir.”
Ebû Mûsel-Eş’arî (r.a.) anlattı: Resûlullaha (s.a.v.) “Ey Allahın Resûlü! Bir kimse bir kavmi sevse, fakat henüz onların arasına karışmamış ise durumu nedir?” diye soruldu. O zaman Resûlullah (s.a.v.): “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurdu.
Resûlullaha (s.a.v.): “Ey Allahın Resûlü! Hangi meclis daha hayırlıdır?” diye soruldu. Resûlullah (s.a.v.): “Görüldüğünde size Allahü teâlâyı hatırlatan, konuşması amelinizi çoğaltan, ilmi ile âhıreti hatırlatan kimse ile bulunduğunuz meclis” buyurdular.
“Ben Âdemoğullarının efendisiyim. Fakat övünmüyorum. Kıyâmet gününde Livâ-ül-hamd, benim elimdedir, övünmüyorum.”
“Resûlullah (s.a.v.) bir hutbelerinde: “Ey insanlar! Allahü teâlâdan af ve afiyet isteyiniz” buyurdu.
“Şüphesiz cömertlik, Allahü teâlânın cûd (cömertlik) sıfatındandır. O hâlde cömert olunuz. O zaman Allahü teâlâ size cömertlik eder. Dikkat ediniz! Allahü teâlâ cömertliği, bir ağaç şeklinde yaratmıştır. Onun kökünü, Tûbâ ağacının köküne yerleştirmiş, dallarını, Sidret-ül-müntehâ’nın dallarına bağlamış, onun dallarından ba’zısı, dünyâya sarkmıştır. Kim o dallardan birisine bağlanırsa, o dal onun Cennete girmesine vesile olur. Dikkat ediniz. Sehâ (cömertlik) imândandır, imân Cennettedir. Allahü teâlâ, cimriliği kendi gadabından yarattı. Cimrilik, Cehennemde bir ağaçtır. Allahü teâlâ onun kökünü (Cehennemdeki) Zakkum ağacının köküne yerleştirdi. Onun dallarından ba’zısı, dünyâya sarkmıştır. Kim o dallardan birisine yapışırsa, o dal onun cehenneme girmesine vesîle olur.”
Hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi, başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nafile ibâdetleri yapınca, onu çok severim, öyle olur ki, benimle işitir. Benimle görür. Benimle herşeyi tutar. Benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum.”
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Ölüleriniz hakkında hayırdan başkasını söylemeyiniz.”
“Kaderiyye (İ’tikâdında olanlar) bu ümmetin mecûsîleridir.”
“Cennete girdim. Cennetliklerin çoğunun miskinler (yoksullar) olduğunu gördüm. Cehenneme girdim. Cehennemliklerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm.”
“Ebû Bekr ile Ömer (r.anhümâ), dinde kulak ile göz makâmındadırlar.”
“Resûllerden ve nebilerden (aleyhimüsselâm) sonra Ebû Bekr’den daha üstün birisini yeşillikler gölgelememiş, yer kaldırmamıştır.”
“Ramazan ayı geldiğinde Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapatılır. Şeytanlar da bağlanır.”
“Bir beldede zinâ ve ribâ (faiz) zuhur ederse, (o belde halkı) Allahın azâbına hak kazanmış olurlar.”
“Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtuluşa erersiniz.”
“Kadere imân, sıkıntı ve kederi giderir.”
“Müslümanların fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene Önce Cennete girer ve zenginler, “Keşke biz de dünyada fakir olsaydık” derler. Kafirlerin zengini de, fakirlerinden kırk sene evvel Cehenneme girer. Hattâ kâfirlerin zenginleri, “Keşke biz de dünyâda fakir olsaydık” derler.”
“Bir kul (yeni) müslüman olduğu ve İslâmı da güzel olduğu zaman; Allah, o kimsenin evvelce yapmış olduğu her hasenesini yazar, evvelce yaptığı bütün seyyielerini ise silip atar. Bundan sonra yeni hesap başlar. Her iyiliğine on mislinden yedi yüz misline kadar yazılır. Günahı ise, Allahü teâlânın affettiği hâriç misliyle yazılır.”
“Size, namazın, orucun, haccın ve zekâtın farz olduğu gibi, Ebû Bekr’i ve Ömer’i ve Osman’ı ve Ali’yi (r.anhüm) sevmeniz de farzdır.”
“Ameller niyetlere göredir.”
“Kişinin mâlâya’nîyi terketmesi, müslümanlığının güzelliğindendir.”
“Bir mü’min, kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemedikçe îmânı kâmil bir mü’min olmaz.”
“Helâl belli, haram da bellidir, bu ikisi arasında şüpheliler vardır.”
“Allahü teâlâ bir kuluna, sâliha bir hanım, evlâd ve maldan bir ni’met verir de, kul (da), “Mâşâallah lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” derse, ölümden başka âfet görmez.”
“Bir kula, dîninin gitmesinden sonra, gözünün gitmesinden daha büyük musibet olmaz. Gözü gidip de sabreden kimse muhakkak Cennetliktir.”
Abdullah bin Mes’ûd buyurdu ki: Resûlullahın (s.a.v.) sünnet-i seniyyesine tâbi olunuz. Bid’atları (Resûlullah efendimizin (s.a.v.) zamanında ve onun dört halîfesi zamanlarında bulunmayıp, dinde sonradan meydana çıkarılan ve ibâdet olarak yapılan, her türlü söz, iş ve usûlleri) yapmayınız. Her bid’at dalâlettir (sapıklıktır).
İbn-i Ömer (r.a.): “İnsanlar güzel görse bile, her bid’at dalâlettir” buyurdu.
Ebû Mûsâ: “Allahü teâlânın ilim verdiği kimse, onu insanlara öğretsin. Fakat, bilmediği şeyi söylemekten sakınsın. Yoksa, kendisini ilgilendirmiyen bir şeye karışmış olur, dinden çıkar” buyurdu.
İbn-i Mes’ûd (r.a.): “Sizden birine, bilmediği bir şey sorulduğu zaman bilmediğini i’tirâf etsin, utanmasın.”
“Kişiye bilmediği sorulunca, Allahü teâlâ bilir demesi, ilimdendir” buyurdu.
Rebî’ bin Haysem buyurdu ki: “Kişi, (bilmediği hâlde) bu haramdır, bu men edilmiştir, demekten sakınsın. O zaman Allahü teâlâ ona “Yalan söyledin” buyurur.”
İbn-i Abbâs buyurdu: “Dosdoğru ol. Bid’atten ve bid’atçi olmaktan çok sakın.”
Büyük âlim İbrâhim Harbî- “Allahü teâlâ, kötü arzu ve isteklerde zerre miktarı bir hayır, iyilik bulundurmadı. Bunlar, şeytanın süsleridir. Şeytan bunları insanlara güzel gösterir” buyurdu.
Şa’bî (r.a.): “Bilmiyorum demek, ilmin yarısıdır” buyurdu.
“Ma’rûf-i Kerhî hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlâ mü’minlerden bir zümreyi kabirlerinden kanatlı olarak diriltir. Sûr üfürüldüğü zaman kabirlerinden uçarlar. Cennet-i a’lâya koşarlar. Onları melekler karşılar ve onlara, “Siz kimsiniz?” derler. Onlar, “Mü’minlerdeniz. Ümmet-i Muhammeddeniz, Ümmet-i Kur’ândanız” derler. Melekler, “Siz Sırât’ı gördünüz mü?” derler. “Hayır” diye cevap verirler. “Siz Haşrı gördünüz mü?” “Hayır.” “Siz Allahü teâlâyı gördünüz mü?” “Biz O’nun nûrunu gördük.” “Peki siz dünyâda ne amel, yapardınız?” “Biz O’na kulluk ettik. O’ndan başka herşeyden yüz çevirdik. Allahü teâlâ bize hesaba çekilecek bir dünyalık vermedi” derler.
“Kim Allahü teâlâya tevekkül eder, O’na sığınır ve güvenirse, Allahü teâlâ onun yardımcısı olur. Kim Allahü teâlâ için tevâzu ederse, Allahü teâlâ onu yükseltir.” Abdullah bin Abbâs’dan en efdal cihâd hakkında sorulduğu zaman şöyle buyurdu: “Bir mescid yaptırmak ve orada Kur’ân-ı kerîm, fıkıh ve sünneti öğretmektir.”
Kâdı Ebû Ya’lâ İbni Ferrâ, Allahü teâlânın dînine hizmet için, bir taraftan insanlara ilim öğretirken, diğer taraftan da pek kıymetli eserler yazdı. Eserlerinin en meşhûru Hanbelî mezhebi âlimlerinin hayat ve üstünlüklerini anlatan “Tabakât-ı Hanâbile” adlı iki cildlik eseridir. “El-Mecmû fil-fürû’ “, “Rüûs-ül-mesâil”, “El-Müfredat fil-fıkıh”, “Et-Temâm li-kitâb-ir-rivâyeteyn vel-vecheyn” (Babasının kitabının eksiklerini tamamlamıştır), “El-Müfredât fî usûl-il-fıkh”, “Tabakât-ül-Eshâb”, “îdâh-ül-edilletü fir-reddi alel-firak-id-dalle vel-mudille”, “Er-Redd-ü alâ zaigiy-yil-i’tikâdât fî men’ihim min sima’il-âyât”, “Şeref-ül-üttibâ ve şeref-ül-ibtidâ”, “Tenzîh-ü Mu’âviye bin Ebî Süfyân el-Muknî’ ven-niyyât”, “El-Miftâh fil-fıkh” ve daha birçok eser onun kitapları arasındadır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-1, sh. 176
2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 79
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 211
4) El-A’lâm cild-7, sh. 23
5) Tabakât-ı Hanâbile