Mısır’da yetişen şafiî fıkıh âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Mensûr bin Müsellem el-Mısrî’dir. Künyesi Ebû İshâk’tır. 510 (m. 1116) senesinde Mısır’da doğdu, önce Mısır’da Kâdı Ebü’l-Meâlî Mücellâ bin Cümî’den fıkıh öğrendi. Sonra Bağdad’a giderek, çok ilim tahsil etti. Orada, Ebû İshâk-ı Şirâzînin talebesi Ebû Bekr Muhammed bin Hüseyn el-Ürmevî’den ve Ebü’l-Hüseyn Muhammed bin Mübârek bin Halli el-Bağdâdî’den Şafiî mezhebinin fıkıh bilgilerini öğrendi. O, yüksek faziletlere sahip bir fıkıh âlimi olarak yetişti. Uzun bir müddet Irak’ta kaldığı için, memleketine dönünce “Irâkî” nisbetiyle meşhûr oldu. Hâlbuki Bağdad’da onu “Mısrî” nisbeti ile tanıyor ve anıyorlardı. Memleketine döndükten sonra, Câmi-i Atîk adı da verilen Mısır Câmii’nde imamlık ve hatîblik vazîfesi yaptı. Birçok kimse kendisine gelip fıkıh ilmi öğrendi. Ebû İshâk’ın “El-Mühezzeb” kitabını şerh etti. 596 (m. 1200) senesi Cemâzil-âhır ayında Mısır’da vefât etti. Sefh-ül-mukattam denilen yere defnedildi.
Büyük bir fıkıh âlimi olarak Mısır’a dönen İbrâhim Irâkî’den, Kâhire hatîbi Ebû Tâhir ve başkaları fıkıh dersi aldılar. İbn-i Kalyûbî, “Menâkıb-ül-fakîh Ebî Tâhir” kitabında şöyle anlatıyor: “Ben, babamdan işitmiştim. İbrâhim Irâkî’nin ilimle meşgûl olmasının sebebi şudur: Daha evlendiği günün sabahı idi. Komşularından birisi, ona: “Hayızdan istibrâ etmek nedir?” diye sorunca, O da: “İstibrâ nedir?” diye sordu. Suâli soran: “Hanımların hayız görüp temizlenmesidir” diye cevap verdi. O böylece, İslâmiyetin evlenenlere öğrenmeyi emrettiği hayız (âdet) bilgilerini bilmediğini anladı. Hemen ilim tahsil etmeğe karar verip Irak’a gitti. Burada kendisine yol gösterenlerle buluştu. Şafiî âlimlerinin büyüklerinden fıkıh ilmini öğrendi. Bir müddet orada kaldı. Büyük bir fıkıh âlimi olarak Mısır’a döndü.”
İbrâhim Irâkî, vera’ ve güzel hâl sahibi olan bir zât idi. Talebesi Ebû Tâhir şöyle anlatıyor: “Bir gece, canım kadayıf yemek istedi. Fakat benim yanımda onu alacak hiç param yoktu. Nefsimin ona olan arzusu, gittikçe arttı, içimden, “Bakkâl kadayıf yapıcısının komşusudur. O, sana ondan istediğin kadar alıverir ve âdeti vechile, balını da kendisi verir” diyordum. Bu niyetle, ona böyle söylemek için evden çıktım. Ben bu hâlde iken, içimdeki şiddetli arzu, istemeye karşı teşvik ediyor, fakat bir yandan da bundan kaçınıyordum. Bu tereddütler içerisinde bulunurken Şeyh Ebû İshâk-ı Irâkî ile karşılaştım. Bana yazılı bir kâğıt vererek: “Burada yazılı olan latifeler, güzel sözler, kadayıf yemekten daha tatlıdır” buyurdu. Bunlardan, kendimin ihtiyâcı olan şeyleri çıkarıp, önceki kadayıf yemek isteğimden vazgeçtim.”
Ebû İshâk İbrâhim Irâkî’nin, fazileti ve kadr-ü kıymeti yüksek olan bir oğlu vardı. İsmi, Ebû Muhammed Abdülhakem’di. Babasının vefâtından sonra, Mısır Câmii’nin hatîbliğine ta’yin edildi. Onun güzel bir hitâbeti ve latif, tatlı şiirleri vardı.
Ebû İshâk-ı Irâkî’nin en kıymetli eseri, “El-Mühezzeb” kitabına yaptığı şerhidir. Bu eser, orta büyüklükte on cild halindedir. Ayrıca hutbelerini içine alan bir “Dîvân”ı da vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Vefeyât-ül-a’yân cild-1, sh. 33
2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 323
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 116
4) Tabakât-üş-Şafiiyye cild-7, sh. 37
5) Keşf-üz-zünûn sh. 1912