Hadîs ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi, vâ’iz. Künyesi Ebü’l-Meâlî olup ismi Muhammed bin Ali bin Muhammed’dir. Kâdı’l-kudât (Başkadı) Zekîyüddîn’in oğludur. 550 (m. 1155) yılında Şam’da doğdu. Hazreti Osman’ın soyundan geldiği için Osmanî, Kureyş kabilesine mensûp olduğu için Kureşi, Şam ehlinden olduğu için Dımeşki denildi. Dîn-i islam’a yaptığı hizmetlerinden dolayı Muhyiddîn lakabı verildi. Babası Zekîyüddîn Ali bin Muhammed’e nisbetle İbn-i Zekî diye meşhûr ve ma’rûf oldu. 598 (m. 1201) yılında Şam’da vefât etti.
Küçük yaşta babasından yüksek din ilimlerine temel olan din ve âlet ilimlerini öğrenen Muhyiddîn İbni Zeki, zamanın ilim merkezlerinden olan Şam’da, birçok âlimin derslerine devam etti. Ailesinin her ferdi de âlim idi. Evde ilimden, Allahü teâlânın dinine hizmet etmekten başka birşey konuşulmazdı. Onun en meşhûr hocaları arasında; babası Zekîyüddîn Ali bin Muhammed, Abdurrahmân bin Ebi’l-Hasen Dârânî, Ziya bin Hibetullah bin Asâkir ve daha birçok âlim vardı. Bu âlimlerden hadîs-i şerîf ve fıkıh ilimlerini öğrendi. Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Belagatı çok yüksekti. Gayet güzel yazı yazar, fasih ve beliğ konuşurdu. Âlim ve fazilet sahiplerine çok kıymet veren Kudüs fâtihi Selâhaddîn-i Eyyûbî ile yakınlıkları vardı. Çünkü Sultan Selâhaddîn, Allahü teâlânın dinine hizmet eden herkesi sever, âlimlere hürmet ederdi. Kudüs fethedilip müslümanlar duruma hâkim olunca, ilk hutbeyi İbn-i Zeki okudu. İlk önce, zamanında Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinin İmâmı olan Şerâfüddîn Ebû Sa’d İbni Asrûn’un nâibliğinde bulundu. Sonra, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kardeşi Takıyüddîn’in Şam’da inşâ ettirip, 574 (m. 1178) yılında öğretime açtığı Medreset-üt-Takaviyye’de ve diğer medreselerde dersler verdi. Birçok talebe yetiştirdi. Bunlardan İmâdüddîn İbni Hûrîstânî ve Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muad İklişî meşhûr oldu. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî, İbn-i Zekî’yi 588 (m. 1192) yılında Şam başkadılığına ta’yin etti. Haleb’i fethedince, oranın kadılığını da verdi. Câmilerin vakıflarına da İbn-i Zekî bakardı. Onun hizmetlerine mani olmak isteyen Eshâb-ı Kirâm düşmanı İsmâiliye fırkası mensûpları, İbn-i Zekî’nin peşine düştüler. Onun hayâtına kasdettilerse de bu arzularında hiçbir şekilde muvaffak olamadılar, ömrünün son günlerinde başkadılıktan ayrıldı. Yerine Şemsüddîn İbni Tayti ta’yin edildi.
Muhyiddîn İbni Zekî hazretleri, yumuşak huylu, tatlı dilli, hoşsohbet bir zât idi. Keskin zekâsı ve üstün ilmi ile insanların işlerini kolayca halleder, herkesin duâsını alırdı. Her seviyeden insanlar, işlerinde onunla istişâre ederler, görüşlerini alırlardı. Bid’at sahibi sapık kimseleri çok güzel cevaplarla susturur, Ehl-i sünnet i’tikâdının üstünlüğünü anlatırdı. Birçok kimsenin bozuk i’tikâdları bırakıp tövbe etmesine vesile oldu. Felsefe adı altında, dehriliği ve sapıklığı yaymağa kalkışanlarla mücâdele etti. Onların bozuk kitaplarını yaktırdı. Hutbe ve va’zlarında çok beliğ ve fasih konuşur, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirirdi. Birçok kimseler kilometrelerce uzaklardan onun va’z ve hutbelerini dinlemek için gelirlerdi, ömrü boyunca, ilim tahsil etmek, ilim öğretmek ve Allahü teâlânın dînini yaymak için çalıştı. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin, Allahü teâlânın rızâsı, müslümanların dinlerinin, vatanlarının, ırz ve namuslarının muhafazası ve zâlim haçlı ordularının zulümlerinin bertaraf edilmesi için çıkmış olduğu seferlere iştirâk etti. Barbar haçlı askerlerine karşı İslâm askerlerini teşvik etti. Cihâdın üstünlüğü ve “İ’lâ-yı kelimetullah”ın yayılmasının ehemmiyeti ile ilgili va’zlar verip askerleri coşturdu. Bilhassa Kudüs’ün fethi günü Beyt-ül-Mukaddes’te (Mescid-i Aksâ’da) okuduğu hutbe dillere destan oldu. Bu hutbesinde, kahraman İslâm askerlerine şöyle buyurdu:
“Allahü teâlâya hamd olsun ki, yardımı ile İslâmı azîz kıldı. Kahrı ile şirki zelîl kıldı. Herşeye emri ile nizâm ve intizâm verdi. Kendisine yapılan şükürler ile ni’metleri devamlı kıldı. Kâfirleri mekr-i ilâhisi ile derece derece azâba, yaklaştırdı. Fadlı ile ihsân ederek en güzel akıbeti takvâ sahibi kullarına tahsîs eyledi. Muttekî kullarını Arş’ının gölgesinde gölgelendirmeyi va’d eyledi. Dinini bütün dinlere üstün kıldı. O, öyle bir kudret sahibidir ki, kimse O’na karşı çıkamaz. O, bütün mahlûkâtına karşı galip ve üstündür. Onunla kimse yarışa kalkışamaz. Dilediğini emreder, kimse O’na i’tirâz edemez. Dilediği ile hükmeder. Kimse O’na karşı çıkamaz.
Yine O’na hamd ederim ki, Mescid-i Aksâ’yı şirk ve küfür kirlerinden temizledi. Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ibadete hakkı olan ilah yoktur. O’nun ortağı ve benzeri yoktur. O, tek ve Samed’dir, doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir. Bu, öyle bir şehâdettir ki, kalbleri şirk ve küfür kirlerinden temizler. Allahü teâlâ bu şehâdetten râzı olur. Yine ben şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın birliği inancını, tevhîd akidesini getirdi. Bu inancı zedeleyecek her türlü şek ve şüpheyi giderdi. Allahü teâlâya ortak koşmak olan şirki kökünden kazıdı. Allahü teâlâ, Peygamberimize (s.a.v.) isrâ mu’cizesini lütfetti. Bunun için Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya geldi. Semâları aşıp geçti. Sidret-ül-müntehâ’ya vardı ki, burada olanlar oldu.
Allahü teâlâ, O’na (Muhammed aleyhisselâma) ve O’nun halifeleri; ilk önce imân etmekle şereflenen Ebû Bekr-i Sıddîk’a, bu mübârek ve mukaddes yerden (Mescid-i Aksâ’dan) putları ilk önce ortadan kaldıran Emîr-ül-mü’minîn Ömer bin Hattâb’a, iki nûr sahibi olmakla ve Kur’ân-ı kerîmi toplamakla şereflenen mü’minlerin emîri Osman bin Affân’a, şirki kökünden kazıyıp, putları kıran mü’minlerin emîri, Ali bin Ebû Tâlib’e, Resûlullah efendimizin (s.a.v.) âline, Ehl-i beytine ve O’nun sevgili Eshâbına ve onlara tâbi olanlara salât etsin (rahmet eylesin). Âmin.
Ey Müslümanlar! Asıl gayeniz olan Allahü teâlânın rızâsına kavuştunuz. Bunun için ne kadar sevinseniz azdır. Çünkü Allahü teâlâ müslümanlar için büyük bir kayıp olan Mescid-i Aksâ’yı ve bu mübârek beldeyi küffârdan alıp fethetmeyi size nasîb ve müyesser kıldı. Yaklaşık yüz seneden beri ehl-i küfrün elinde bulunan bu mübârek beldeyi, hakîkî sahipleri olan müslümanlara teslim ettiniz. Yine müslümanların bu mukaddes beldede tekrar ezân-ı Muhammediyyeyi okumalarını, muzaffer olduklarını zannedip, yıllarca mü’minlere zulmeden müşriklerin kökünün kazındığı günleri, Allahü teâlâ, biz müslümanlara görmeyi tekrar nasîb etti. Tevhîd inancını galip kılarak, şirki ortadan kaldırdı. Çünkü İslâm dîni tevhîd akidesi ve ma’lûm olan emir ve yasaklar üzerine kurulmuştur. Bu beyt (Mescid-i Aksâ), babamız İbrâhim’in (a.s.) vatanı, Resûlullahın (s.a.v.) mi’râcda uğradığı yer, İslâmiyetin ilk günlerinde namazlarımız için kıble, Peygamberlerin (a.s.) konağı, evliyanın durağı, resûllerin karargâhı, vahyin indiği yerdir. Bu beyt, takvâ üzere kurulmuştur; Bu beyt, Allahü teâlânın kitabında bildirdiği topraklar üzerindedir. Burası öyle bir mesciddir ki, Resûlullah (s.a.v.), mukarreb meleklere burada namaz kıldırdı. Burası öyle bir memlekettir ki, Allahü teâlâ, kulu ve resûlü Îsâ aleyhisselâmı burada peygamberlik ile şereflendirdi. Fakat Allahü teâlâ, onu asla, kulluk rütbesinden çıkarmadı. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen: “Mesih (Hazreti Îsâ) hiç bir zaman Allahın bir kulu olmaktan imtina etmez (çekinmez).” buyurdu. (Nisâ-172).
Evet, bu Beyt-i mukaddes, müslümanların ilk kıblesi, iki mescidin ikincisi, (Birincisi, Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Haram’dır.) haremlerin de üçüncüsüdür. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’den sonra ziyâret için izin verilen sâdece Mescid-i Aksâ’dır. Siz Allahü teâlânın mümtaz kullarısınız. Allahü teâlâ böyle bir fazileti yalnız size nasîb etti. Size ne mutlu ki, bu büyük fetih sizin elinizle gerçekleşti. Kadisiye, Yermük, Hayber günlerindeki ve Allahü teâlânın kılıcı, Seyfullah Hâlid bin Velîd (r.a.) zamanındaki İslâmın parlak zaferlerini bir defa daha tazelediniz. Allahü teâlâ sizleri mükâfatlandırsın. Düşmana karşı gösterdiğiniz gayretinizi ve bu yoldaki fedâkârlıklarınızı kabûl eylesin. Size Cenneti ve cemâlini nasîb eylesin. O Cennet ki, saadete erenlerin evidir. Allahü teâlânın bu şükrüne karşı vazîfenizi yapınız. Siz öyle bir fetih yaptınız ki, onun sebebiyle semâ kapıları açıldı. Bu fethin nûrları ile karanlıklar gitti. Mukarreb melekleri, nebileri ve resûlleri memnun ettiniz. Kavuştuğunuz bu ni’met ne büyüktür ki, bu fetih sizi âhır zamanda imânın bayraktarlığını yapan bir ordu kıldı.
Bu Beyt-i Mukaddes, Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde İsrâ sûresi birinci âyet-i kerîmesinde meâlen; “Her ayıptan münezzeh olan Allahü azîmüşşân kulu Muhammed’i (aheyhisselâm) bir gecenin az vaktinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürdü ki, onun etrâfındaki beldelere ve mekânlara din ve dünyâ bereketleri verdik” diye buyurduğu bir yerdir. Bu Beyt-i Mukaddes, sultanların kıymet verdiği, Resûllerin (a.s.) övdüğü, içinde Allahü teâlâ tarafından indirilen dört mukaddes kitabın da okunduğu mübârek evdir.
Ey Cemâat! Melekler bile size teşekkür etmektedirler. Çünkü siz bu mübârek beldenin tekrar tevhîd inancına kavuşmasına vesile oldunuz. Kudüs-i şerîfin yollarından şirk ve küfür pisliklerini, haç kırıntılarını temizlediniz. Şimdi sizin için göklerdeki bütün melekler af ve mağfiret diliyor, size duâ ediyorlar. Öyleyse hakkınızdaki bu lütuf ve ihsânları iyi muhafaza ediniz. Bu ni’meti, takvâ ipine sarılmak sûretiyle koruyunuz. Kim bu ipe sarılırsa, kurtulur ve korunur. Nefsinizin arzu ve isteklerine uymaktan sakınınız. Düşmandan korkmayınız. Fırsatları iyi değerlendiriniz. Allah yolunda hakkıyla cihâd ediniz. Ey Allahın kulları! Canlarınızı Allah yolunda satınız. Çünkü O, sizleri en hayırlı kullarından eyledi. Ey Allahın kulları! Şeytanın sizi zelîl kılmasından ve azgınlıktan sakınınız. Eğer bunlardan sakınmazsanız; bu zaferi, kılıçlarınızın keskinliği ve asîl atlarınızın çevikliği ile kazandığınızı zannedersiniz. Vallahi öyle değil! Zafer ve yardım, ancak Allahü teâlâdandır. Çünkü Allahü teâlâ Azîz’dir, Hakîm’dir.
Ey cemâat! Allahü teâlâ size bu büyük fetih ni’metini ihsân eyledi. Siz de bundan sonra, Allahü teâlânın emirlerine uyup yasaklarından sakınınız. Yoksa, bağı çözülmüş demet gibi darma dağınık olursunuz. Kuvvetiniz gider, kendilerine Allahü teâlânın âyetleri geldiği hâlde, Allahü teâlânın emirlerine uymayıp imandan çıkarak şeytana tâbi olan kimseler gibi olursunuz. Eğer Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymazsanız, doğru yoldan sapan kimselerden olursunuz. Cihada sımsıkı sarılınız. Çünkü cihad, en faziletli ibâdetlerden ve en şerefli işlerdendir. Allahü teâlânın dinine yardım ederseniz, Allahü teâlâ da size yardım eder. Allahü teâlânın size yaptığı yardımlarını unutmazsanız, O size yardımını kesmez. Allahü teâlânın ni’metlerine şükrederseniz, size olan ni’metlerini arttırır.
Ey Cemâat! Allahü teâlânın dînine yardım ediniz. Bu yoldaki hizmeti, fırsat biliniz. Bütün gücünüzle bu fırsatın kıymetini biliniz. Şunu iyi biliniz ki, işler neticelerine göre kıymet kazanır. Kazançlar miktârlarıyle kıymetlidir. Allahü teâlâ sizi, bu bedbaht düşmana muzaffer kıldı. Hâlbuki, onlar da sizin kadar veya daha fazla idiler. Bunun sırrı büyüktür. Çünkü Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Enfâl sûresi altmışbeşinci âyet-i kerîmesinde meâlen; “Ey mü’minler! İçinizden sabredici yirmi kişi bulunursa (düşmanlarınızdan) ikiyüz kişiye galebe edersiniz” buyurmaktadır.
Allahü teâlâ, emirlerine ve yasaklarına uyma husûsunda bize ve size yardım eylesin. Allahü teâlâ size yardım ederse, sizi kim yenebilir. Eğer size yardım etmez, yalnız bırakırsa, size yardıma başka kimin gücü yetebilir?”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-6, sh. 157
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-2, sh. 9
3) Ravdateyn cild-2, sh. 110
4) Zeyl-i Ravdateyn sh. 31
5) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 337
6) El-Bidâye ven-nihâye cild-13, sh. 32
7) En-Nücûm-üz-zâhire cild-6, sh. 181