İBN-İ NÜCEYYE (Ali bin İbrâhim)

Hadîs, tefsîr ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi, vâ’iz. Künyesi Ebû Tâhir olup ismi, Ali bin İbrâhim bin Necâ bin Ganâyim-ül-Ensârî’dir. Zeynüddîn Ebü’l-Hasen bin Radıyeddîn de denilir. Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Ferec Şîrâzî’nin torunudur. Ebû Tâhir ve Ebü’l-Hasen künyeleri olup, Zeynüddîn ise lakabıdır. 510 (m. 1116) yılında Dımeşk’de doğdu, Oraya nisbetle Dımeşkî denildi. 599 (m. 1202) yılında Kâhire’de vefât etti. Kalabalık bir cemaatin kıldığı cenâze namazından sonra Sariye türbesine defnedildi.

Baba ve dedeleri, annesi ve dayısı gibi en yakın çevresi ilim sahibi kimselerden teşekkül eden İbn-i Nüceyye, tahsile küçük yaşta başladı. İlk önce aile çevresinden, yüksek din bilgilerine temel olacak olan din ve âlet ilimlerini öğrendi. Keskin zekâsı, üstün hafızası ile kısa zamanda ilmini artırdı. Şam’da Ebü’l-Hasen Ali bin Ahmed bin Kays’tan ilim öğrendi. Dayısı Şeref-ül-İslâm Abdülvehhâb’dan; tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgileri öğrendi. İlimde çok ilerledi. İlk va’zını dayısının kendi evinde kurduğu kürsüde verdi. Onun kürsüye çıkmasıyla, doksan yaşındaki dayısı ağlamaya başladı. Onun meşgûliyeti, ondan sonra hep va’z üzerine oldu. İnsanlara devamlı emr-i ma’rûfta bulunur, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretirdi. İlminin üstünlüğü ve dindeki sebatından haberdâr olan Sultan Nûreddîn Zengî, onu takdîr ve taltif etti. İstikbâlde daha iyi hizmetler yapması için, büyük âlimlerin ikâmetgâhı olan Bağdad şehrindeki Abbâsî halifesine elçi olarak gönderdi. Bağdad’da zamanın meşhûr fıkıh ve hadîs âlimlerinden Sa’dülhayr bin Muhammed Ensârî’den ilim öğrendi. Sa’dülhayr’ın kızı Fatıma ile evlendi. Bağdad’a yerleşti. Abdüssabûr bin Abdüsselâm, Abdülhâlık bin Yûsuf’un derslerine devam etti. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleriyle sohbet etti. Câmi-i Mensûr’da va’zlar verdi. Kayınpederi Sa’dulhayr vefât edince, kitapları kızı Fâtıma’ya kaldı. Fatıma da ilim sahibi bir hanımdı. Beraberce Mısır’a gittiler. İbn-i Nüceyye, Mısır’da Hanbelî mezhebi mensûplarının İmâmı oldu. Onlar, Mısır’a ulaştıklarında, Selâhaddîn-i Eyyûbî daha işbaşına gelmemişti. İkiyüzyetmiş senedir Mısır’da hâkim olup, Ehl-i sünnet i’tikâdındaki hâlis müslümanlara zulüm yapmakla meşgûl olan Fatımî devleti içten ve dıştan yapılan baskılarla bir hayli yıpranmıştı. Fatımî halîfesi, müslümanların baskısıyla sünni vezir ta’yin etmeye başladı. Sonunda Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin amcası Şirkûh vezir, Selâhaddîn-i Eyyûbî de yardımcısı oldu. Şirkûh’un vefâtı üzerine, Selâhaddîn-i Eyyûbî vezir oldu. Sultan Nûreddîn Zengî’nin emir ve desteğiyle Mısır’da sünnî müslümanları teşkilâtlandırıp, dinlerini daha iyi öğrenmeleri için medreseler açtırdı, İbn-i Nüceyye ve Hubûşânî gibi büyük âlimler de İslâm âleminin çeşitli bölgelerinden gelerek, Mısır’daki medreselerin başına geçtiler. Müslümanlara va’zlar vererek Allahü teâlânın emri ve yasaklarını bildirdiler. Bunlardan İbn-i Nüceyye, Kâhire’de Kurâfe Câmii’nde va’zlar verir, müslümanlara nasihatlerde bulunurdu. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Fatımî halifesi Adid’in ölümünden sonra Abbasi halifesi adına hutbe okutturup Fatımî devletine resmen son vermesinde, Mısır’daki bütün Ehl-i sünnet âlimleri yardımcı oldular. İbn-i Nüceyye, Selâhaddîn-i Eyyûbî aleyhine Adid’in oğlunu halife yapmak için hazırlanan bir komployu ortaya çıkardı. Fitnecilerin elebaşılarından Ammârat-ül-Yemenî ve ileri gelenlerden ba’zıları asılarak idâm edildi. İbn-i Nüceyye, bundan sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin herbiri bir destan olan savaşlarına katıldı. Kudüs’ün fethinde de hazır bulundu. İslâm askerini va’zlarıyla coşturarak haçlı kuvvetlerinin hezimeti ve Selâhaddîn-i Eyyûbî emrindeki İslâm askerinin muzafferiyetine destek oldu. Kudüs’ün fethinden sonra ilk Cum’a günü, orada insanlara va’z verdi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, İbn-i Nüceyye’yi çok sever, onun görüşlerini isâbetli bulur ve onunla, istişâre ederdi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, İbn-i Nüceyye’yi görüşlerindeki isâbetinden dolayı Resûlullahın (s.a.v.) Eshâbı, Hazreti Ömer’in vâlisi, Hazreti Mu’âviye’nin müşaviri, Mısır’ın fâtihi, Arabistan’ın meşhûr dâhilerinden Amr İbni Âs’a (r.a.) benzetir ve onu “Amr İbni As” diye isimlendirirdi. Birçok mal ve mülkün sahibi olan İbn-i Nüceyye’nin elindeki varlık, sanki fakirlere sadaka vermek içindi. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî ve ileri gelen devlet adamları, fakirler ve ilim tahsili için gelen talebelere maaş bağlatıp hastahâne, hamam ve aşevleri yaptırırken, İbn-i Nüceyye de, fakirler için hergün yemek pişirtir, sadakalar Verirdi. Çok zengin olmasına ve onun cömertliğini bilen devlet büyüklerinin çok yardım etmesine rağmen, zengin olarak ölmemek için. Elindeki bütün malını fakirlere dağıttı. Ömrünün sonunda çok fakir düştü, öldüğünde kefen alacak parası kalmamıştı, ömrünü, Allahü teâlânın dinini öğrenmek, öğretmek ve ibâdet etmekle geçirdi. Allahü teâlâdan çok korkar, haram ve şüpheli şeylerden şiddetle kaçar, harama düşerim korkusundan mübahları da zarûret miktarı kullanırdı. Güzel ahlâklı ve güleryüzlü olması sebebiyle insanlar onu çok sever, nasihatlarını can kulağıyla dinlerlerdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmekte çok gayretliydi. İ’tikâdını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre düzeltip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayanın, Cehennem azâbından kurtulamayacağını anlatır, haram yiyenin yedi a’zâsının günâh işlemekten kurtulamayacağını bildirirdi.

İbn-i Nüceyye; Şam, Bağdad, Mısır, İskenderiyye ve başka şehirlerde pekçok talebe yetiştirdi. Bu talebelerinden bir kısmının isimlerini Hâfız Silefî, “Mu’cem-üş-Şüyûh-i Bağdad” adlı eserinde bildirmektedir. İbn-i Nüceyye’den ilim öğrenip rivâyet eden âlimler arasında, Hâfız Abdülgani, İbn-i Halîl, Ziya Makdisî, Ebû Süleymân İbn-ül-Hâfız Abdülgânî, Abdülganî bin Süleymân, Hatîb Merdâ gibi âlimler vardı. Münzerî, Ahmed bin Ebi’l-Hayr Selâme ve Muhammed bin Ebi’d-Debiyye gibi âlimler de, ondan ilm öğrenip icâzet alanlar arasındaydı. Kaynaklarda, kitap yazdığına dâir bilgi verilmeyen İbn-i Nüceyye’nin eser te’lîf edip etmediği bilinmemektedir.

İbn-i Nüceyye kendisi anlatır: “Annem, ilim sahibi sâliha bir kadındı. Hadîs ve tefsîr ilminde çok bilgisi vardı. Bana çok duâ eder, ilim öğrenmemi teşvik ederdi. Dayımdan tefsîr ilmi öğrendim. Annem hergün eve dönünce ne öğrendiğimi sorar, kardeşinin âyet-i kerîmeleri nasıl tefsîr ettiğini kontrol ederdi. Birgün yine sordu. Ben de, şu sûreleri şöyle şöyle tefsîr etti dedim.

Ondan başka şu ma’nâları da sana söyledi mi diye sordu. Söylemedi deyince, “Artık ona gitme” deyip, kardeşinden ilim öğrenmemi men’etti. Babam da ilim sahibi sâlih bir kimse idi. Otuz cildlik büyük bir eser olan “Cevâhir” kitabını ezbere bilirdi. “Cevâhir”i bizim için ezberinden yazdı.”

Yine kendisi anlatır. “Va’z için ilk defa Bağdad’da Mensûriye Câmii’nde kürsüye çıkacaktım. Bir seher vakti idi. Kimseye farkettirmeden câmiye vardım. Orada bir sohbet meclisinin teşkil edilmiş olduğunu ve a’mâ bir zâtın da minberin basamaklarına oturarak konuştuğunu gördüm. Temimî ve İbn-i Akil’in sözlerini nakletmekteydi. Hâlbuki ben de aynı şeyleri anlatmayı düşünüyordum. Onlar üzerinde bir hayli çalışıp yorulmuştum. Bu duruma çok üzüldüm. Şimdi ben neyi anlatacaktım. Değişik birşey hazırlamaya vaktim olmadığı için, Allahü teâlâya sığınıp kürsüye çıktım. Cemaate birçok şeyler anlattım.

Allahü teâlânın izniyle hiç sıkıntı çekmedim. Va’zım, cemâat tarafından takdîrle karşılandı.”

Zeynüddîn İbni Nüceyye’nin, tahsiline büyük i’tinâ gösterdiği bir oğlu vardı. Bülûğ çağına girince, vaktini eğlence ve boş şeylere harcetmeye başladı. Babası da duâ edip, cenâb-ı Haktan, daha çok günah işlemeden oğlunun canını almasını diledi. Uzun sürmedi. Çok sevdiği evlâdı, ondokuz yaşında iken vefât etti. Cenâze namazında devlet adamları, ulemâ ve halktan pekçok kimse hazır bulundu. Tabut musalla taşına konulunca, namazdan önce İbn-i Nüceyye kürsüye çıktı. Kalabalığa dönüp ellerini açtı ve şöyle duâ etti: “Allahım! Bu oğlum ondokuz yaşında vefât etti. Bülûğ çağına kadar günahları yazılmadı. Ancak onbeş yaşından sonraki günahları yazıldı. Onun günahları üç senedir yazılmaktadır. Bu üç senenin yarısı da uykuda geçti. Geriye birbuçuk sene kaldı. Bu birbuçuk senede bana ve sana asî oldu. Bana olan hakkını ben helâl ettim. Sen de, sana karşı olan günahlarını affet” dedi. Hazır bulunan cemaat, göz yaşları içinde “Amin!” diyerek bu duâya iştirâk etti. Daha sonra geçip cenâze namazını kıldırdı.

Sultan Selâhaddîn ile çok yakın münâsebetleri bulunan İbn-i Nüceyye’nin çocukları ve kendisi sultanın meclisinde hazır bulunurdu. Sultan Selâhaddîn Mısır’dan Şam’a gidince, sultânın oğlu Melik-ül-Azîz Osman’ın meclisine devam etti. Melik-ül-Azîz Osman ona, “Uygun gördüğün şeyi bana yaz ki, ben ona göre hareket edeyim” derdi. Babası gibi o da İbn-i Nüceyye’nin görüşlerini isâbetli bulurdu. İbn-i Nüceyye ile Sultan Selâhaddîn arasındaki hasreti, Melik-ül-Azîz’in bu samimiyeti ve güzel davranışları önliyemedi. İbn-i Nüceyye, Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye Mısır’a gelmesini teşvik eden bir mektûp yazdı. Bu mektûbunda Mısır’ın üstünlük ve güzelliklerini edebi bir şekilde anlattı. Mektûp sultana ulaşınca, katibi İmâdüddîn el-Kâtibe, Şam’ın Mısır’a olan üstünlüklerini anlatan bir mektûp yazdırdı. Mektûbun sonuna, “Biz senin gibi kendi vatanımıza eziyet etmeyiz. “Vatan sevgisi îmandandır” hadîs-i şerîfini unutmayasın” diye yazarak İbn-i Nüceyye’nin Şamlı olduğunu hatırlattı.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-ı Hanâbile (Zeyli) cild-1, sh. 436

2) Vefeyât-ül-a’yân cild-2, sh. 530

3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 340

4) Tabakat-ül-müfessirîn cild-1, sh. 383

5) Hüsn-ül-muhadara cild-1, sh. 551

6) Zeyl-i Ravdateyn sh. 34