Hadîs, tasavvuf, ferâiz ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi, kadı. Künyesi Ebû Abdullah olup ismi, Hüseyn bin Nasr bin Muhammed bin Hüseyn bin Muhammed bin Hasen bin Kâsım bin Hamis bin Âmir’dir. Musul yakınlarındaki Cüheyne köyünde, 466 (m. 1074) yılında doğdu. Bundan dolayı Mûsulî ve Cüheynî nisbet edildi.
Mensûp olduğu Ka’b kabilesine nisbetle Ka’bî denildi. Din-i İslama olan hizmetleri ve Allahü teâlânın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmaktaki üstün gayretlerinden dolayı “Tâc-ül-İslâm” ve “Mecdüddîn” lakabları verildi. 552 (m. 1157) yılında Bağdad’da vefât etti.
Din ve alet ilimlerine temel olan bilgileri, doğum yeri olan Musul’da öğrenen İbn-i Hamîs, yüksek din ilimlerini öğrenmek için Bağdad’a gitti. Bağdad’da İmam-ı Gazâlî hazretlerinden fıkıh tahsil etti. Tırâd Zeynebî, İbn-i Bâtır ve daha birçok Âlimden hadîs ilmi öğrendi. Fıkıh ilminin inceliklerine ve Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerine vâkıf oldu. Tasavvuf yolunda ilerledi. Tasavvuf yolunda yükselmiş olan büyüklerden feyz aldı. Diğer ilimlerde de söz sahibi oldu. Rahbe’ye kadı ta’yin edildi. Daha sonra Musul’a döndü. Musul’da kitab yazmak ve talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Çok cömertti, insanların ihtiyâcını görmekten çok hoşlanırdı. Bir mü’minin âhıretlik bir işini görmeyi, dünyalık bir mes’elesini halletmeye tercih ederdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretir, insanlara nasihatlerde bulunurdu. Haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınır, hesabını verememek korkusundan, mübahları da zarûret miktarı kullanırdı.
Musul’da pekçok talebe yetiştirdi. Kıymetli kitaplar yazdı. Yazmış olduğu eserlerden “Menâkıb-ül-ebrâr ve Mehâsin-ül-esrâr” adlı kitabında, sâlihlerin, evliyânın büyüklerinin hâl ve kerâmetlerini, büyüklüklerini, o büyüklerin yollarını anlatmaktadır. “Tabakât-ül-evliyâ”sında, Allahü teâlânın sevgili kullarının hâllerini yazmaktadır. “Tahrîm-ül-gıybe vemâ fîhâ minel-ukûbe”sinde, gıybet ve afetlerinden bahsetmektedir. “Minhec-ül-mürîd fit-tevhîd”inde, doğru yolu bulup, sırât-ı müstekim üzere gitmek isteyenlerin uyması gereken kaideler anlatılmaktadır. “El-Ferh-ül-muvaddah” adlı eserinde ise, Eshâb-ı Kirâmdan (r.anhüm) Zeyd bin Sâbit’in (r.a.) ictihâdlarına ve bildirdiği haberlere uygun olarak ferâiz (İslâm miras hukuku) bilgilerini anlatmıştır. Ferâiz husûsunda, İmâm-ı Şafiî hazretleri de, Zeyd bin Sabit hazretlerinin bildirdiklerini esas almıştır. “Ahbâr-ül-menât” ve “Menâsik-ül-hâc” da eserleri arasındadır.
İbn-i Hamîs Ka’bî, “El-Muhtâr min Menâkıb-il-ebrâr ve mehâsin-il-esrâr” adlı eserinden ba’zı bölümler:
“Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bid’at sahibine hürmet eden kimse, İslâmiyetin yıkılmasına yardım etmiş olur.”
Yine hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Allahü teâlâ bid’at sahibinin orucunu, namazını, zekâtını, haccını, umresini, cihâdını farz ve nafile ibâdetlerini kabûl etmez.”
Ebüdderdâ hazretleri buyurdu ki: “İyi arkadaşla arkadaşlık; yalnızlıktan, yalnızlık; kötü kimselerle arkadaş olmaktan hayırlıdır.”
Yine buyurdu ki: “Bid’at ehli ile dostluk, kalbin nûrlarını giderir. Bid’at sahiplerinin amelini güzel gören Allahü teâlânın gazâbını üstüne çeker.”
Abdülvâhid bin Zeyd buyurdu ki: “Dindar kimselerle oturun! Çünkü onlar, söylediklerini yaparlar. Mürüvvet ehli ile oturun! Çünkü onların meclisinde boş şeyler, mâlâya’nî konuşulmaz.”
Ebû Medyen buyurdu ki: “Dînini korumak isteyen, bid’at sâhibleriyle konuşmaktan sakınsın. Kalbini korumak isteyen, yabancı kadınlarla konuşmaktan sakınsın.”
Ebû Medyen hazretleri yine buyurdu ki: “Bid’at sahipleri ile oturmak kalbi öldürür. Çok küçük bir bid’at işleyen kimseden bile sakınınız.”
İmâm-ı Şafiî hazretleri buyurdu ki, “Vakit, düşmanının elindeki bir kılıç gibidir, sen onu kesmessen, o seni keser.”
Fudayl bin Iyâd hazretleri buyurdu ki: “Bid’at sahibini seven kimsenin amellerini, Allahü teâlâ yok eder, kalbinden İslamın nûrunu çıkarır. Müslüman, müslümanın yüzüne bakınca kalbi parlar. Müslümanın bid’at ehlinin yüzüne bakması ise, kalbini karartır. Yolda bid’at sahibine rastlarsan, yolunu değiştir. Bid’at sahibine iltifât edip yükseltme. Bid’at sahibine yardım eden, İslâmın yıkılmasına yardım etmiş olur.”
Bişr-i Hafî hazretleri buyurdu ki: “Düşmanın senden emîn olmadıkça kâmil olamazsın, dostun emîn olmazsa, sende nasıl hayır bulunabilir.”
Yine buyurdu ki: “İtaat etmiyorsan bari asî olma.”
Fudayl bin Iyâd hazretleri buyurdu ki: “Dünyânın tamâmı altından olsaydı yine yok olurdu. Âhıret ise, çanak çömlek gibi topraktan olsaydı yine bakî olurdu. Akıllı kimse, geçici olan dünyâyı, altın da olsa reddeder, bakî olan âhıreti, çanak çömlek gibi topraktan da olsa kabûl eder. İşin aslı, âhıret bakî ve altın gibi kıymetlidir. Dünyâ ise, fânî ve çanak çömlek gibi kıymetsizdir.”
İbrâhim bin Edhem (r.a.) Basra çarşısında dolaşırken etrâfına toplanan kimseler sordular ki, “Allahü teâlâ, “Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabûl ederim, veririm” buyuruyor. Hâlbuki, istiyoruz, vermiyor?” Cevâbında buyurdu ki, “Allahü teâlâyı çağırırsınız, O’na itaat etmezsiniz. Peygamberini (s.a.v.) tanırsınız, O’na uymazsınız. Kur’ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakkın ni’metlerinden fâidelenirsiniz, O’na şükr etmezsiniz. Cennetin, ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi, âsîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükr etsin! Daha ne isterler?
Duâlarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?”
İbrâhim bin Edhem, birisiyle uzun müddet arkadaşlık yaptı. Ayrılacakları zaman adam: “Bunca zamandır arkadaşız, bende bir ayıp gördüysen söyle de düzelteyim” dedi. İbrâhim bin Edhem hazretleri, “Ben sende hiçbir ayıp görmedim ve göremem de. Git, ayıbını başkasından öğren” buyurdu.
Sırrî-yi Sekati hazretleri buyurdu ki: “Kıyâmet günü, diğer ümmetler peygamberlerinin isimleri ile, (Ey Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti, ey Îsâ aleyhisselâmın ümmeti) diye çağrılacaktır. Muhammed aleyhisselâmın ümmetine ise, (Ey Allahü teâlânın dostları! Rabbinize geliniz) denilecek, Muhammed aleyhisselâmın ümmetini ferahlık ve sevinç kaplıyacaktır.”
Yine Sırrî-yi Sekati hazretleri buyurdu ki: “Kişinin dîni, nefsin arzu ve isteklerine galip gelmedikçe mürüvveti kâmil olmaz. Nefsin arzu ve istekleri dînine gâlib gelmedikçe, kişi tehlikeye düşmez.”
Şakîk-i Belhî buyurdu ki: “Allahü teâlâ tâat ehlinin ölülerini kabirde de diri kıldı. Günahkârları ve fâsıkları da, diri iken ölü kıldı.”
Sehl-i Tüsterî hazretleri buyurdu ki: “İlim müstesna, dünyânın hepsi cehâlettir. Kendisiyle amel olunanı hâriç, ilmin hepsi vebaldir. İhlâsla yapılanı hâriç amellerin hepsi boştur, hebadır.”
Yahyâ bin Muâz-ı Râzî hazretleri buyurdu ki: “Üç kimseden kaçınız. Yanlarına yaklaşmayınız. Bunlar: Gâfil, sapık din adamı ve zenginlere yaltakçılık eden hafız ve dinden haberi olmayan tarikatçılardır.”
Yine buyurdu ki: “Âlimler, insanlara babalarından ve annelerinden daha fazla merhametlidirler. Zîrâ anne ve baba, çocuklarını dünyâ tehlikelerinden korurlar. Âlimler ise, insanları kıyâmetin şiddetinden ve dehşetinden korurlar.”
Yine buyurdu ki: “Düşünmeden konuşan pişman olur. Düşünerek konuşan emîn olur.”
Yahyâ bin Muâz-ı Râzî hazretlerine dünyânın ne olduğu sorulduğunda buyurdu ki: “Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Dünyâ mel’ûndur ve dünyâda Allah için olanlardan başka herşey mel’ûndur.” Mel’ûn olan birşeyi istiyen kimse, o şeyden daha mel’ûndur.” (ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan sayılmaz. Âhıretten sayılırlar. Çünkü dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyalıklar, zararlıdır. Haramlar, günahlar ve mübahların fazlası böyledir. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir.)
Vekî bin Cerrah hazretleri buyuruyor ki: “Bir bid’at sahibinden duyduğum sözün zulmeti, yirmi seneden beri kulağımdan çıkmadı.”
Allahü teâlânın dostlarından ba’zıları buyurdular ki: “Kim gözünü haramdan korursa, Allahü teâlâ da kıyâmet günü onu ateşten korur. Kim kalbini haramdan korursa, Allahü teâlâ onu kıyâmet günü ateşten korur. Kim a’zâlarını haramdan korursa, Allahü teâlâ da onları kıyâmette ateşten korur, Allahü teâlâ, onu insanların tâbi old ğu kimse yapar. Böyle olan kimseler Allahü teâlânın insanlara huccetidir.”
Hikmet sahipleri buyurdular ki: “Yedi sınıf insan ile oturan kimselerde yedi şey artar: Zenginlerle oturan kimsede, şükrün ve Allahü teâlânın ona takdîr ettiği şeye kanâatin azlığı artar. Sultanlarla oturanlarda, kibir ve kalbin kasveti artar. Kadınlarla oturan kimselerde, cehâlet ve şehvet artar. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet etmeyenlerle, ya’nî fâsıklarla oturan kimselerde, günah işleme cür’eti ve tövbeyi sonraya bırakma bedbahtlığı artar. Sâlihlerle oturan kimsenin, ibâdete iştiyâkı artar. Âlimlerle oturan kimsenin, ilmi ve vera’ı (şüpheli şeylerden sakınması) artar.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-7, sh. 81
2) Vefeyât-ül-a’yân cild-2, sh. 139
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 66
4) İzâh-ül-meknûn sh. 557
5) Keşf-üz-zünûn sh. 30, 359, 1653, 1835, 1881
6) Muhtâr min menâkib-il-ebrar ve mehâsin-il-esrâr Süleymâniye Kütüphânesi Murâd Buhârî kısmı, No: 332