Hadîs, tasavvuf, kelâm ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. Künyesi Ebü’l-Berekât olup ismi, Muhammed bin Muvaffak bin Sa’îd bin Ali bin Hasen bin Abdullah’tır. 510 (m. 1116) yılında Nişâbûr yakınlarında Hubûşân köyünde doğdu. Doğduğu yere nisbetle Hubûşânî denildi. Allahü teâlânın dînine olan büyük hizmetinden dolayı Necmüddîn lakabı verildi. 587 (m. 1191) yılında Kâhire’de vefât etti. İmâm-ı Şafiî hazretlerinin türbesinde İmâm’ın ayak ucuna defnedildi.
Memleketinde temel din bilgilerini ve yardımcı ilimleri öğrendikten sonra Nişâbûr’a giden Necmüddîn Ebü’l-Berekât Hubûşânî, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin talebesi ve oradaki Nizamiye Medresesi müderrisi Muhammed bin Yahyâ Nişâbûrî’ye talebe oldu. Hadîs, fıkıh ve kelâm ilimlerinde kendini yetiştirdi. Çeşitli ilim merkezlerini ziyâret edip, âlimlerin ilminden istifâde etti. 565 (m. 1169) yılında Mısır’a gitti. Kâhire’de bir mescidde ikamet etti. Ebü’l-Es’ad Hibetürrahmân bin Kuşeyrî’den hadîs ilmi öğrendi. Daha sonra İmâm-ı Şafiî hazretleri için bir türbe yaptırdı. Yine türbenin yanına Selâhaddîn-i Eyy’ûbî tarafından yaptırılan medreseye 575 (m. 1180) yılında müderris ve mütevelli ta’yin edildi O sırada Selâhaddîn-i Eyyûbî, Fatımî halifesi Adid’in veziri idi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Ehl-i sünnet ulemâsını Mısır’a çekerek medreseler açıyor, çoğunluğu sağlayarak Eshâb-ı Kirâm düşmanlarını bertaraf etmek istiyordu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Hubûşânî’yi çok sever, izzet ve ikramda kusur etmezdi. Onun her istediğini yapar, Ehl-i sünnet i’tikâdını ve güzel ilimleri yayması için elinden gelen imkânı seferber ederdi. Allahü teâlânın sevgili kullarından olan Hubûşânî de, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin zafer kazanması için duâ ederdi. Emr-i ma’rûf yapar, doğru yolu öğrenmeleri ve Ehl-i sünnet ve cemâat yolunun kılıcı Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin etrâfında toplanmaları için insanlara nasihatlerde bulunurdu. Mısır Fatımî halifesi uzun bir rahatsızlıktan 567 (m. 1171) yılında ölünce, hâkimiyeti zâten elinde tutmaya kararlı olan Selâhaddîn-i Eyyûbî, hemen ilk Cum’a günü hutbelerde Abbasi halifesi adına hutbe okutmaya karar verdi. Ancak, Fatımî ordusu içinde hâlâ bozuk i’tikâdlılar, Ermeni okçular ve yabancı askerler büyük yekûn tutmaktaydı. Sudan ve yukarı Mısırlıların ne yapacağı anlaşılamıyordu. Bu yüzden Selâhaddîn-i Eyyûbî, herhangi bir fitne zuhurundan endişeliydi. Halk tarafından çok sevilen, sözünde ve işinde doğruluğu ve dininde sağlamlığı ile tanınan, dinin yıldızı Ebü’l-Berekât Hubûşânî, fitne zuhurunu önlemek için câmide hazır bulundu. Hatîb hutbeye çıkınca, minberin önünde oturan Hubûşânî, elinde asası ayağa kalktı. Hatîbden, hutbede Abbasi halifesinin ismini zikretmesini istedi. Böyle mübârek bir zâtın emri ile okunan hutbeyi, halk sükût içinde dinledi. Hiçbir hâdise çıkmadı. Haber Bağdad’a ulaşınca, büyük memnuniyet uyandırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin üstün gayretleri ve Ehl-i sünnet ulemâsının duâ ve desteğiyle, fiilen ortadan kalkmış olan Eshâb-ı kirâm düşmanı olan Fatımî halifeliği, ikiyüzyetmişiki senelik ömrünü tamamlayarak, resmen ilga edilmiş oldu. Selahaddîn-i Eyyûbî, Emîr Nûreddîn Zengî’nin emrinde fetihlere ve dîn-i İslâmın yayılması işine devam etti. Önceden başlattığı ilim ve irfan hareketini daha da geliştirdi Nûreddîn Zengi’yi örnek alarak, çeşitli İslâm memleketlerindeki âlimleri topladı. Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şafiî mezhebi âlimleri için medreseler yaptırdı. Ehl-i sünnet i’tikâdına uymayan sapık inanışlı kimselerin halk üzerinde bıraktığı kötü izleri ve zulmeti gidermek için çalıştı. Emîr Nûreddîn Zengî’nin vefâtından sonra 570 (m. 1175) yılında, Bağdad’daki Abbasî halifesi el-Müstedî’nin gönderdiği temliknâme ile bağımsızlığı tasdik edildi. Bağımsızlığını kazandıktan sonra, kahraman İslâm askerlerinden güçlü, ordular kurdu. Âdil idâresi ile halkına kendisini sevdirdi. Müslümanları katlederek Kudüs’e yerleşen zâlim haçlı askerlerinin tasallutundan mübârek beldeleri kurtardı. Çıktığı seferlere Ebü’l-Berekât Hubûşânî hazretlerinin duâsını almadan çıkmazdı.
Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî, zalim haçlı askerlerine karşı Remle tarafına sefere çıkmadan önce Hubûşânî hazretlerine geldi. Ona veda edip duâsını almak istedi. Ebü’l-Berekât Hubûşânî, halkın üzerinden vergi yükünü hafifletmesini istedi. O bunu yapamayacağını söyledi Hubûşânî, bu hâle incindi. “Allah sana yardım etmesin” sözü, gayr-i ihtiyâri ağzından çıktı. Âsâsıyla Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin başlığına dokundu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, oradan ayrılıp savaşa gitti. Savaş neticesinde haçlı askerlerine karşı muzaffer olamadı. Ordusu dağıldı. Haçlılardan çok, Sina çölünün sıcağı askerlerini kırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, çıktığı bütün seferlerde Hubûşânî hazretlerinin duâsını alırdı. Bu seferinde muvaffak olamamasının sebebinin, duâ yerine bedduâ alması olduğunu düşündü. Seferden döner dönmez, Hubûşânî hazretlerinin elini öpüp duâsını aldı. Bu hâdiseden sonra, Hubûşânî hazretlerine karşı sevgisi arttı. Kalbini incitmek tehlikesinden dolayı korku içinde bulundu.
Birgün Hubûşânî, İmâm-ı Şafiî hazretlerinin türbesinin yanında ders vermekteydi. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin veziri Kâdı Fadıl, İmâm-ı Şafiî hazretlerini ziyâret için türbeye girdi. Hubûşânî’nin ders vermekte olduğunu görünce, onun tarafına oturdu. Sırtını İmâm-ı Şafiî’nin türbesine dönmüştü. Hubûşânî, ikaz etti. “Kalk, kalk! Yönünü İmam’a dön!” buyurdu. Kâdı Fadıl, “Her ne kadar ona sırtımı dönmüş isem de, gönlüm ondan ayrı değildir” diye cevap verdi. Ebü’l-Berekât Hubûşânî bu sözü beğenmedi. O yüce imamın karşısında kendisine hürmet için İmâm-ı Şafiî hazretlerine karşı edebsizlik yapılmasına tahammül edemeyip onu azarladı. Sonra, “Biz böyle yapmayız. Hem kalıbımızla hem kalbimizle ona yöneliriz” dedi.
Birgün Melik-ül-Azîz Osman, merkebe binerek Hubûşânî hazretlerini ziyârete geldi Hubûşânî, melikle müsâfeha ettikten sonra su isteyip elini yıkadı ve şöyle ilâve etti. “Ey Oğlum! Siz merkebin yularını tutarsınız, hizmetçileriniz de dikkat göstermezler, elinize merkebin teri bulaşabilir. O yüzden elimi yıkadım” buyurdu. Melik Azîz de, “Öyleyse, yüzünüzü de yıkamanız icâb edecek. Çünkü, müsâfehadan sonra elinizi yüzünüze sürdünüz.” dedi. Necmüddîn Hubûşânî de, “Evet, haklısınız” buyurup yüzünü yıkadı.
Necmüddîn Ebü’l-Berekât Hubûşânî hazretleri, İmâm-ı Şafiî hazretlerine büyük hürmet gösterirdi. Onun türbesini Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin yardımıyla yeniden tamir ve tanzim ettirdi. Yanına, onun mezhebinin öğretileceği bir medrese yaptırdı. İmâm-ı Şafiî hazretlerinin yanına defnedilmiş olan, Allahü teâlâyı yaratıklarına benzeterek, Ehl-i sünnet ve cemâat âlimlerinin yolundan ayrılan mücessime sapıklarından İbn-i Kîzânî ve diğerlerinin kabirlerini, başka taraflara naklettirdi. Bu işleri yaparken Hubûşânî, “Sıddîk ile zındık bir arada bulunmaz. Yâ’ni, Resûlullahın (s.a.v.) bildirdiklerine şeksiz şüphesiz inanan bir kimse ile, onun dinine inandığını sanıp, müslümanları, uydurduğu bozuk yoluna çekmeye çalışan sapık bir kimsenin, aynı yere defnedilmesi uygun değildir” buyururdu. Mücessime sapıklarının bu işlere tepkileri, Hubûşânî hazretlerinin, azîmet, celâliyet ve haşyeti karşısında eriyip gitti. Ebü’l-Berekât Hubûşânî hazretleri, dünyâ malına hiç ehemmiyet vermezdi.
Başkalarının ehemmiyet verdiği, mal, makam, mevki ve rütbe onu hiç ilgilendirmezdi. Mal varlığı olarak bir kilimi vardı. Kilim diriliğinde cepkeni (örtüsü), vefâtında kefeni oldu. Kilimi satıp, parasıyla kefen aldılar. Mütevellisi olduğu medreseden bir lokma yemedi. Meliklerden çok yakınlık görmesine rağmen, onlara hiç iltifât etmedi. Bir dirhem paralarını almadı.
Hemşehrisi bir tacir onun nafakasını temin ederdi. Sahip olduğu kilimi Mısır’a, doğduğu yer olan Hubûşân’dan gelirken getirmişti. İlim, vera’ ve takvâda onun gibisi görülmemişti. Ömrünü, sâdece Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için harcadı. Onun rızâsına muhalif bir söz söylememeye, bir iş yapmamaya gayret eder, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle meşgûl olurdu.
Pekçok talebe yetiştirdi. Birçok kıymetli eser yazdı. Bunlardan, Şâfiî mezhebi fıkıh mes’elelerini ihtivâ eden onaltı cildlik “Tahkîk-ül-muhît” kitabı meşhûrdur. “Muhit”, hocası Muhammed bin Yahyâ Nişâbûrî’nin eseridir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-7, sh. 14
2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 288
3) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 210
4) Vefeyât-ül-a’yân cild-4, sh. 239
5) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 406
6) El-A’lâm cild-7, sh. 342
7) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 493
8) Mu’cem-ül-müellifîn cild-12, sh. 68