Tasavvuf ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimi, zâhid. Künyesi, Ebû Ali olup ismi, Hasen bin Müslim bin Hasen’dir. 504 (m. 1110) yılında Bağdad civarında Hûrâ köyünde doğdu. Daha sonra Fârisiyye denilen bir köye gitti ve oraya yerleşti. Doğduğu ve yerleştiği yerlerden dolayı, Hûrî ve Fârisî nisbet edildi. Zâhid-i Irak lakabı verildi. 594 (m. 1198) yılında Fârisiyye’de veya Kâdisiyye’de vefât etti.
Küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberleyen Zâhid Ebû Ali Fârisî, zamanın ileri gelen âlimlerinden kırâat, hadîs ve fıkıh dersleri aldı. Ebü’l-Bedr Kerhî’den, hadîs ve fıkıh ilmini öğrendi. Bağdad’da birçok âlimin sohbetinde bulunup, ilimlerinden istifâde etti. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin ölü kalbleri dirilten sohbetlerinde bulundu. Kalbi, günahların kirlerinden kurtuldu. Resûlullahın (s.a.v.) güzel ahlâkıyla ahlâklandı. Bütün hâl ve hareketlerini Resûlullahın (s.a.v.) ve Selef-i sâlihînin hâl ve hareketlerine uydurmak için gayret etti. Hep Allahü teâlânın varlığını ve ni’metlerini düşünür, lüzumsuz konuşmazdı.
Kimsenin işine karışmaz, kimse ile münâkaşa etmezdi. Mümkün olduğu kadar az konuşur, dâima Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgûl olurdu. Her işinde Selef-i sâlihînin bildirdiği bilgilere uyar, dinin bütün hükümlerine tâbi olarak çalışır ve ilimden arta kalan zamanda ibâdetle meşgûl olurdu. Gündüzleri hep oruçlu olup, geceleri namaz kılardı. Devamlı Kur’ân-ı kerîm okurdu. Allah aşkı ile kalbi yanar, gözlerinden hiç yaş eksik olmazdı. Yaptığı her işi Allahü teâlânın rızâsı için yapardı. O’nun rızâsı olmayan her işi terkederdi. Hanbelî mezhebihe göre fetvâ verirdi. Halîfe, devlet adamları ve halktan kimselerin yanında, yırtıcı hayvanlarda kendisini ziyâret ederlerdi. Ziyâretine gelen insanlara nasihatlerinde, Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şerîflerinden, Selef-i sâlihînin İslâmiyete hizmetlerinden, güzel sözlerinden ve örnek hayatlarından bahseder, Allahü teâlânın emirlerine uyup yasaklarından sakınmayanların, Cehennem ateşinden kurtulamayacağını anlatırdı.
Pekçok talebe yetiştirdi. Bulunduğu beldeler feyzleriyle nurlandı. Gönüller, Allah aşkı ile yandı. Talebeleri, kimsenin kavuşamayacakları üstünlüklere eriştiler. Hocalarının kerâmetlerini gördüler, Allahü teâlâya şükrettiler. Ondan aldıkları ilim ve feyzi, insanlara yaymak için gayret ettiler. Kerâmetlerinden biri şöyledir: Talebelerinden biri, hocasının yanında kaldığı birgün ihtilâm olmuştu. Gusl abdesti almak için nehre gitti. Ağaçların arasında elbiselerini çıkardı. Peştemalını çekip gusl abdesti almak için nehre girdi. O, gusl abdesti alırken, yırtıcı bir hayvan gelerek elbisesinin üstüne yatıp uyudu. Talebe, nehirden çıkınca ne yapacağını şaşırdı. Hem korkuyor, hem üşüyordu. O sırada Ebû Ali Fârisî hazretleri geldi. Cübbesinin yeni ile hayvana dokunup, “Ey mübârek hayvan! Biz sana misâfirlerimizi rahatsız etme demedik mi?” buyurdu. Hayvan kalkıp sessizce uzaklaştı. Talebede elbisesini alıp giydi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-ı Hanâbile (zeyli) cild-1, sh. 395
2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 316