Magrib (Fas) evliyâsının büyüklerinden. Ebû Ya’zî künyesi ve Magribî nisbetiyle tanınır. Magrib’de yetişen birçok evliyâ ondan feyz aldı. Magribliler ona, kendi aralarında büyük baba ma’nâsına gelen dede lakabını verdiler.
Hicrî altıncı asrın son yarısında vefât edip, Fas’ta Bâît kasabasında defnedildi. Kabri ziyâret edilmektedir.
Ebû Ya’zî Magribî, kerâmetleri herkes tarafından görülüp bilinen, ilim sahibi bir velî idi. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin Magrib’deki halîfelerinden olması, onun şarktan aldığı ilim ve feyzi, garbta yaymakla meşgûl olduğunu göstermektedir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yolu, Magrib’te onun vasıtasıyla yayıldı. Magrib evliyâsının büyükleri ondan feyz aldılar. Şarktan birçok kimseler gelip, onun ilim ve feyzinden istifâde için adetâ birbirleriyle yarıştılar. Magrib ve Meşrık’a nâmı yayıldı. Darda kalan her Magribli ondan yardım isterdi. Yağmur yağmadığı zaman Allahü teâlâya duâ eder, yağmur yağardı.
Hayvanlar ve kuşlarla sohbet eder, onlarla yaşardı. Bilhassa ilk zamanlarında, onbeş sene hiç şehre inmeden ormanda yaşadı. Yalnız ot tohumları ile gıdasını te’min etti. Elde ettiği ilim ve feyzi Magrib’de yaydı.
Talibleri, Magrib ve Meşrik’ten gelip onu buldular. Meclisinde bulunmakla şereflendiler. Magrib’de şanları duyulan evliyâ onun elinde yetişti. Mâlikî mezhebi âlimlerinin meşhûrlarından ve Magrib evliyâsının büyüklerinden Şeyh Ebû Medyen künyesi ile bilinen Şuayb bin Hasen Endülüsî, talebelerinin büyüklerindendir. Ebû Ya’zî Magribî hakkındaki bilgileri, Ebû Medyen hazretleri vermektedir.
Ebû Ya’zî Magribî’nin yanına arslanlar ve kuşlar gelir, o da onlarla sohbet ederdi. Arslanlar yaramazlık yapıp hayvanlara ve insanlara saldırdıkları vakit, onları yanına çağırır, kulaklarını çekerek azarlardı. Hattâ ba’zan: “Haydi! Ey Allahın köpekleri! Buralardan gidin, rızkınızı başka yerde arayın. Sizi bir daha burada görmeyeceğim” buyururdu. Arslanlar da uslu uslu çeker giderlerdi.
Talebelerinden Muhammed Afrikî anlatır: Dağa odun için gidenleri, arslanlar rahatsız edince, gelip Ebû Ya’zî hazretlerine şikâyet ettiler. “Arslanlar bize saldırıyor, odun toplayamıyoruz. Lütfedip bir çâresine bakıverseniz” dediler. O da, hizmetinde bulunanlardan birine: “Git, sesin çıktığı kadar şöyle bağır: (Ey Arslanlar, Ebû Ya’zî Magribî sizin buradan göçmenizi ve buralarda görünmemenizi emrediyor)” buyurdu. Hizmetçi ormana gidip, avazı çıktığı kadar bağırıp, emredilen sözleri söyledi. Bütün arslanlar, yavrularını yanlarına alarak, başka diyarlara çekilip gittiler. Bir tek arslan bile kalmadı.
Ebû Medyen Şuayb bin Hasen Endülüsî anlatır: “Magrib’de kıtlık oldu. Her canlı, açlık ve sıkıntı çekiyordu. Birgün Ebû Ya’zî Magribî hazretlerinin yanına gittim. Bir meydanda oturuyordu. Çevresini çepeçevre arslan ve kaplan gibi yırtıcı hayvanlar ve kuşlar kuşatmışlardı. Hepsi sessizce durmaktaydılar. Hiçbiri diğerine saldırmıyor, tam bir teslimiyet içerisinde bulunuyorlardı. Yanlarına yaklaşınca, üstadımın onlarla sohbet ettiğini gördüm. O sırada büyükçe bir kuş geldi ve açlıktan şikâyet etti. Ebû Ya’zî hazretleri de: “Falan yere git, senin rızkın oradadır” buyurdu. Kuş da uçup gitti. Diğer hayvanlara da çeşitli yerler ta’rîf etti. Onlar da dağılıp gittiler. Daha sonra bana dönüp: “İşte görüyorsun, böyle, günde binlerce kuş ve vahşî hayvan gelip açlıktan yakınırlar, ben de onlara rızıklarının nerede olduğunu söylerim. Gidip oradan yerler. Bu hayvanlar benim yanımda durmaktan hoşlandılar. Açlık pahasına benim yanımda kaldılar. Benim için, uzun zaman açlık çektiler. Bu bana Allahü teâlânın bir lütfudur. Benimle beraber kalmayı arzu ederseniz kalabilirsiniz” buyurdu.
Ebû Medyen’in dostlarından biri Ebû Ya’zî hazretlerine gelerek kuraklıktan şikâyet edip: “Efendim, bu yıl çok sıkıntıdayım. Havalar kurak gidiyor. Tarlam çoraklaştı. Hiçbir şey vermez oldu. Siz duâ buyurun da, çocuklarımızın rızkını te’min edelim” dedi. Ebû Ya’zî hazretleri, o şahsın tarlasına doğru gitti. Onun tarladan geçmesiyle, yağmurun başlaması bir oldu. Tarla yemyeşil oldu, bol mahsûl verdi. O yıl Magrib’de o kadar kuraklık oldu ki, o tarladan başka hiçbir yer ekilemedi.”
Buyurdular ki:
“Hâller, rûhen olgunlaşmamış olan, yolun başlangıcındakileri etki altına alır, istedikleri gibi yönlendirirler. Fakat rûhen tekâmül etmiş olanlar, hâlleri etki altına alırlar ve onları istedikleri gibi kullanırlar.”
“Te’sîri, kulun işinde ve hâlinde görülmeyen hakîkat, hakîkat değildir.”
“Hak’tan fazileti taleb eden, ona vâsıl olur.”
“Kimseye faydası olmayan, kimseden faydalanamaz.”
“Tek olmayan, tek olanla beraber olamaz.”
“Sözün hası odur ki, ya O’na işâret etmeli, ya da O’ndan haber vermelidir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kalâid-ül-cevâhir sh. 92
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh. 136
3) Bustân fî zikr-il-evliyâ vel-ulemâ bi-Tilimsân sh. 108