EBÛ NASR RÛYÂNÎ (Şüreyh bin Abdülkerîm)

Şafiî mezhebi usûl ve fürû’ âlimi ve kadı. Künyesi Ebû Nasr olup ismi, Şüreyh bin Abdülkerîm bin Şeyh Ebü’l-Abbâs Ahmed’dir. Taberistan’da Rûyân şehri halkından olduğu için Rûyânî nisbet edildi. Baba ve dedeleri de aynı nisbetle anıldı. Dedesi, “Cürcâniyyât” kitabının yazarı olan Şeyh Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muhammed bin Ahmed Rûyânî Taberî idi. Ba’zı kimseler, onu yanlışlıkla, “Bahr” kitabının yazarı olan Abdülvâhid bin İsmâil’in torunu olarak göstermektedirler. Hâlbuki Fahr-ül-İslâm Abdülvâhid bin İsmâil, Ebû Nasr Rûyânî’nin amcasının oğlu idi. Rûyân şehrinde doğan Ebû Nasr Rûyânî, 505 (m. 1117) yılında vefât etti.

Taberistan’daki ilim merkezlerinden biri olan Rûyân’da doğup, dedesi Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muhammed ve babası Kâdı Ebû Muammer Abdülkerîm bin Ahmed gibi, zamanının en ileri gelen âlimlerinin huzûrunda ilim tahsiline başlayan Ebû Nasr Rûyânî, küçük yaşta temel din ve alet (yardımcı) ilimlerini öğrendi. Başkalarının yüksek din ilimlerini öğrenmeye başladığı yaşlarda, o, ders verecek hâle geldi. Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerini ve mezheb içindeki değişik ictihâd ve fetvâları, diğer mezheblerle olan farkları çok iyi bilirdi. Taberistan’da Âmil şehrine kadı ta’yin edildi. Uzun yıllar orada kadılık yaptı. İnsanlar üzerinde hüküm vermek ve onların mes’elelerini halletmek husûsunda engin tecrübe ve bilgi sahibi oldu. Bu tecrübe ve bilgilerinden istifâde ile “Edeb-ül-kâdı ve “Ravdât-ül-hukkâm ve zînet-ül-ahkâm” kitaplarını yazdı. Edeb-ül-kâdı adlı kıymetli eseri, sonra gelen kadıların müracaat kitaplarından biri ve İmâm-ı Süyûtî hazretlerinin medhine mahzar oldu.

Pekçok talebe yetiştirdi. Kâdılığı esnasında vermiş olduğu âdil hükümlerle, insanların huzûr içinde yaşamalarına vesîle oldu. Vaktini, yalnız Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için harcardı. Haram ve şüphelilerden şiddetle kaçar, mübahların birçoğunu terkederdi. Kazancından kendine yetecek kadar ayırır, fazlasını fakirlere dağıtırdı, insanlara bir din mes’elesini öğretmekten çok hoşlanır, sık sık Allahü teâlânın dînini öğrenmek ve öğretmenin ehemmiyetinden bahsederdi. Bir hutbesinde, kendisiyle ilgili bir suâle şöyle cevap verdi: “Din bilgilerinin esâsı ve dalları, mezheblerin ayrılıkları ve ittifâkları hakkında pekçok kitap yazdım. Bunlara, gençliğimin başlangıcından, olgunluk günlerimin sonuna kadar olan zamanımı harcadım. Böylece altmış yaşına geldim.

Kâdılık edeblerini gördüm. Kâdılıkta ve hüküm vermede ehil oldum, ömrüm kadılık ve hüküm vermekle geçti. Kâdılık yaparken ve kitap tasnif ederken, benden önce gelenlerin bilgilerine tâbi olup, insanlara ilimde önder olmuş kimseleri örnek aldım. Bu iş, bize dedelerimizden kaldı. Kuyuyu temizleyerek, insanları suya kandırmak bizim boynumuza borçtur. Nitekim, Sinân bin Fahl-Tâî bir beytinde bunu ne güzel anlatır:

Elbette bu su, baba ve dedemin suyudur.
Kazarak temizlediğim kuyu, benim kuyumdur.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Süyûtî) cild-7, sh. 102

2) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 569

3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 298

4) El-A’lâm cild-3, sh. 161