EBÛ BEKR İBN-İ ARABÎ

Hadîs, tefsîr ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi Ebû Bekr olup ismi, Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin Abdullah, bin Ahmed bin el-Arabî’dir. Ebû Bekr bin el-Arabî Endülüs âlimlerinin sonuncusudur. Hadîs, tefsîr, fıkıh ilimleri yanısıra, kelâm, usûl-i fıkıh, târih ve edebiyat ilimlerinde de söz sahibi idi. Şarka (ya’nî Şam, Musul, Bağdad gibi şehirlere) giden âlimlerden hiçbiri, Ebû Bekr bin el-Arabî kadar ilim ile mücehhez bir hâlde Endülüs’e dönmemiştir.

Ebû Bekr bin el-Arabî, 468 (m. 1075) senesinde İşbiliyye’de doğdu. Babası Abdullah bin Muhammed ve dayısı Ebü’l-Kâsım el-Hasen bin Ebî Hafs el-Hevzenî âlim idiler. Ebû Bekr bin el-Arabî ilk tahsilini bu iki zâtdan aldı. Ayrıca Ebû Abdullah es-Serkastî’den de ders aldı. Bu üç zât, Ebû Bekr İbni Arabî’nin ahlâkının güzel, idrâkinin geniş, zekâsının ve ilminin mümtaz olmasında yardımcı oldular. Kendisi, “Dokuz yaşında, Kur’ân-ı kerîmi iyice ezberledim” demektedir. Onaltı yaşında kırâat, şiir ve lügat ilimlerini çok iyi öğrendi ve bu ilimlerde söz sahibi idi.

Onyedi yaşına geldiği 485 (m. 1092) senesinde, babası ile birlikte İşbiliyye’den ayrılarak Kuzey Afrika’ya geçtiler. Burada Becâye liman şehrinde bir müddet kaldılar. Bu beldenin Ebû Abdullah el-Külâî gibi meşhûr ve büyük âlimlerinden ders aldı. Sonra doğuya doğru giderek, Mehdiyye limanına geldiler. Ebû Bekr İbni Arabî burada ise; Ebü’l-Hasen bin Ali bin Muhammed bin Sabit el-Haddâd el-Halânî ve Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Mâzirî’den ders aldı. Burada ayrıca El-İşârât kitabının şerhlerini ve birçok kitap okudu.

Mısır’a doğru yola çıkdıklarında, denizde fırtınaya yakalandılar. Bu durumu Ebû Bekr İbni Arabî şöyle anlatır: “Biz, kabirden ölünün çıkması gibi, denizden Ka’b bin Süleym diyarına çıktık. Çok yorgun ve bitkin idik. Biz, Ka’b bin Süleym’in yanına sığındık. Ka’b bin Süleym bizi yedirdi, içirdi, bize giyecek verdi.”

Ebû Bekr İbni Arabî ve babası, Ka’b bin Süleym’in yanında fazla kalmıyarak, Mısır’a doğru yola çıktılar. 485 (m. 1092) senesinin sonlarında Mısır’a geldiler. O zaman Mısır’da Ehl-i sünnet âlimi az idi. İbn-i Arabî, Mısır’da; Ebü’l-Hasen bin el-Hüseyn Muhammed el-Hal’î el-Mevsilî, Ebü’l-Hasen bin Şeref, Mehdî el-Verrâk ve Ebü’l-Hasen bin Dâvûd el-Fârisî’den ilim tahsil etti.

İbn-i Arabî, babasıyla Mısır’dan Kudüs’e gitti. O zaman Endülüs’ün Mâlikî mezhebi büyük âlimlerinden Ebû Bekr Muhammed bin Velîd Tartûşi de Kudüs’de idi. İbn-i Arabî, Ebû Bekr Tartûşi ile görüşerek, ondan da ilim tahsil etti. Kudüs’ten Şam’a giden İbn-i Arabî, buradaki âlimlerden ilim tahsil etti. Burada ilim tahsil ettiği âlimlerden ba’zıları şunlardır: Şafiî mezhebi fıkıh âlimi Ebü’l-Feth Nasr bin İbrâhim el-Makdisi, Ebû Muhammed Hibetullah bin Ahmed el-Ensârî, Ebü’l-Fadl Ahmed bin Ali bin el-Furât.

Şam’dan Abbâsîlerin başşehri Bağdad’a giden İbn-i Arabî, burada da ilim tahsiline devam etti. Bağdad âlimlerinden, hadîs, akâid, usûl-i fıkıh, Arabî lisan ilimleri ve edebiyat ilimlerini tahsil etti. Bağdad’da Ebü’l-Hüseyn el-Mübârek bin Abdülcebbâr es-Sayrafî, Ebü’l-Hasen Ali bin el-Hüseyn bin Ali el-Bezzâz, Ebü’l-Meâlî Sabit bin Bendâr el-Bakkâl el-Mukrî, Kâdı Ebü’l-Berekât Talhâ bin Ahmed el-Akûli el-Hanbelî, Ebû Bekr Muhammed bin Ahmed bin Hüseyn bin Ömer eş-Şâşî, Ebû Âmir bin Sadûn el-Abderî, Ebü’l-Hüseyn Ahmed bin Abdülkâdir el-Yûsufî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ bin Ali et-Tebrîzî, Ebû Muhammed Ca’fer bin Ahmed es-Sirâc el-Hanbelî, Ebû Bekr Muhammed bin Tarhân et-Türkî eş-Şâfiî gibi birçok âlimden ilim tahsil edip, hadîs-i şerîf dinledi.

İbn-i Arabî, babasıyla birlikte daha sonra hac için Mekke-i mükerremeye gitti. Orada hadîs âlimi Ebû Abdullah el-Hüseyn bin Ali bin el-Hüseyn et-Taberî’den hadîs-i şerîf dinledi. Hac görevini yerine getirdikten sonra, tekrar Bağdad’a gitti. Bağdad’da İmâm-ı Gazâlî’nin sohbetlerine iki sene kadar devam etti. 492 (m. 1099) senesinde, babasının ihtiyârlaması sebebiyle memleketlerine gitmek için yola çıktılar. İbn-i Arabî, yol üstündeki şehirlerde bulunan İslâm âlimlerinden ilim tahsiline devam etti. Sonra babası ile birlikte İskenderiyye’ye geldiler, İbn-i Arabî, babasının vefât ettiği 493 (m. 1100) senesinde İskenderiyye’den ayrılarak, memleketi olan İşbiliyye’ye döndü. İşbiliyye’ye döndüğü zaman âlimlerden ve halktan meydana gelen büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Birçok âlim İbn-i Arabî’den ilim öğrenmek için evine akın ettiler. Bunun üzerine ibn-i Arabî evini medreseye çevirdi. Medresede birçok ilimden ders vermeye başlayan İbn-i Arabî’den; Kâdı Iyâd bin Mûsâ ve oğlu Muhammed bin Iyâd, Ebü’l-Kâsım Halef bin Abdülmelik, Ebû Abdullah Muhammed bin Mücâhid el-İşbilî, Ebû Cafer bin Bâzis, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdurrahmân el-Hazrecî, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Halîl el-Kaysî, Ebü’l-Hasen bin en-Ni’me, Ebû Bekr Muhammed bin Hayr el-Emevî el-İşbilî, Ebü’l-Kâsım Abdurrahmân bin Muhammed bin Ceyş, Şârih-üs-siyre Abdurrahmân bin Abdullah es-Süheylî, Ebü’l-Abbâs bin Abdurrahmân es-Sakar el-Ensârî, Ebü’l-Hasen Ali bin Atîk el-Kurtubî ve daha birçok âlim ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyet etti.

İbn-i Arabî hazretleri, kırk sene hocalık ve müftîlik yaptı. 543 (m. 1148) yılında doğduğu yer olan İşbiliyye’de vefât etti. İbn-i Arabî hazretleri birçok eser yazmıştır. Yazdığı eserlerden ba’zıları şunlardır: 1. Envâr-ül-fecr fî tefsîr-il-Kur’ân: Bu eseri İbn-i Arabî yirmi senede hazırlamıştır. Kitap 80.000 varak olup, yüzaltmış bin sahifedir. Çok muazzam bir tefsîr olan bu eser, elden ele dolaşarak telef olmuş, maalesef günümüze ulaşmamıştır. 2. Ahkâm-ül-Kur’ân: Bu eserde, Kur’ân-ı kerîmin sâdece ahkâm âyetlerini tefsîr eden İbn-i Arabî, âyet-i kerîmelerin fıkhî hükümleri ve bu hükümlerle ilgili mezheblerin ictihâdlarını beyân etmiştir. Bu eser (m. 1958) yılında Mısır’da, dört cild hâlinde basılmıştır. 3. Arıdât-ül-Ahvezî: Bu eser İmâm-ı Tirmizî’nin “Es-Sahîh”ine yazılan kıymetli bir şerhdir. Bu eser de Mısır’da, onüç cild halinde basılmıştır, İbn-i Arabî’nin ilk yazdığı eserdir. 4. Kanûn-üt-te’vîl tefsîr-il-Kur’ân, 5. En-Nâsih vel-Mensûh fîl-Kur’ân, 6. Kitâb-ül-müşkileyn (Müşkil-ül-Kitâb ve Müşkil-üs-Sünne), 7. Kitâb-ün-nireyn fis-Sahihayn, 8. Tertîb-ül-mesâlik, 9. Et-Tefsîr-üt-tafdîl beyn-et-tahmîd vet-tehlil, 10. El-İnsâf fî mesâil-il-hılâf: Yirmi cildlik bir eserdir. 11. Kitâbü Setr-il-Avret, 12. Sirâc-ül-müridîn, 13. El-Hılâfiyyât, 14. Tebyîn-üs-sahih, 15. El-Mahsûl, 16. El-Avâsım minel-kavâsım: Çok kıymetli bir eserdir, İki defa basılmıştır. Eshâb-ı Kirâmın büyüklüğü ve üstünlüğünün anlatıldığı bu eserde, Ehl-i sünnet düşmanlarının Eshâb-ı Kirâmdan ba’zıları hakkındaki asılsız iddiaları çok kuvvetli bir şekilde çürütülmüş, Ehl-i sünnetin haklılığı, tereddüte mahal bırakmıyacak bir tarzda isbât edilmiştir.

El-Avâsım minel-Kavâsım adlı eserden ba’zı bölümler:

“Medine halkı, Yezid’i hilâfetten hal’ etmek istedikleri zaman, Abdullah İbni Ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp: “Buna, Allahın ve Resûlullahın halîfesi olarak bi’at ettik. Allahın ve Resûlullahın halifesi ile harb etmekten daha büyük gadr olmaz” dedi. Abdullah bin Ömer, Yezîd’e bî’at ederken, “Bu bî’at hayırlı ise râzı oluruz. Kötü olursa sabr ederiz” dedi. Hamid bin Abdurrahmân diyor ki; “Yezîd’e bî’at olunurken, bir Sahâbînin yanına gittim. Bana, “Yezîd bu ümmetin hayırlısı değildir. Ondan daha âlimler, ondan daha şerefli kimseler var diyorsunuz. Ben ise, bu ümmetin birlik olmasını, ayrılıklarından daha çok severim. Ümmet-i Muhammed’in girip rahat ettiği bir yere giren kişi, rahatsız olur mu? Elbette olmaz” dedi. Yezîd’in şarab içmesine gelince, buna inanmak için iki âdil şahidin, gördüm diyerek haber vermesi lâzımdır, Leys bin Sa’d, “Emîr-ül-müminîn Yezîd, altmışdört senesinde vefât etti” dedi. Bu sözü, Yezîd’in adâletini haber vermektedir. Onu âdil bilmeseydi, Emîr-ül-mü’minîn demezdi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel “Kitâb-üz-zühd”de diyor ki, Yezîd hutbe okurken, “Hasta olan kimse, en iyi amelini araştırıp, hep onu yapsın! En kötü amelini de araştırıp onu terk etsin” dedi. Bu yazısı, Yezîd’in sözünü huccet kabûl ettiğini gösteriyor. Ona şarap içmeyi, fâsık ve fâcir olmayı iftira eden tarihçilerin utanmaları lâzımdır. Tarihçilerin çoğu din bilgilerinden câhildirler. Bid’at deryasına düşmüşlerdir. Çoğu Eshâb-ı Kirâmı ve Selef-i sâlihîni kötüleyebilmek için hadîs uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bunların maksadları din değil, dünyâ idi. İnsanların en zararlısı, zeki olan câhiller ve hîlekâr olan bid’at sahipleridir. Mal satın almak için âdil olan tacir aranıyor da, Selef-i sâlihîn hakkında bilgi almak için dinden ve hele adâletten nasîbi olmayanların sözleri, yazdıkları nasıl kabûl olunur?”

Kur’ân-ı kerîmin toplanması, tertîbi ve yazılması: Âlimler ittifâkla Zeyd bin Sabit’in (r.a.) şöyle anlattığını bildirdiler: Yemâme savaşında yetmiş Kur’ân-ı kerîm hafızının şehîd olması üzerine, Hazreti Ebû Bekr, birisi ile beni çağırttı. Huzûruna gittiğimde, Hazreti Ömer de onun yanında idi. Hazreti Ebû Bekr bana: “Ömer (r.a.) bana geldi. Yemâme muharebesinde yetmiş Kur’ân-ı kerîm hafızının şehîd olması pek tehlikeli bir hâdisedir. Diğer muharebelerde, Kur’ân-ı kerîm hafızının şehîd düşmesiyle, Kur’ân-ı kerîmin çoğunun kaybolmasından endişe ediyorum. Bu bakımdan, Kur’ân-ı kerîmin toplanmasının isâbetli olacağına inanıyorum” dedi. Ben de kendisine: “Resûl-i ekremin (s.a.v.) yapmadığı bir işi nasıl yapabilirim?” deyince, Hazreti Ömer bana, “Vallahi bu iş hayırdır” dedi. Bana bu işi yapmam için ısrar ettiler. Nihâyet Allahü teâlâ bu işin yapılması için gönlüme rahatlık verdi. Ben de bu işte Ömer’in (r.a.)gördüğü hayrı gördüm. Ebû Bekr (r.a.) da bana: “Sen, genç ve akıllı bir kimsesin. Sana bu husûsta söyleyecek bir sözümüz de yok. Sen, Resûl-i ekreme (s.a.v.) gelen vahiyleri de yazıyordun. Sen, kimde Kur’ân-ı kerîmden birşey varsa, onları araştır ve topla” dedi. Ben de, nerede Kur’ân-ı kerîmden bir sahife veya birşey varsa onları topladım. Topladığım sahifeler, vefâtına kadar Hazreti Ebû Bekr’in yanında, sonra da Hazreti Ömer’in yanında kaldı. Hazreti Ömer’in vefâtından sonra, Resûl-i ekremin (s.a.v.) zevcesi ve Hazreti Ömer’in kızı Hazreti Hafsa’nın yanında kaldı. Nihâyet Hazreti Osman’ın halifeliği zamanında Ermenistan ve Azerbeycan’ın fethi için Şamlılar ve Iraklılardan müteşekkil bir ordu buralara gönderilmişti. Huzeyfe (r.a.) da onların arasında idi. Bu sırada Iraklılarla Şamlılar arasında ihtilâf meydana geldi. Her grup kırâatlerinin doğru olduğunu söylüyordu. Çünkü Kûfeliler Abdullah bin Mes’ûd’dan, Basralılar Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den, Şamlılar Ubey bin Ka’b’dan, Humuslular Mikdâd bin Esved’den Kur’ân-ı kerîm öğrenmişlerdi. Az kalsın aralarında fitne zuhur ediyordu. Huzeyfe (r.a.) sefer dönüşü Hazreti Osman’a, Şamlılarla Iraklılar arasındaki bu kırâat ihtilâfını arz etti. Bu husûstaki endişesini belirterek, “Bu ümmet, böyle bir ayrılığa düşmeden onlara yetiş” dedi. Bunun üzerine Hazreti Osman, Hazreti Hafsa’daki Kur’ân-ı kerîmi çoğaltmak için getirtti. Hazreti Osman; bana, Abdullah bin Zübeyr’e, Sa’îd bin Âs’a, Hanis bin Hişâm’a emir verip Kur’ân-ı kerîmi çoğalttırdı. Hazreti Osman, Kureyşli olan heyete; “Eğer Zeyd bin Sabit ile Kur’ân-ı kerîmden herhangi bir şeyde aranızda ihtilâf olursa, Kureyş lisânı ile yazınız. Çünkü Kur’ân-ı kerîm Kureyş lisânı üzere, indi” dedi. Onlar Hazreti Osman’ın bu emrine uydular. Kur’ân-ı kerîmin sahifelerini mushaf hâline getirerek çoğalttılar. Hazreti Osman, Hazreti Hafsa vâlidemizden aldığı sahifeleri tekrar kendisine iade etti. Bütün İslâm ülkelerine, çoğaltılan Kur’ân-ı kerîmden gönderildi. Kur’ân-ı kerîmin bu şekilde toplanıp çoğaltılması, Hazreti Osman’ın en büyük iyiliklerindendir. Müslümanların icmâ’ ettiği bir husûs: “Resûlullah efendimiz (s.a.v.) kendisinden sonra yerine halife olacak kimseyi sarih (açık) bir şekilde bildirmemiştir, İbn-i Abbâs (r.a.) anlattı: “Hazreti Ali, Resûlullah (s.a.v.) hasta iken huzûrlarına girdi. Biraz kaldıktan sonra dışarı çıkınca, Abbâs bin Muttalib kendisine, “Ey Ebâ Hasen! Resûlullah (s.a.v.) nasıl sabahladı?” diye sorunca Hazreti Ali (r.a.), “Hamd olsun iyileşti” dedi. Abbâs (r.a.) Hazreti Ali’nin elini tutarak, “Vallahi! Bana Resûlullahın vefât edeceği geliyor. Çünkü ölüm zamanlarında Abdülmuttalib oğullarının yüzlerini iyi tanırım. Haydi bizi Resûlullaha götür vefâtlarından sonra bu işi kimin üzerine alacağını soralım. Eğer bu işi üzerine alacak aramızda ise onu biliriz. Eğer aramızda değilse, bize tavsiyede bulunur” dedi. Bunun üzerine Hazreti Ali bunu sormaktan çekindi.”

“Allahü teâlânın dinini insanlara anlatan, dînin muhafızları durumunda olan âlimler dört sınıftır. Birincisi: Resûlullah efendimizden (s.a.v.) gelen haberleri muhafaza eden âlimlerdir. Bunlar, insanların maddî varlıkları için lüzumlu olan ihtiyâçları koruyan bekçi durumundadırlar, ikincisi: Usûl âlimleridir. Allahü teâlânın dînini bid’at sahiplerinden korurlar. Bunlar, İslâmın kahramanlarıdır. Bunlar, İslama bid’at karıştırılmasına mâni olur. Üçüncüsü: ibâdetin temellerini, muamelâtın kaide ve şartlarını zabtedip, helâl ile haramı birbirinden ayıran ve din bilgilerini ortaya koyan âlimlerdir. Dördüncüsü: Bunlar, kendilerini Allahü teâlâya ibâdet ve tâat yapmaya vermişlerdir.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tezkiret-ül-huffâz cild-4, sh. 1294

2) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 141

3) Vefeyât-ül-a’yân cild-4, sh. 296

4) El-Avâsım minel-Kavâsım mukaddimesi sh. 10

5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-10, sh. 242

6) El-Bidâye ven-nihâye cild-12, sh. 228

7) Ed-Dîbâc-ül-müzehheb sh. 281

8) Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-2, sh. 162

9) Tabakât-ül-müfessirîn (Süyûtî) sh. 34

10) Tabakât-ül-huffâz sh. 467

11) Kitâb-üs-sıla cild-2, sh. 590

12) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 245, 348, 1047

13) Eshâb-ı Kirâm sh. 406

14) El-feth-ül-mübin fî tabakât-il-usûliyyîn cild-2, sh. 28