Hadîs ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi, vâ’iz. Künyesi Ebû Bekr olup ismi, Muhammed bin Abdüllatîf bin Muhammed bin Sabit bin Hasen bin Ali bin Muhammed bin Ebî Sufra’dır. İsfehan’da tahsil görüp yetişti. Bulunduğu memleketlere nisbetle Ezdî, İsfehânî ve Hocendî denildi. Dedelerinden Muhalleb’e nisbetle de Muhallebi denildi. Dîn-i İslâm’a hizmetinden dolayı Sadrüddîn lakabı verildi.
İlim tahsiline İsfehan’da başlayan Ebû Bekr Hocendî, İsfehan’da: Ebû Ali Haddâd, Gazâim bin Ahmed Ebü’l-Kâsım İsmâil bin Fadl bin Ahmed Serrâc ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. Sultanların yakınlığını kazandı. Sultanlar kendisinden, yapacakları işlere dâir fikirler alırlar, onlara uygun olarak hareket ederlerdi. Bağdad’a gitti. Nizamiye Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. Halîfenin sarayı bahçesindeki Kasr Câmii’nde va’zlar verdi. Din düşmanı, sapık kimselerle münâzaraları oldu. Karşısında kimse tutunamazdı. Onunla münâzara etmek için karşısına çıkanlar, susarak onu dinlemek mecbûriyetinde kalırlardı. Karşısına çıkan, heybet ve haşmetinden korkardı. Ehl-i sünnet düşmanı bid’at fırkaları, ilmî delîllerle karşısına çıkamayınca, kuvvet zoru ile susturmak için çeşitli faaliyetlerde bulundular. Sapıkların herhangi bir kötülük yapma ihtimâline karşı, muhafaza için yanında silâhlı askerler bulunurdu. Va’z ederken askerler çevresinde nöbet beklerlerdi. Bağdad’da ulemânın reîsi durumunda idi. “Sadr-ül-Irak” olarak bilinir ve i’tibâr edilirdi. İyi niyetli olan herkes onu sever, canına kasteden düşmanları dahi onu takdîr ederlerdi. Çok cömert olup, insanların ihtiyâcını görmek için, varını yoğunu seferber ederdi. Yaptığı iş ve söylediği sözde yalnız Allahü teâlânın rızâsını düşünür, O’nun rızâsı için olmayan birşeye teşebbüs etmezdi. Haram ve şüphelileri terk eder, mübahları da ihtiyâcı kadar kullanır, daha fazlasına i’tibâr etmezdi. İnsanlara vermiş olduğu va’zlarında, Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenmenin ehemmiyetini anlatır, fıkıh bilgilerine vâkıf olmayanın günaha düşmekten kurtulamayacağını bildirirdi. Va’zlarında ve hutbelerinde ezberden hadîs-i şerîf okur, insanlar da yazardı. Onu görüp, istifâde edenlerden İbn-i Sem’ânî, “O, faziletli bir İmâm, dilinden bal akan bir münâzaracı, çok üstün bir vâ’iz, nefs terbiyesi ve cömertlikte yüksek bir kimse idi” diyerek övmektedir.
Nizamiye Medresesi müderrisliği sırasında ve İsfehan’da pekçok talebe yetiştirdi. Va’zlarında insanlara Ehl-i sünnet i’tikâdını öğretirdi. Şafiî mezhebine göre fetvâ verirdi. Oğlu Abdüllatîf de talebeleri arasındaydı.
552 (m. 1157) yılında Bağdad’dan İsfehan’a giderken, Hemedan’la Kerec arasındaki bir köyde akşam vakti konakladı. Sabahleyin ölü bulundu. Ehl-i sünnet düşmanı sapıkların sû-i kastı neticesi öldürüldüğü söylendi, ölüm haberi İsfehan’da duyulunca, büyük karışıklıklar çıktı. Cenâzesi İsfehan’a götürülerek, orada defn edildi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî) cild-6, sh. 133
2) El-Bidâye ven-nihâye cild-12, sh. 237
3) Şezerât-üz-zeheb cild-4, sh. 163
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 490
5) El-A’lâm cild-6, sh. 217
6) El-Kâmil fit-târih cild-11, sh. 86