Kelâm, hadîs ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi, va’iz. Künyesi Ebû Abdullah olup ismi, Muhammed bin Ahmed bin Yahyâ bin Huyeyy’dir. Baba tarafından, Muhammed bin Abdullah bin Amr (veya Ömer) bin Osman bin Affân’a (r.a.), anne tarafından ise; Fâtıma bint-i Hüseyn bin Ali bin Ebî Tâlib’e nisbet edilir. 462 (m. 1069) yılında Beyrut’ta doğdu. Hazreti Osman soyundan olduğu için Osmânî, Filistin ahâlisinden olduğu için Makdîsî ve Nablûsî denildi. Yüzünün çok güzel olmasından dolayı Dîbâcî lakabı verildi ve bu lakabıyla tanındı. Altmışbeş yaşında iken 527 (m. 1133) yılında Bağdad’da vefât etti.
Küçük yaşta, yüksek din bilgilerine temel olan bilgileri öğrenen Ebû Abdullah Dîbâcî Makdîsî, fıkıh ve hadîs ilimlerini Nasr-ül-makdîsî’den ve Mekke’de Hüseyn bin Ali Taberî’den öğrendi. Mekkî bin Abdüsselâm Makdîsî ve daha birçok âlimden ilim tahsil etti. Birçok defa Mekke-i mükerremeye gidip hac etti. İslâm memleketlerinin çeşitli yerlerinden gelen âlimlerle görüştü. Onların ilimlerinden istifâde etti. Hadîs ve Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Eş’arî mezhebi kelâm bilgilerini çok iyi bilirdi. Bağdad’a gidip yerleşti. Câmi-ül-Halîfe’de va’zlar verip, Nizamiye Medresesi’nde ilim öğretti. İhtilaflı mes’eleleri çözer, Şafiî mezhebine göre fetvâ verirdi. Va’z ve nasihatlerinde insanlara, Ehl-i sünnet i’tikâdını anlatır, Peygamberimizin (s.a.v.) ve Selef-i sâlihînin bildirdikleri şekilde dînini öğrenmeyenlerin, sapıtmaktan kurtulamayacaklarını izah ederdi. Güzel ahlâkı, ilmi, hitâbeti, cömertliği ile insanları kendisine celbederdi. Birçok kimse onun meclisinde bulunmak için can atardı. Uzak beldelerden gelip va’zlarına iştirâk ederlerdi. Vakitlerini, yalnız Allahü teâlânın rızâsı olan işler için harcar ve yalnız O’nun rızâsı için çalışırdı. Haram ve şüpheli şeylerden çok sakınır, mübahları da zarûret miktarı kullanırdı. Onun işi, ilim öğrenmek ve bildiklerini insanlara öğretmekti, ilimden artakalan zamanını ibâdetle geçirirdi. Herkesin işini görür, gelenleri boş çevirmezdi. Bir mü’mine âhırette menfaatine olacak birşeyi öğretmeye, binlerce altın para vererek dünyâsını ma’mûr etmekten daha çok kıymet verirdi. Bir mü’mine Allahü teâlânın dînine âit bir hüküm öğrettiği zaman, kendisini böyle hayırlı bir işe vesile ettiği için Allahü teâlâya şükrederdi. Bu onun şevkini arttırır, Allahü teâlânın dînini daha çok kimseye öğretmek için çalışırdı. Pekçok talebe yetiştirdi. Yahyâ bin Sa’d bin Yûnus, İsmâil bin Ebî Turâb Kattân, Ebü’l-Fadl bin Nasr ve daha birçok âlim kendisinden ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Onun va’zlarından ve derslerinden istifâde etmiş olan İbn-i Cevzî, Dîbâcî’den aşağıda açıklaması yazılı beyitleri nakleder:
“Ey göz yaşlarım! Gel gözlerimden boşan. Ağlamak bana lâyıktır. Çünkü işlediğim günahlar bende sağlam bir kalb bırakmadı. Günahlar vura vura kalbimi iyice eskitti. Bir de ihtiyârlığa açıkça karşı koyuyoruz. Her ne kadar kalbimin yarası iyileşti desem de, kalbim günahlarla yaralıdır. Yaralarından kurtulduğu bir gün yoktur. Âhırette kurtuluş ve ni’metler, ancak haşre îmânlı ve kalbi müsterih olarak gelenler içindir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-6, sh. 88
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî) cild-1, sh. 528
3) EL-Bidâye ven-nihâye cild-12 sh. 205
4) Tebeyyîn Kizb-il-müfteri, sh. 321