Büyük fıkıh, hadîs ve tefsîr âlimi. Künyesi, Ebü’l-Hasen olup ismi, Ali bin Ebî Bekr bin Abdülcelîl er-Reşadânî el-Mergınânî’dir.
Şeyh-ül-İslâm, el-İmâm ve Burhâneddîn lakabları olup, Burhâneddîn-i Mergınânî ismiyle meşhûr olmuştur. Burhâneddîn-i Mergınânî, 511 (m. 1117) senesi Receb ayının sekizinci Pazartesi günü, ikindi namazından sonra doğdu. 593 (m. 1197) senesi Zilhicce ayı dördüncü Salı günü akşamı, Buhârâ’da Cengiz askerleri tarafından şehîd edildi.
Burhâneddîn-i Mergınânî hazretleri, Hazreti Ebû Bekr soyundandır. Fakîh, İmâm, muhaddis, müfessir ve muhakkik idi. Zühd ve vera’ sahibi olup, fen ilimlerinde ve edebiyat bilgilerinde emsali yoktu. Zamanındaki insanlar, onun gibisini görmedi. Devrinin müctehidi idi.
Burhâneddîn-i Mergınânî; fıkıh ilmini zamanın meşhûr âlimlerinden okumuştur. Bunlar arasında: Tevhîd ve kelâm ilmine dâir “El-Akâid-ün-Nesefiyye” sahibi Müftîyüs-sakaleyn Necmüddîn Ebû Hafs Ömer en-Nesefî, İmâm es-Sadr eş-Şehîd Hüsâmeddîn Ömer bin Abdülazîz, “Tuhfe” sahibi Alâüddîn es-Semerkandî’nin talebesi olan İmâm Ziyâüddîn Muhammed bin el-Hüseyn Bendenicî ve “Hulâsat-ül-beyân” sahibinin babası İmâm Kıvamüddîn Ahmed bin Abdürreşîd Buhârî yer almaktadır. Kendisinden ise; Şem-ül-eimme Abdüssettâr, Mahmûd bin Hüseyn el-Astrüşânî, Burhân-ül-İslâm Zernûcî ve birçok âlim hadîs-i şerîf dinleyip ilim öğrendi.
İmâm Fahrüddîn Kâdıhân, “El-Muhît-ül-burhânî” sahibi es-Sadr-ül-kebîr Bürhânüddîn, “El-Fetâvây-üz-zâhiriyye” sahibi üstâd ve İmâm Zâhirüddîn Ahmed bin Muhammed el-Buhârî ve Üstâd Zeynüddîn Ebû Nasır Ahmed bin Muhammed bin Ömer el-İtâbî ve zamanındaki büyük âlimler, Burhâneddîn-i Mergınânî’nin üstünlüğünü ve ilminin çokluğunu bildirmişlerdir. Burhâneddîn-i Mergınânî hazretlerinin müctehidler arasındaki yerini, Kemâlpaşazâde Ahmed bin Süleymân efendi, “Vakfuniyyât” adlı eserinde şöyle açıklamıştır: Fıkıh âlimleri yedi tabakadır. Birincisi; İslâmiyette müctehid olan âlimlerdir. Bunlar, “Edille-i erbe’â”dan hüküm çıkarmak için, usûl ve kaideler koymuşlar ve koydukları esaslara göre, ahkâm çıkarmışlardır. Dört mezheb İmâmı bunlardandır, ikincisi; mezhebde müctehidlerdir. Bunlar, mezheb reîsinin koyduğu kaidelere uyarak, dört delîlden ahkâm çıkaran İmâm-ı Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed ve benzerleridir. Üçüncüsü; mes’elelerde müctehid olanlardır. Bunlar, mezheb reîsinin bildirmediği mes’eleler için, mezhebin usûl ve kaidelerine göre ahkâm çıkarırlarsa da, İmâma uygun çıkarmaları şarttır. Tahâvî, Hassâf Ahmed bin Ömer, Abdullah bin Hüseyn Kerhî, Şems-ül-eimme Halvânî, Şems-ül-eimme Serahsî, Fahr-ül-İslâm Ali bin Muhammed Pezdevî, Kâdîhân Hasen bin Mensûr Fergânî ve benzerleri bu tabakadandır. Dördüncüsü; Eshâb-ı tahric olup, ictihâd derecesinde olmayıp müctehidlerin çıkardığı, kısa, kapalı bir hükmü açıklayan âlimlerdir. Hüsâmeddîn-i Râzî bunlardandır. Beşincisi; Erbâb-ı tercih, müctehidlerden gelen birkaç rivâyet arasından birini tercih ederler. Ebü’l-Hasen Kudurî ve “Hidâye” sahibi Burhâneddîn Ali Mergınânî bu tabakadandır. Altıncısı; mukallidler olup, bir mes’ele hakkında gelen çeşitli haberleri, kuvvetlerine göre sıralayıp yazmışlardır. Kitablarında red edilen rivâyetler yoktur. “Kenz-üd-dekâik” sahibi Ebü’l-Berekât Abdullah bin Ahmed Nesefî, “Muhtâr” sahibi Abdullah bin Mahmûd Mûsulî, “Vikâye” sahibi Burhân-üş-şerî’a, Mahmûd bin Sadr-üş-şerî’a Ubeydullah ve “Mecma’ul-bahreyn” sahibi İbn-üs-sa’ati Ahmed bin Ali Bağdadî bunlardandır. Yedincisi: Za’îf haberleri, kuvvetlilerinden ayıramayan mukallidler. Bunlar, okuduklarını iyi anladıkları ve anlamıyan mukallidlere açıkladıkları için, fıkıh âlimlerinden sayılmışlardır.
Burhâneddîn-i Mergınânî hazretleri birçok eser yazmıştır. Bunlardan ba’zıları şunlardır:
1. Bidâyet-ül-mübtedî: Süleymâniye Kütüphânesi Turhan Vâlide Sultan kısmında, 101 numarada, 612 (m. 1215) tarihli bir yazması bulunan bu kitap, Eş-Şeybânî’nin “El-Câmi’-üs-sagîr” ve Kudûrî’nin “Muhtasar” adlı eserlerinin muhtevâsını bir araya getirmiştir.
Kendisi Bidâyet-ül-mübtedî hakkında şöyle anlatır: önceleri, daha gençken arzu ederdim ki, hacmi küçük muhtevâsı büyük ve içinde mes’elelerin her çeşidi bulunan bir kitap bulunsun. Nihâyet, Kudûrînin Muhtasarı’nı, benim arzuladığım şekilde bir kitap olarak buldum. Bu kitap kısa, hem de zengin muhtevâlı ve güzel bir uslûb ile yazılmıştır. Ayrıca gördüm ki, bu zamandaki âlimler, büyük-küçük herkesi, el-Câmi’üs-sagîr’i ezberlemeye teşvik ediyorlar. Bunun üzerine bu iki kitabı birleştirip, bir kitap hâline getirmeye karar vererek bu işe koyuldum ve kitap bitince ona, “Bidâyet-ül-mübtedî” adını vedim.
Burhâneddîn-i Mergınânî hazretleri, bu kitapta bâbları, teberrüken el-Câmi’-üs-sagîr’in sıralanışına göre sıralanmıştır. Buyurdu ki: “Eğer bu kitabıma bir şerh yapmayı başarabilirsem, ona da (Kifâyet-ül-müntehî) diye ad vereceğim.” Daha sonra bu işe başlamış ve şerh bittikten sonra da esere Kifâyet-ül-müntehî adını verdi.
2. Kifâyet-ül-müntehi: Bu eser Lüknevînin bildirdiğine göre seksen cildlik olup, benzeri olmayan bir kitaptır. Ancak çok uzun olduğundan, herkesin okuyup istifâde edememesi sebebiyle müellif, metni bir daha ihtisar ederek kısaltarak, kısa fakat gerekli bilgileri koyarak, ona da “Hidâye” adını vermiştir.
3. El-Hidâye Mergınânî hazretlerinin 573 (m. 1178) yılı Zilka’de ayında, bir Çarşamba günü öğleden sonra kaleme almaya başladığı bir eserdir. Zamanla bu eseri, halk arasında büyük bir rağbet gören ve herkesçe sevilip beğenilen, ellerden hiç düşmeyen bir kitap oldu. Bu kitap hakkında, Hidâye sahibi Şeyh-ül-İslâm’ın mahdûmu İmâm İmâüddîn bir methiye yazdı. Orada; “Hidâye öyle bir kitaptır ki, kendisini okuyup anlıyanları hidâyete eriştirir ve körlüğü yok eder. Öyleyse ey akıllı kişi, ona yapış, onu elden bırakma. Kim ona yapışırsa, arzuların en üstününe kavuşmuş olur” dedi. Muhammed bin Abdülhay el-Lüknevî hazretleri der ki: “Bu sözleri kabûl edebilmek için, Hidâye sahibinin, onu onüç yılda tamamladığını ve bu uzun süre içinde hep oruçlu olup, bir günü olsun (bayramlar hâriç) oruçsuz geçirmediğini, oruçlu olduğunu da gizliyerek, hiç kimseye sezdirmemeye çalıştığını hatırlamak yeter.” Rivâyete göre, hizmetçisi ona yemek getirdiği zaman, “Bırak oraya git” buyurur ve hizmetçi gittikten sonra yemeği ya talebelerinden birine veya bir başkasına yedirir ve hizmetçi dönüp kabları boş görünce, kendisinin yediğini zannederdi.
Hidâye kitabını bizzat Mergınânî’den ilk okuyan kişi, Şems-ül-eimme el-Kerderî’dir. Âlimlerden büyük çoğunluğu, Hidâyeye şerh ve haşiyeler yapmışlardır. Hidâye’nin sağlamlığını ve kıymetini isbât için de, birçok âlimler, ondaki hadîsleri tahric ederek sıhhatini ortaya koydular. Bunlardan biri, İmâm Muhyiddîn Abdülkâdir bin Muhammed el-Kureşî el-Mısrî’dir. Kitabının adı da “El-İnâye bi ma’rifeti ahâdîs-il-Hidâye”dir. Diğeri Şeyh Alâüddîn’dir. Bunun da kitabının adı, “El-Kifâye fî ma’rifeti ahâdîs-il-Hidâye’dir. Şeyh Cemâlüddîn bin Abdullah bin Yûsuf ez-Zeylâî de, bu konuda “Nasbürrâye li ahâdîs-il-Hidâye” adında bir eser yazdı.
“Hidâye” kitabı, asırlardır Osmanlı medreselerinde fıkıhta okutulan temel bir kitap oldu. Hanefî fıkıh âlimlerinden İbn-i Hümâm’ın Hidâye şerhi olan “Feth-ül-kadir” kitabı çok kıymetlidir.
Hidâye’nin 1234’de Calcutta’da (iki cild hâlinde), 1888 de Kazan’da, 1279’da Bombay’da; 1876, 1881 ve 1302-1312’de Luckhinar; Cownpare’de 1289-1290’da; 1320, 1314’de Luckhnow’da tekrar Farsça tercümesiyle birlikte, Delhi’de 1306, 1328, 1331’de ve Kâhire’de 1282’de basılması, onun İslâm âleminin şark ve garbında ne derece hüsn-i kabûl gördüğüne delâlet eder. Gulâm Yahyâ tarafından Farscaya yapılan tercümesinden, Hamilton tarafından İngilizceye tercümesi yapıldı ve 1791’de Tahore’de tekrar basıldı. Bu İngilizce tercümeden Rusçaya da tercümesi yapılmıştır.
4. Kitâb-üt-tecnîs vel-mezîd
5. Mecmû-ün-nevâzil
6. Kitâbün fil-ferâid
7. Kitâb-ül-müntekâ
8. Menâsik-ül-hac
Burhâneddîn-i Mergınânî hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları:
Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizden biriniz uykudan kalktığında, elini yıkamadıkça, elini su dolu bir kaba sokmasın. Zira o, elinin nasıl gecelediğini bilemez.”
“Namazda iken kahkaha ile gülen, yeniden abdest alıp, namazını yeniden kılsın.”
“Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakîh yapar.”
Hazreti Ebî Bükre’den şöyle rivâyet edildi: “Resûlullahı (s.a.v.) abdest alırken gördüm. Ellerini üç defa yıkadı. Üç defa ağzına, üç defa da burnuna su verdi. Üç defa yüzünü yıkadı. Kollarını dirsekleriyle yıkayıp, başlarını mesh edip, iki ayağını yıkadılar.”
Hidâye kitabından ba’zı bölümler:
“İlmin bayrak ve sancaklarını yükseklere dikip dalgalandıran İslâmiyetin hükümlerini belirleyip ortaya koyan, insanlığa doğru yolu göstermek için Peygamberler (aleyhimüsselâm) gönderen ve o Peygamberlerden sonra, onların gittiği yola insanları da’vet etmek için âlimleri, o Peygamberlere halef ve vâris kılan Allahü teâlâya hamd ve sena olsun.
İslâm âlimleri, vazîfelerini tam ma’nâsıyla yerine getirmişler ve hayâtın ne kadar ihtiyâçları (zor-kolay) varsa, hepsine ışık tutacak mes’eleleri açıklamışlar, dînî ve içtimaî hayatta rehberlik etmişlerdir.”
“Resûlullah (s.a.v.) misvak kullanırlardı. Misvak olmadığında, mübârek parmaklarıyla dişlerini ovarlardı. Abdest almadan önce dişleri misvâklamak sünnet-i müekkededir. Misvağı kuvvetle sürmemelidir. Çünkü dişleri bozar. Hafif sürülünce, dişleri ve diş etlerini kuvvetlendirir. Misvak olmadığı zaman, sağ elin baş parmağını sağ yandaki dişler üzerine, ikinci küçük parmağını sol dişler üzerine üç kerre sürerek temizlemelidir.”
“Guslün (boy abdestinin) farzı üçtür: Bunlar; mazmaza (ağıza su vermek), istinşâk (burna su vermek) ve bütün bedeni yıkamaktır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “On şey sünnettir: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, mazmaza-istinşak, tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını ve kasıkları temizlemek, su ile istincâ” buyurdu.
“Namaz kılanın bedeninde, elbisesinde ve namaz kıldığı yerde necâset (pislik) varsa, temizlemesi farzdır. Allahü teâlâ Müddessir sûresi dördüncü âyetinde meâlen: “Elbiseni de (dâima) temiz tut” buyurdu.
“Beş vakit namaz için ve Cum’a namazı için ezan okunması sünnettir. Sabah namazı için okunan ezanda “Hayye alel felâh”dan sonra, iki defa “Essalâtü hayrun minennevm (Namaz uykudan hayırlıdır) okunur, ilk ezan okuyan Bilâl-i Habeşî’dir (r.a.). Bir sabah namazı vakti, Hazreti Bilâl-i Habeşî Resûlullahın (s.a.v.) evine gelerek, “Essalâtü hayrun minennevm” diye seslenince, Resûlullah; “Bu ne güzeldir. Onu sabah ezanında oku” buyurdular. Böylece sünnet oldu. İkâmet de ezan gibidir. “Hayye alel felâh”dan sonra, “Kad kâmetissalâh” diye söylenir.”
“Hasta bir kimse, ayakta namaz kılmaya gücü yetmezse oturur. Rükû’unu, secdesini yerde yapar. Peygamber efendimiz (s.a.v.), İmrân bin Husayn’e buyurdu ki: “Namazını ayakta kıl. Buna gücün yetmezse, oturarak kıl, buna da gücün yetmezse, îmâ ile kıl.” Peygamber efendimiz (s.a.v.), bir hastayı ziyâret etti. Bunun, eli ile yastık kaldırıp, üzerine secde ettiğini görünce, yastığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etti. Odunu da aldı ve “Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne birşey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! İmâ ederek kıl ve secdede, rûkû’dan daha çok eğil?” buyurdu.
“Ölüm alâmetleri görüldüğünde, hastaya Kelime-i tevhîd söylemesi için telkin yapılır. Söylemesi için sıkıştırılmaz. Okunup ona duyurulur, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Ölmek üzere olan hastalarınıza, Lâ ilahe illallah söylemesini telkin ediniz” buyurdu.
“Cenâze yıkanacağı zaman, teneşir üzerine sırt üstü, kıbleye karşı konur. Cenâzenin avret yerleri (göbek ile diz arası) örtülür. Ağzı ve burnu hâriç abdest aldırılır. Sonra üzerine su dökülür. (Çok sıcak ve çok soğuk olan su ile yıkanmaz.) Güzelce sabun ile de yıkandıktan sonra kefenlenir.”
“Âkil ve baliğ bir müslüman, zulüm ile haksız olarak, vurucu veya kesici silâhlarla ve harpte din düşmanları ile Allah için cihâd ederken, düşman tarafından öldürülen kimselere şehid denir. Bunlar dünyâda yıkanmaz. Kefene sarılmaz. Üzerindeki elbise ile defnolunur. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Şehidleri yaralarıyla, kanlarıyla birlikte gömünüz. Onları yıkamayınız” buyurdu.
“Üzüm şarabı, sözbirliği ile haramdır. Helâl diyen İslâmiyetten ayrılır. Sa’îd bin Müseyyib; “Geçmiş ümmetlerin hıyânet yapmalarına, kâfir olmalarına sebep, şarap içmeleri idi” buyurdu. Emîr-ül-mü’minîn Osman (r.a.) hutbe okurken, “Ey insanlar! Şarap içmekten sakınınız. Biliniz ki, şarap içmek bütün kötülüklerin anasıdır” buyurdu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte; “Şarabda deva, ilâç hassası yoktur. Hastalık yapar” buyurdu.”
“Erkeklere ipek giymeye izin olmayıp, kadınlara helâldir. Resûlullah efendimiz (s.a.v.), erkeklerin ipek elbise giymelerini yasak etti. Eshâb-ı kiramdan birçoğu tarafından rivâyet edildiği üzere, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) birgün bir elinde ipek, diğer elinde altın tutarak çıkageldi ve buyurdu ki: “Bu ikisi, ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helaldir.” Erkek çocukların da altın kullanmalarına ve ipek elbise giymelerine izin verilmemiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 45
2) Tabakât-ı fukahâ sh. 98
3) Fevâid-ül-behiyye sh. 141
4) El-Cevâhir-ül-mudiyye sh. 383
5) Keşf-üz-zünûn sh. 227, 228, 352, 569, 1250, 1251, 1622, 1660, 1830, 1852
6) Hediyyet-ül-ârifîn cild-1, sh. 702
7) El-A’lâm cild-4, sh. 266
8) Brockelmann Gal-1 sh. 466 Sup-1, sh. 644
9) Hidâye
10) Nasb-ur-râye