Hanbelî âlimlerinden. İsmi, Ali bin İbrâhim bin Necâ bin Ganâim el-Ensârî ed-Dımeşkî’dir. Lakabı “Zeynüddîn” idi. Künyesi Ebü’l-Hasen olup, “İbn-i Neciyye” diye meşhûr oldu. 508 (m. 1114) senesinde Şam’da doğdu. Sonra Mısır’a gidip yerleşti. O, Hanbelî âlimlerinden Şeyh Ebü’l-Ferec eş-Şîrâzî’nin torunudur. Tefsîr ve fıkıh âlimlerinden olup, vâ’izlik de yapardı. 600 (m. 1203) senesinde Mısır’da vefât etti. İzzüddîn İbni Hâle’nin kabrinin yakınındaki Sâriye türbesine defnedildi. Cenâzesinde çok kimse bulundu.
İbn-i Neciyye Dımşek’te (Şam’da) iken, Ebü’l-Hasen Ali bin Ahmed bin Kays’tan hadîs-i şerîf dinledi. O, dayısı Şeref-ül-İslâm Abdülvehhâb’ın derslerini de ta’kib edip, ondan tefsîr ilmini öğrendi. Ondan çok istifâde edip, âlim oldu. Va’z ve nasihati çok severdi. Devamlı insanlara va’z ve nasîhatta bulunurdu.
Şeyh Ebü’l-Hasen bin Necâ, Bağdad, Şam, Mısır, İskenderiyye ve daha başka yerleri dolaşarak hadîs-i şerîf öğrenip rivâyet etti. Ondan da, birçok kimseler hadîs-i şerîf dinlediler. Hâfız es-Silefî, “Mu’cem-i Şüyûh-i Bağdad” adındaki eserinde ondan bahsetmektedir. Kendisinden; İbn-i Halîl, Ziyâ-ül-makdisî, Ebû Süleymân bin Hâfız Abdülganî, Abdülganî bin Süleymân, Hatîb-i Merdâ ve daha bir çokları hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. O, el-Münzerî, Ahmed bin Ebü’l-Hayr Selâme ve Muhammed bin Ebi’d-Debiyye için de icâzet (diploma) vermiştir.
Nâsıhuddîn anlatıyor. “İbn-i Neciyye bana dedi ki: Dayım Abdülvehhâb, evinde benim için bir va’z meclisi kurdurup bir kürsî hazırladı. O zaman, on yaşlarında idim. Kendi cemaatını bana gönderir ve: “Şimdi bunlara anlat” derdi. Ben de gelenlere va’z ve nasihat ederdim. Dayım da ağlardı. Bu mecliste, doksan yaşlarında ve henüz unutkanlığı bulunmayan bir ihtiyâr da bulunuyordu. O, “Esmâ-ül-füsûl” adında bir cildlik eseri ezberlemişti. O, bu mecliste hitâbette bulunmaz ve va’z etmezdi. Fakat kurrâ’nın peşini ta’kibeder, sonra bir mukrî (okuyucu) Kur’ân-ı kerîmden âyet-i kerîmeler okuduğu zaman, o da bunları tefsîr eder, onlar hakkında geniş bilgi verirdi. Daha sonra, kendisinin seçtiği çeşitli konular hakkında geniş açıklamalarda bulunurdu.”
Sultan Nûreddîn Mahmûd bin Zengî, 564 (m. 1168) senesinde onu Bağdad’a elçi olarak gönderdi. Orada, Sa’d-ül-hayr bin Muhammed el-Ensârî’den çok hadîs-i şerîf dinledi. Bu büyük hadîs âlimi, kızını da onunla evlendirdi. İbn-i Neciyye, daha sonra hanımını alıp Mısır’a döndü. Gelişinde, hem hocası ve hem de kayınbabası olan Sa’d-ül-hayr’ın bütün kitaplarını da yanında götürdü. Böylece Sa’d-ül-hayr’ın kitapları Mısır’a nakledilmiş oldu. O, ayrıca Abdussabûr bin Abdüsselâm el-Hirevî’den, Abdülhâlık bin Yûsuf ve daha başka âlimlerden de hadîs-i şerîf dinledi.
Bağdad’da iken, Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî ve daha başka evliyâ ile sık sık bir araya gelirlerdi. Câmi-i Mensûr’da va’z ve nasihat ederdi.
Nâsıhuddîn diyor ki; “O, isâbetli bir görüş sahibiydi. Büyük devlet adamı ve İslâm mücâhidi olan Selâhüddîn-i Eyyûbî, her zaman ona danışır, fikrini alır, onun bildirdiği şekilde hareket ederdi.”
Ebû Şâme diyor ki; “Selâhüddîn-i Eyyûbî, onunla her zaman mektûplaşırdı. Aynı yerde bulunduklarında, kendisi ve çocukları, onun meclisinde hazır bulunurdu. Onun yanında büyük bir mertebesi vardı. Ona çok hürmet ve saygı gösterirdi.”
Yine Nâsıhuddîn diyor ki; “Bir zamanlar Mısır’da devleti, Eshâb-ı Kirâma dil uzatan ve sapık bir inancı yayan kimseler ele geçirmişlerdi. Bunlar Resûlullahın ve Eshâbının bildirdiği yolda olan Ehl-i sünnet i’tikâdındaki müslümanlara çok eziyet ediyorlardı. Devlet adamlarından bu i’tikâdda olanları Mısır’dan çıkarıyorlardı. Fakat İbn-i Neciyye, Mısır’a gelip onlar arasına yerleşerek, onlara nasihat edip doğru îmânı anlatmaya başladıktan sonra, artık Ehl-i sünneti Mısır’dan çıkarmamaya başladılar. Melik Azîz Osman bin Selâhüddîn, ona dedi ki: “Herhangi birşey hakkında maslahatı, iyi olan tarafı gördüğün zaman, hemen onu bana yaz. Ben ancak senin re’yinle amel edeceğim” dedi.
Sultan Selâhüddîn, 580 (m. 1184) senesinde Şam’da iken, Şeyh İbn-i Neciyye ona bir mektûp yazarak, Mısır’a gelmesini teşvik edip, orasının güzelliklerini anlattı. Sultan da ona, kâtibi Ammâd’ın el yazısı ile, Şam’ın Mısır’dan daha faziletli yer olduğunu bildiren bir mektûp yazdı. Sonunda da, “Biz senin gibi vatanımıza cefâ etmeyiz. Çünkü vatan sevgisi îmândandır” yazılıydı.
Selâhüddîn-i Eyyûbî, Kudüs’ü fethettiği zaman, o da berâberindeydi. Orada, bir va’z kürsüsünün üzerinde ayağa kalkarak, cemâate ilk defa o konuştu. O gün herkes buna şâhid olmuştu.
Zeynüddîn İbn-i Neciyye, çok cömert bir kimseydi. Onun sofrasında çeşit çeşit yemekler bulunur, çoluk-çocuğunun nafakasını çok bol tutardı. İbn-ül-Cevzî’nin torunu İbn-ül-Muzaffer diyor ki; “İbn-i Neciyye çok miktarda mal kazanmıştı. Bolluklar içinde rahat yaşadı. Fakat dünyâ malına hiç i’tibâr etmezdi. Evinde yirmi kadar câriyesi, hizmetçileri vardı. Onun evinde, meliklerin evlerinde yapılmayan yemekler yapılır, bunlar fakirlere dağıtılırdı. Ayrıca sultanlar ve halîfeler, ona çok miktarda mallar verirdi. Bununla beraber, fakir olarak öldü. Elindekilerin hepsini, evindekilere nafaka olarak harcadıktan sonra, diğerlerini fakirlere dağıttı. Kefenini, arkadaşlarının birinden te’min ettiler.”
Nâsıhuddîn bin el-Hanbelî diyor ki; İbn-i Necâ’nın, ömrünün sonuna doğru borçlarının çokluğundan dolayı başı sıkıntıya girdi. Sultan Azîz Osman, bu durumu öğrenince, ona 4.000 (dörtbin) Mısır dinarının üzerinde ihsânda bulundu. O, bana dedi ki: “Ömrümde iki defa böyle muhtaç durumda kaldım.”
Yine Nâsıhuddîn şöyle anlatıyor: İbn-i Neciyye bana dedi ki: “Ben, annemin duâsı sebebiyle mes’ûd bir hayat yaşadım. O, sâliha bir hanım olup, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemişti. Ayrıca dînî ilimleri de çok iyi bilirdi.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile cild-1, sh. 436