Horasan’da yetişen Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden. İsmi. Abdullah bin Ahmed bin Abdullah el-Mervezî eş-Şâfiî olup, künyesi Ebû Bekr’dir. Kaffâl-ı Mervezî ve Kaffâl-ı Sagîr diye tanınır. Kaffâl-ı kebîr diye bilinen zât, Irak memleketinin üstadı olarak tanındığı gibi, bu da zamanında Horasan’da bulunan âlimlerin İmâmı idi. Kaffâl-ı Mervezî, 327 (m. 939) senesinde Merv’de doğdu. 417 (m. 1026) senesi Zilhicce ayında Sicistan’da vefât etti. Kabri orada tanınmakta ve ziyâret edilmektedir.
İlk zamanlarda kilit yapmakla meşgûl olurdu. Kaffâl; kilit yapan, kilitçi demektir. Kilidi ve anahtarını yapmakta çok mahir olup, meslek erbâbı arasında çok tanınırdı. Daha sonra fıkıh ilmine yöneldi. Onunla meşgûl oldu. Elinin ayasında ba’zı nasırlar ve benler vardı. Bunun sebebini izah eder ve “Ben gençliğimde demirlerle çok uğraşırdım. Bu nasırlar o zamandan kaldı” derdi. Pekçok zâtlardan ilim öğrendi. Herkesin kendisini tanıyıp hürmet ettiği bir âlim oldu. Ebû Ali es-Sincî, Kâdı Hüseyn bin Muhammed, İmâm-ül-Haremeyn hazretlerinin babası Ebû Muhammed el-Cüveynî ve başka birçok zâtlar kendisinden ilim öğrendiler. Ebû Bekr es-Sem’ânî diyor ki; “Kaffâl-ı Mervezî (r.a.); fıkıh ilminde, hafızasının kuvvetinde, haram ve şüphelilerden uzak olup dünyâya kıymet vermemekte, zamanında bulunan âlimler arasında bir tane idi.”
Fakîh Nasır el-Amrî diyor ki: “Bu zamanda Ebû Bekr-i Kaffâl’dan daha fakîh bir kimse yoktur. O, sanki insan sûretinde bir melektir. Bu zamanda, kimse onun gibi olamaz.”
Şafiî mezhebine dâir çok eserler yazdı. Öyle ki, o asırda onun yazdığı gibi eser yazan olmadı. Emten beldesinde çok fıkıh kitapları yazdı ve çok fıkıh âlimi yetiştirdi. Öyle bir âlim idi ki, mezhebine muhalif olanlar dahi kendisine i’tirâz edemezlerdi. Bir zaman muhalif olanlardan bir grup âlim gelerek, onu imtihan etmek ve ilmî yönden mağlûb etmek istediler. Yanına gelip, sohbetinde bir müddet kaldıktan sonra, onun ne büyük bir âlim olduğunu anladılar. Bunun üzerine, onun kitaplarını alıp, memleketlerine döndüler. O kitapları talebelerine, ders kitapları olarak okuttular.
Birgün Kaffâl hazretlerinin yanına bir kimse gelip, “Efendim! Sultânın adamları benim eşeğimi alıp götürdüler. Bana vermiyorlar. Eşeğimin geri verilmesi için size geldim” dedi. Bunu dinleyen Hazreti Kaffâl, “Sen şimdi git Güzel bir abdest al ve ta’dîl-i erkânına dikkat ederek iki rek’ât namaz kıl. Sonra Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek duâ et” buyurdu. Gelen kimse bu sözleri orada tekrar etti ve bunları yapmak üzere mescide gitti. Kaffâl-ı Mervezî de sultânın adamlarına haber gönderip, bu zâtın eşeğinin iade edilmesini istedi. Onlar da eşeği geri getirip, mescidin kapısına bağladılar. O kimse namazını kıldı. Allahü teâlâya, evliyâ ve âlimleri vesile ederek duâ etti. Dışarı çıktığında, kapıda bağlı duran eşeği görünce çok şaşırdı ve cenâb-ı Hakka şükretti. Kaffâl hazretlerine, yanındakiler, “Efendim! Böyle yapmanızın hikmetini anlıyamadık. Anlatır mısınız?” diye sordular. O da, “Bu gelen kimse hem ibâdetini yapmazdı, hem de evliyâ hakkındaki i’tikâdı bozuk idi. Şimdi o kimse, eşeğinin gelmesine sebep; namaz kılıp, büyükleri vesile ederek, duâ etmek olduğunu anladı. Böylece hem i’tikâdı düzelmiş oldu, hem de inşâallah ibâdetine devam eder, hem de ni’metlerin sonunda Allahü teâlâya hamdetmeyi öğrendi” buyurdu.
Kaffâl-ı Mervezî hazretlerinin bütün vakti, talebelere ders vermekle geçerdi. Dersten sonra odasına kapanır, uzun zaman ağlar, sonra cenâb-ı Hakka “Yâ Rabbî! râzı olduğun şeylerden bizi mahrûm bırakma” diye yalvarırdı.
Kaffâl-ı Mervezî, Merv şehrinin muhtesibi (zabıta, mâliye ve emniyet işlerine bakan) idi. Bunu çekemiyenler, “Kaffâl, sultânın aleyhinde kötü sözler ediyor” diye, Merv emîrine, o da sultâna şikâyet etti. Sultan Mahmûd, onlara “Bu zât, şimdiye kadar maaşından ayrı olarak hazineden hiç para almış mıdır?” diye sordu. Onlar da, “Almadı” dediler. Sultan, “Giyecek bir şey almış mıdır?” sorusuna da “Hayır! Almadı” cevâbını verdiler. Bunun üzerine Sultan Mahmûd, “Yaptığınız şikâyetler asılsızdır. Bu da’vâdan vazgeçin. Din adamından bize zarar gelmez” buyurdu.
Kaffâl-ı Mervezî hazretlerinin rivâyet ettiği bir hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyurdu ki; “Kulum beni nasıl zan ederse, ben onun zan ettiği gibiyim. Beni istediğiniz gibi zan ediniz.”
Kaffâl-ı Merv’ezî’nin rivâyet ettiği bir başka hadîs-i şerîfte; “Hiçbir kalb yoktur ki, Allahü tealanın kudret parmakları arasında olmasın. Cenâb-ı Hak istediği zaman o kalbi doğruluk tarafına çevirir, istediği zaman da kötülük tarafına döndürür” buyuruldu. Onun için Peygamber efendimiz (s.a.v.) duâ ederken “Ey kalbleri her an istediği tarafa döndüren Allahım! Benim kalbimi dîninde sabit kıl. Mîzân senin kudretin altındadır. Kıyâmete kadar dilediğin kavmi yüceltir, dilediğini alçaltırsın” buyurdu.
Kaffâl-ı Mervezî hazretleri buyurdu ki; “Akıl baliğ olmayan; bir çocuk, arada sırada namaz kılıyora, onu alıştırmak için, “Kazaya kalmış namazlarını kaza et” denilir. Her ne kadar kaza etmesi farz değilse de, bu, çocuğa mes’ûliyet duygusu verir, namaz kılmaya alıştırır. Baliğ olduktan sonra, ona akıl baliğ olmadan önce kazaya kalan namazları kıl denilmez.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 26
2) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 46
3) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh. 207
4) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh. 183
5) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-5, sh. 53