ABDURRAHMÂN BİN ME’MÛN EN-NİŞABÛRÎ

Şafiî mezhebindeki âlimlerin büyüklerinden. İsmi, Abdurrahmân bin Me’mûn bin Ali en-Nişâbûrî’dir. Künyesi, “Ebû Sa’d el-Mütevvellî”dir. 426 (m. 1035) senesinde Nişâbûr’da doğdu. Şafiî mezhebinde büyük bir fıkıh âlimiydi. Birçok yeri dolaşarak ilim tahsil etti. Usûl, fıkıh, hılâf, ferâiz, kelâm ilimlerinde mütehassıs bir âlim olarak yetişti. Büyük âlim Ebû İshâk-ı Şirâzî’nin vefâtından sonra, Bağdad şehrindeki Nizâmiyye Medresesi fıkıh müderrisliğine ta’yin edildi. Bu vazîfede iken 478 (m. 1086) senesi Şevval ayının onsekizinci günü Cum’a gecesinde Bağdad’da vefât etti. Bâb-ı Ebruz kabristanına defnedildi.

Fıkıh ilminde, Şafiî âlimlerinin en büyüklerindendir. Bu ilmi, üç ayrı yerdeki üç âlimden aldı. Merv-i Zûd’da, Kâdı Hüseyn bin Muhammed’den; Buhârâ’da, Ebû Sehl Ahmed bin Ali Ebyurdî’den ve Merv’de, Ebü’l-Kâsım Abdurrahmân el-Fûrânî’den aldı. Şafiî mezhebinde çok ilim sahibi olarak, herkes tarafından tanındı. Zamanındaki âlimlerin en üstünü oldu. Şöhreti her tarafa yayıldı. Hocası Fûrânî’nin “İbâne” kitabı üzerine “Tetimme” kitabını yazarken, “Hudûd = Hadler, cezalar” bahsine gelince vefât etmiştir. Bu kitabı, vefâtından sonra, onun talebelerinden Ebü’l-Fütûh Es’ad-i Iclî ve diğerleri tamamlamıştır. Fakat onun maksadını yerine getiremediler ve onun ta’kibettiği yola giremediler. Çünkü kitabında garîb mes’eleleri ve başkalarının kitabında bulunmayan garîb rivâyetleri toplamıştı. Ayrıca onun, ferâiz ilmine âit çok faydalı küçük bir “Muhtasar” kitabı da vardır. Hılâf ilminde de çeşitli kaynaklardan toplanmış bir yol ta’kib etmiştir. Usûl-i dîne âit küçük bir eseri vardır. Herbiri çok faydalı eserlerdir.

Muhammed bin Abdülmelik bin İbrâhim el-Hemedânî, Ebû İshâk-ı Şirâzî’nin “Tabakât” adlı kitabına yaptığı zeylinde anlatıyor Muhtesib Ahmed bin Selâme diyor ki: “Ebû Sa’d Abdurrahmân bin Me’mûn, hocamız Ebû İshâk’dan sonra ders vermek için onun yerine oturduğu zaman, edeb ile amel etmesi için, ondan daha aşağıda bir yerde oturmasını istediler. Âlimler, onun yerine oturmasını beğenmediler. Onlara dedi ki: “Şunu iyi biliniz ki, ben, ömrümde ancak iki şeye çok sevinmiştim. Onlardan biri şudur: Mâverâünnehr’den dönüp Serahs’a girdiğim zaman, üzerimde eski elbiseler vardı. İlim ehlinin elbiselerine benzemiyordu. Ebü’l-Hâris bin Ebî Fadl es-Serahsî’nin meclisinde hazır oldum ve diğer talebelerinin yanına oturdum. Bir mes’ele hakkında konuştular. Ben de konuştum ve anlatılanlardan ba’zısına i’tiraz ettim. Benim konuşmam bitince, Ebü’l-Hâris öne geçmemi emretti. Ben de ilerledim. Tekrar konuşma sırası bana gelince, daha çok ileri gelip yaklaşmamı istedi. Yanıbaşına oturarak çok yakın oldum. O, benimle beraber ayağa kalktı ve beni talebelerinin arasına kattı. Bunun üzerine beni büyük bir sevinç kapladı. Çok sevindiğim şeylerden ikincisi de; büyük âlim Ebû İshâk-ı Şirâzî’nin yerine oturup ders vermem için lâyık görülmemdir. Bu ni’metlerin en büyüğüdür.” Ben, ona saygısızlığımdan değil, onun bıraktığı hizmeti yapmak için burada oturuyorum, demek istedi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-üş-Şâfiiyye cild-5, sh. 106

2) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh. 358

3) Vefeyât-ül-a’yân cild-3, sh. 133, 134

4) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5 sh. 166

5) Keşf-üz-zünûn sh. 1251