MEDİNE DEVRİ

Peygamberimizin (s.a.v.) Bi’setin onüçüncü yılında 12 Rebî’ul-evvelde, milâdî 622 senesinde Medine’ye Hicreti ile on sene süren Medine devri başladı.

Bu sırada Medine’de Yemen’den gelip yerleşmiş olan Evs ve Hazrec kabileleri ve Benî Kaynuka, Beni Nadir, Benî Kureyza adında üç Yahudi kabilesi bulunuyordu. Mekkeli müslümanların gelip Medine’de bulunan müslümanlarla her bakımdan yardımlaşmak üzere kardeşlik kurmaları ile Medine’nin havası değişmişti.

İlk zamanlarda Medine’de bir mescid olmadığı için Peygamberimizin (s.a.v.) bulunduğu her yerde cemaatla namaz kılınıyordu. Daha sonra Resûlullahın Medine’ye ilk geldikleri gün devesinin çöktüğü arsa satın alınarak oraya bir mescid, Resûlullah için de bu mescide bitişik odalar yapıldı.

Peygamberimiz (s.a.v.) kalmakta olduğu Eshâb-ı kiramdan Ebû Eyyûbî Ensârî Hâlid bin Zeyd’in (r.a.) evinden mescidin bitişiğinde yapılan bu odalara taşındı (Bkz. Ebû Eyyub-i Ensârî). Yine bu arada Peygamberimiz (s.a.v.) mallarını, mülklerini Mekke’de bırakarak hicret eden müslümanlar ile Medineli müslümanlar arasında kardeşlik kurdu. Her Medineli müslüman, Mekke’den gelen müslümanlardan birini evine aldı, malına ortak etti. Evi, ailesi olmayan yetmişden fazla fakîr müslüman da mescidin avlusunda yapılan sofada ikamet ettiler, bütün ihtiyâçları burada, karşılandı. Bunlara “Eshâb-ı Suffa” denildi. Bunlar Peygamberinizin (s.a.v.) yanından ayrılmaz, söylediklerini ezberler, İslâmiyeti iyice öğrenirlerdi. Medine dışındaki yerlere İslâmiyyeti öğretmek üzere bunlardan muallimler gönderilirdi.

Hicretin birinci yılında Medine’de mescid yapıldıktan sonra günde beş vakit ezan okunmaya başlandı. Yine bu sene Peygamberimiz (s.a.v.) Hazreti Ebû Bekir’in kızı Hazreti Âişe ile evlendi.

Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra da müşrikler düşmanlıklarını devam ettirdiler. Her sene hac mevsiminde çevreden Kâ’bedeki putlara tapmak için gelen Arab kabilelerinden kazanç sağlayan müşrikler bu kazancın ellerinden kaçması endişesine kapıldılar. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Şam ticâret yolu da Medine yakınından geçiyordu. Bu yolun da kapanmasından korkan müşrikler, yeni çareler arıyorlardı. Hicretten sonra Medine’de birleşen müslümanların karşısında; Mekkeli müşrikler, Medinede ve çevresinde bulunan Yahudiler ve münâfıklar olmak üzere üç çeşit düşmanları vardı. Bu bakımdan tehlike daha çok artmıştı. Böylesine mühim ve tehlikeli bir durum karşısında Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından yeni tedbirler alındı. Medine’de bulunan Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki anlaşmazlıkları düzeltip onları birbirine dost yaptı. Yahudi kabileleri ile de bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; Yahudiler kendi dinlerinde serbest kalacak, ancak Medine’ye dışardan yapılacak her türlü düşman saldırısına karşı müslümanlarla birlikte vatanlarını müdafaa edeceklerdi. Yahudilerle müslümanlar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa, Resûlullahın hakemliğini kabûl edeceklerdi. Bundan başka Mekke civarında bulunan diğer kabileler ile sulh antlaşması yaptı. Mekkelilerin Şam ticâret yolu kapatıldı. Medine’de bulunan müslümanların ilk nüfus sayımı yapılıp binbeşyüz civarında bulunan müslümanlar için nüfus defteri tutuldu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’nin asayişini korumak, düşmanların durumunu kontrol etmek için de devriyeler tertipledi. Muhtemel düşman saldırılarına karşı nöbet tutuluyordu. Düşman hücum etmedikçe ve tecavüze uğramadıkça savaş yapmamak üzere hazırlanan bu keşif kollarına (seriyye) denir. Beş ile dörtyüz kişi arasında değişen bu seriyyeler Hazreti Hamza’nın, Hazreti Ubeydetübni Hâris’in ve Hazreti Sa’d bin Ebî Vakkas’ın komuta ettiği seriyye olmak üzere üç seriyye hazırlanmıştı. Hicretin ikinci yılında cihada, düşmanla harbe izin verildi. Önce yalnız müdafaa etmek sûretiyle izin verilmesi üzerine ilk gazâlar yapılmaya başlandı. Peygamberimizin bizzat idâre ettiği savaşlara “Gazâ”, başında bulunmadığı askerî harekâta da “Seriyye” adı verildi. Medine devrinde yapılan gazâların sayısı yirmidir. Seriyyeler ise daha fazladır. Cihada izin verilmesi Kur’ân-ı kerîmde Hicr sûresi 39-41 âyetlerinde, Hac sûresi 39. âyetinde, Bekâra sûresi 190, 192 ve 193. âyetlerinde bildirilmektedir. Hicretin ikinci yılı olaylarından müdafaa için cihada izin verilmesinin yanında bir diğer hadîse de, daha önce Kudüs’e karşı namaz kılınmakta iken Allahü teâlânın Kâ’be’ye yönelerek namaz kılmayı emretmesi ile kıble değişti. Kıblenin değiştiğini, Kâ’be’ye yönelerek namaz kılınmasını emreden Bekâra sûresi 144. âyeti nâzil olunca Müslümanların kıblesi Kâ’be oldu. Kıblenin Kâ’be olmasından bir ay ve hicretten 18 ay sonra Şaban ayının 10. günü Bedir gazâsından bir ay önce oruç farz oldu. Yine bu sene Ramazan ayında teravih namazı kılınmaya başlandı ve sadakayı fıtr vermek vacip oldu. Hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında zekât vermek de farz oldu. Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayında da Kurban kesmek ve bayram namazı kılmak vacip oldu.

BEDİR SAVAŞI

Muhammed aleyhisselâm Medine’ye hicret ettikten sonra, Medine’de bütün işleri ve münâsebetleri belli bir tertîbe koyup, müslümanları güçlü bir duruma getirdi. Böylece İslâmiyet her geçen gün yayılıyor ve müslümanlar da kuvvetleniyordu. Diğer taraftan Mekkeli müşrikler ise Müslümanlar üzerine saldırmak için devamlı hazırlık yapıyorlar ve savaş için bahâneler arıyorlardı. Nihâyet miladî 624 ve hicretin ikinci yılında müşriklerin bin kişilik bir orduyla Medine’ye yürümeleri üzerine, Medine dışında Bedir denilen yerde Bedir Savaşı yapıldı. Bu savaşta Müslümanların sayısı 313 kişi idi. Müşriklerle yapılan bu ilk savaşta Müslümanlar ilk parlak zaferi kazandılar. Başta Ebû Cehil olmak üzere müşriklerin ileri gelenleri öldürüldü. Yine bir kısım ileri gelenleri olmak üzere 70’i esîr alındı. Peygamberimiz (s.a.v.) bu esîrlerin bir kısmını fidye karşılığı, okuma yazma bilenleri de Medineli 10 çocuğa okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bıraktı. Bu hadîse Mekke’den ve Medine’den bir çok kimsenin müslüman olmasına sebep oldu.

Bedir Savaşında Müslümanların galip gelmesi, Medine’de bulunan Yahudileri endişelendirmişti. Münâfıklarla birleşen Benî Kaynuka Yahudileri, Peygamberimizle (s.a.v.) yaptıkları vatandaşlık anlaşmasını bozarak harbe karar verdiler. Bunun üzerine yapılan Benî Kaynuka gazâsında yenilip teslim olan Yahudiler Medine’den çıkarıldı.

Muhammed aleyhissselâm müşriklere önce İslâm’ı anlatarak ve nasîhat ederek imân etmelerini bildirdi. Yine imân etmeyip düşmanlık yapmalarına sabrederek, onları dâima îmân etmeye çağırdı. Nihâyet Allahü teâlânın önce müdafaa, sonra da haktan kaçınanlara cihad emriyle savaş yaptı. Bu savaşlardan ilki olan Bedir Savaşında müşrikler ağır bir yenilgiye uğradı. Müslümanlar ise artarak kuvvetlendi. Günden güne İslâmiyyet yeni vak’alarla yayıldı.

Hicretin üçüncü yılında meydana gelen başlıca hadîseler şunlardır:

Sevik gazvesi, Necd gazvesi, Zeyd bin Harise Seriyyesi, Muhammed hin Mesleme Seriyyesi yapıldı. Peygamberimiz (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm’ü, Hazret-i Osman ile evlendirdi. Hazret-i Ömer’in kızı Hafsa’yı kendi nikâhlarına aldılar. Hazret-i Ali’nin oğlu, Hazret-i Hasan dünyâya geldi Şevval ayında Uhud gazvesi yapıldı.

UHUD SAVAŞI

Bedir savaşında yenilen müşrikler bir yıl sonra da 3000 kişilik bir kuvvetle Medine üzerine yürüdüler. Peygamberimiz müşriklerin bu saldırısına karşı 1000 kişilik bir ordu ile düşmanı Uhud dağında karşıladı. Bir müdafaa savaşı olan Uhud Savaşında Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek dişi kırıldı, mübârek yüzü kanadı ve mübârek dudağı yaralandı. Hazreti Hamza şehîd edildi. Bundan başka Muhacir ve Ensâr’dan yetmiş sahâbî şehîd oldu.

Uhud Savaşından sonra hicretin dördüncü yılında Beni Nadir gazâsı yapıldı. Daha önceden Peygamberimizle (s.a.v.) anlaşma yapan Yahudi kabilelerinden Beni Nadir kabilesi Uhud Savaşından sonra Peygamberimize (s.a.v.) suikast yapmaya kalkışarak anlaşmayı bozdular. Münâfıkların kendilerini destekleyeceklerini söylemeleri üzerine anlaşmayı yenilemeye yanaşmayan Beni Nadir kabilesi ile yapılan savaşta, bu kabile Medine’den çıkarıldı. Böylece müslümanların Medine’deki durumu daha da kuvvetlendi.

Hicretin dördüncü yılında müşrikler, Medine’den çıkarılan Yahudiler ve münâfıklar çok tehlikeli bir hal almışlar, her fırsatta saldırmaya hazırlanıyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.) bu düşmanlara karşı korunma ve savunma tedbirleri aldı. Bir taraftan da İslâmiyyeti yaymak için çevrede bulunan kabilelere Eshâb-ı kiramdan heyetler gönderiyordu. Onlar da gittikleri yerlerde İslâmiyeti anlatıyor, insanları îmân etmeye davet ediyorlardı.

Medine civarında bulunan iki kabile Peygamberimize (s.a.v.) elçi göndererek kendilerine İslâmiyeti öğretmek üzere muallim (öğretmen) istediler. Bu istek üzerine Eshâb-ı kiramdan on kişi gönderildi. Reci denilen yere vardıklarında 200 kişilik bir düşman hücumuna uğrayan bu heyetten 8 kişi şehîd oldu. Bu hadîseye “Reci vakası” denir. Yine Necid şeyhi Ebû Bera’nın Medine’ye gelip kendilerini irşâd için muallimler istemesi üzerine irşâd için Eshâb-ı kiramdan 70 kişilik bir heyet gönderilmişti. Eshâb-ı Suffa’dan olan bu irşâd heyeti “Bir-i Mâûne” denilen yere vardıklarında, Necidliler verdikleri teminata rağmen ihânet ederek üzerlerine gönderdikleri bir ordu tarafından yetmişini de şehîd ettiler. Bu hadîse de “Bir-i Mâûne faciası” adı ile bilinmektedir.

Şarap (içki) içmeyi haram kılan âyet-i kerîme de hicretin dördüncü yılında indi. Peygamberimiz (s.a.v.) bu yılda Hazreti Ümm-i Seleme ile evlendi. Hazreti Ümmî Seleme’nin kocası Uhud Savaşında yaralanmış, sonra da vefât etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) ihtiyâr ve çocukları olan Hazreti Ümmü Seleme’yi kendisine nikahlayarak zor durumdan kurtarıp himâyesine aldı.

HENDEK SAVAŞI

Hicretin beşinci yılında Hendek Savaşı yapıldı. Müşriklerin Medine üzerine yaptıkları üçüncü ve son saldırı olan bu savaş, Beni Nadir Yahudileri ve müşriklerin beraberce hazırladıkları onbin kişilik bir orduya karşı Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’nin etrâfına geniş ve derin bir hendek kazdırıp üçbin kişilik bir ordu ile düşmana karşı durdu. Bir ay süren kuşatmada Medine’de bulunan Benî Kureyza Yahudileri de Peygamberimizle (s.a.v.) yaptıkları anlaşmayı bozarak müslümanları arkadan vurmaya kalkıştılar. Neticede kuvvetli bir fırtınaya ve şiddetli yağmura tutularak darmadağın olan düşman ordusu perişan bir halde paniğe kapılarak Mekke’ye döndü. Bu hadîse Kur’ân-ı kerîmde Ahzab sûresi 9. âyetinde şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allah’ın size olan ni’metlerini hatırlayınız. Hani ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik.” Bu savaştan sonra Peygamberimiz (s.a.v.) “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelemez” buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Hendek Savaşından Medine’ye dönünce Eshâb-ı kirama silahlarını çıkarmadan Hendek, Savaşı sırasında ihânet ederek müşrikler ile birleşip müslümanları arkadan vurmak isteyen Benî Kureyza Yahudileri üzerine hareket emri verdi. Neticede teslim olan bu kabileye haklarında verilen hüküm uygulandı.

Teyemmüm âyeti ve haccın farz olduğunu bildiren âyet de hicretin beşinci yılında nâzil oldu.

Hicretin altıncı yılında Mekke dışındaki müşrikler ile Müreysi Gazâsı yapıldı. Mekkeli müşriklerin İslâmiyeti resmen bir devlet olarak tanımak zorunda kaldıkları Hudeybiye antlaşması da bu yılda yapıldı. Yine bu yılda Peygamberimiz (s.a.v.) bütün insanlara Peygamber olarak gönderildiğini bildirmek ve İslâmiyeti her tarafa yaymak için Bizans, İran, Habeş, Mısır, Gassan ve Yemame hükümdârlarına elçiler göndererek onları İslama davet etti. Peygamberimizin (s.a.v.) bu daveti karşısında Habeş Hükümdârı müslüman oldu. Bizans İmparatoru elçiye iyi muâmele yaptı. Mısır vâlisi Peygamberimize (s.a.v.) hediyeler gönderdi. İran Şahı ve Gassan Beyi ise elçilere hakaret ederek sert davrandılar. Yemame Beyi ise boş ve mânâsız tekliflerde bulundu.

Hicretin yedinci senesinde, İslâmiyet Arap yarımadasında süratle yayılmaya başladı ve düşmanlar oldukça tesirsiz hale getirildi. Bu yılda vukû’ bulan mühim hadîselerden biri de Hayber’in fethidir. Peygamberimizin (s.a.v.) Medine’ye hicret etmesinden sonra antlaşma yaptığı Yahudi kabileleri daha sonra bu antlaşmayı bozarak Mekkeli müşriklerle birleşip müslümanlara ihânet etmeleri sebebiyle birer birer Medine’den çıkarılmışlardı. Bu yahudi kabilelerinden Beni Nadir kabilesi Hayber’e yerleşmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) binaltıyüz kişilik bir ordu ile Hayber üzerine gitti ve bir hafta süren kuşatmadan sonra Hayber feth edildi. Böylece yahudi tehlikesi ve fitnesi ortadan kaldırıldı. Yine bu yılda Peygamberimiz (s.a.v.) Eshâb-ı kiramdan ikibin kişi ile Mekke’ye gidip Kâ’be’yi tavaf etti. Mekkeliler üzerinde büyük bir tesir bırakan bu ziyâret üzerine bir çok meşhûr kimse müslüman oldu. İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’den Habeşistan’a hicret eden müslümanlar da bu yılda Medine’ye geldiler.

Hicretin sekizinci yılında Mûte Savaşı yapıldı. Peygamberimizin (s.a.v.) gönderdiği bir elçinin şehîd edilmesi üzerine yapılan bu savaş, yüzbin kişilik Rum ordusuna karşı üçbin müslümanın çok büyük kahramanlıklar gösterdiği bir savaştı. Bu savaştan geri çekilmek zorunda kalan Rumların müslümanlara karşı olan tutumu iyice kırıldı.

MEKKENİN FETHİ

Hicretin sekizinci yılında vukû’ bulan hadîselerin başında Mekke’nin fethi yer alır. Peygamberimiz (s.a.v.) ile on sene müddetle Hudeybiye antlaşmasını imzalayan Kureyşliler, daha iki yıl geçmeden antlaşmayı bozdular. Peygamberimiz (s.a.v.) Kureyşlilerden yapılan antlaşmaya uymalarını istedi. Müşrikler buna yanaşmayınca Peygamberimiz (s.a.v.) onbin kişilik bir kuvvet ile Mekke üzerine yürüdü. Arap yarımadasında puta tapıcılığın merkezi olan Mekke feth edildi. Kâ’be’deki putlar kırılıp Kâ’be putlardan temizlendi. Yirmi yıldan beri müslümanlara amansız düşmanlık yapan müşriklerin de gücü tamamen kırıldı. Peygamberimiz (s.a.v.)’in affına kavuşup, çoğu müslüman oldu. Mekke’nin fethinden sonra Hevazin ve Sakif kabileleri, Sa’doğulları gibi bazı küçük kabileleri de yanlarına alarak 20 bin kişilik bir ordu ile harekete geçtiler. Peygamberimiz (s.a.v.) 12 bin kişilik bir ordu ile üzerlerine gidip bu müttefik müşrik ordusunu mağlup etti. Yenilen bu düşman kabileler Taife sığınarak yeniden savaşa hazırlanmaya başladılar. Peygamberimiz (s.a.v.) Tâif’i 20 gün kuşatma altında tuttuktan sonra muhasarayı kaldırdı. Bir sene sonra da Taifliler kendi istekleriyle müslüman oldular.

Hicretin dokuzuncu yılı İslâmiyet’in Arap yarımadasında büyük bir süratle yayıldığı bir yıl oldu. Bir taraftan bölük bölük insanlar Medine’ye gelip müslüman oluyor, bir taraftan da İslâmiyeti kabûl eden kabilelerin dînî ve idari işlerini yürütmek için çevreye memurlar ve vâliler gönderiliyordu. Bu sırada çevrede İslâm’ın yayılmasını engellemek isteyen devletler vardı. Bunlardan biri de o zamanın en güçlü devletleri arasında yer alan Bizans’dı. Bizans Kayseri Heraklius Mûte Savaşı’ndan beri Arap yarımadasını istilâ ederek İslâmiyetin yayılmasına son vermek istiyordu. Heraklius, Hıristiyan Arapların ve diğer bir takım kabilelerin de desteğini alıp, kendisi de 40 bin kişilik bir ordu toplayarak Medine üzerine yürümeye hazırlanmıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) bu durumu haber alınca otuzbin kişilik bir ordu hazırladı. Bu hazırlıkta Eshâb-ı kiram mallarını da vererek fiilen büyük bir fedâkârlık gösterdi. İslâm ordusu Tebük’e geldiği sırada müslümanların bu hazırlığını işiten Bizanslılar savaşmaktan çekinip geri dönmüşlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) ordusuyla Tebük’te 20 gün kaldı. Şam’da bulaşıcı bir hastalık olan Tâûn (veba) salgını olduğunu duyunca Medine’ye döndü. Böylece Bizans’ın mukavemeti iyice kırılmış oldu ve İslâmiyetin şanı, şerefi her tarafta duyuldu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke devrinde müşrikler, Medine devrinde ise müşrikler, yahudiler ve münâfıklar olmak üzere üç çeşit düşmanla karşılaştı. Bunlardan müşrikler ve yahudilerle yaptığı savaşlar neticesinde onları mağlup ederek düşmanlıklarına son verdi. Münâfıklar ise düşmanlıklarına sinsice ve gizlice devam ediyorlardı. Bu münâfıkların müslümanlara yaptıkları gizli düşmanlıklardan biri de, müslümanlar arasına fitne sokmak maksadıyla Peygamberimizin (s.a.v.) Medine’ye hicreti sırasında yaptırdığı, “Temeli takvâ üzerine atıldı” buyurulan Kubâ mescidi karşısında Mescid-i Dırar’ı yapmalarıdır. Münâfıkların Kubâ mescidinin cemaatini bölmek gibi birçok bozuk ve nifak düşüncelerle yaptıkları bu mescit, Tevbe sûresi 107 ve 108. âyetlerinin nâzil olması üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından yıktırıldı Bu hadîseden iki ay sonra da münâfıklar, başları Abdullah bin Übey’in ölmesi ile dağıldı ve müslümanlara karşı düşmanlık faaliyetleri sona erdi. Böylece hicretin dokuzuncu yılında İslâm’ın belli başlı düşmanlarının karşı durma ve engelleme güçleri çok mühim bir derecede sona erdirildi.

Bu yılın mühim bir hadîsesi de çevreden Medine’ye akın akın heyetlerin gelmesidir. Bu bakımdan bu yıla “Senet-ül-Vüfûd” Elçiler yılı denildi. Peygamberimize (s.a.v.) gelen bu heyetler; ya müslüman olmak için veya müslüman olduklarını bildirmek üzere yahut da kabûl ettikleri İslâmiyet’in esaslarını öğrenmek için geliyorlardı. Peygamberimiz müslüman olan bu kabilelere İslâmiyet’i öğretmek, işlerini yürütmek üzere muallimler ve vâliler gönderdi.

Hicretten önce îmân etmemiş olan ve hicretin sekizinci yılında Taif muhasarası sırasında Peygamberimize (s.a.v.) karşı çıkan Taifliler de hicretin dokuzuncu yılında Tebük seferinden sonra herkesten önce heyet göndererek müslüman oldular.

İslâm’ın beş şartından biri olan hac da hicretin dokuzuncu yılında farz kılındı. Âl-i İmrân sûresinin 96 ve 97. âyetleri nâzil olunca Peygamberimiz (s.a.v.) bunu Eshâb-ı kirama bildirdi. O sene Hazreti Ebû Bekir’i üç yüz kişilik bir kâfileye Hac emiri tayin etti. Bu kâfilede bulunan Eshâb-ı kiram Hazreti Ebû Bekir’in emirliğinde Mekke’ye gitti. Bu sırada “Berâe” sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde muahede hakkındaki bazı hükümler bildirildi. Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bildirmek üzere Hazreti Ali’yi de Mekke’ye gönderdi. O zaman Araplar arasında yaygın olan bir geleneğe göre bir antlaşma yapılır veya yapılmış olan bir antlaşma bozulursa bunu bizzat yapan veya onun tayin ettiği bir akrabası tarafından ilân olunurdu. Peygamberimiz (s.a.v.) bu iş için Hazreti Ali’yi Hac kâfilesinin arkasından Mekke’ye gönderdi. Hazreti Ali de kâfileye yetişip Mekke’ye girdiler. Hazreti Ebû Bekir bir hutbe okudu. Hac ibadetini anlattı. Eshâb-ı kiram öğretilen esaslara göre hac yaptılar. Hac ibadeti eda edilirken Hazreti Ali de Mina’da “Cemre-i Akabe” denilen yerde bir hutbe okudu. Bu hutbesinde: “Ey insanlar beni size Resûlullah (s.a.v.) gönderdi, diyerek söze başladı ve Berâe sûresinin ilk âyetlerini okudu. Bundan sonra ben size dört şeyi bildirmeye memurum dedi. Bu dört husûsu şöyle bildirdi:

1-Mü’minlerden başka hiç kimse Cennete giremez.

2-Bu seneden sonra hiç bir müşrik Kâ’be’ye yaklaşamayacak.

3-Hiçbir kimse Kâ’be’yi çıplak tavaf etmeyecek (O zaman müşrikler Kâ’be’yi çıplak oldukları halde tavaf ederlerdi.)

4-Her kimin Resûlullah (s.a.v.) ile antlaşması varsa, müddeti bitinceye kadar muteber olacak. Bunlar dışındakilere dört ay mühlet tanınmıştır. Bundan sonra hiç bir müşrik için ahd ve himâye yoktur.

O günden sonra hiç bir müşrik Kâ’be’yi tavaf etmeye gelmedi ve hiç kimse çıplak olarak Kâ’be’yi tavaf etmedi. Bu husûslar bildirildikten sonra müşriklerden çoğu müslüman oldu. Hac farizası yerine getirildikten sonra Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ali yanlarındaki Eshâb-ı kiram ile Medine’ye döndüler.

Hicretin onuncu yılında İslâmiyet bütün Arap yarımadasına yayıldı. Arabistan’ın her tarafından insanlar Medine’ye geliyor, müslüman olmakla şereflenmek, ebedî se’âdete kavuşmak için birbirleriyle yarış ediyorlardı. Artık Arabistan’da müslümanlara karşı duracak hiç bir kuvvet kalmamış, İslâmiyet her tarafa hakim olmuştu. Sadece bazı Yahudi ve Hıristiyan kabileleri müslüman olmamıştı.

Peygamberimiz (s.a.v.) hicretin onuncu yılında Hâlid bin Velîd’i dörtyüz mücâhid ile Yemen civarında bulunan Haris bin Ka’boğullarını İslâm’a davet etmek üzere gönderdi. Hâlid bin Velîd (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) emri üzerine bu kabileyi üç gün üst üste İslâm’a davet etti. Onlar da davete icabet ederek müslüman oldular. Yine bu yılda Peygamberimiz (s.a.v.) Necranlı Hıristiyanlar ile sulh anlaşması yaptı. Bu Hıristiyanlardan bir kısmı daha sonra kendiliklerinden müslüman oldu. Bu sene Hazreti Ali de, Eshâb-ı kiramdan üçyüz kişi ile birlikte Yemen’de bulunan Medlec kabilesini İslâm’a davet etmek için gönderildi. Önce karşı durdular ise de neticede bu kabile de müslüman oldu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu sene İslâmiyet’in yayıldığı bütün beldelere vâliler ve zekât toplamak üzere görevliler (amil, Sai) gönderdi. Peygamberimiz (s.a.v.) Veda haccını da hicretin 10. yılında yaptı.

VEDA HACCI

Hicretin onuncu senesinde Peygamber efendimiz (s.a.v.) hac için hazırlanıp, Medine’deki müslümanlara da hac için hazırlanmalarını emir buyurdu. Medine dışında bulunan müslümanlara da haber gönderdi. Bu haber üzerine binlerce müslüman Medine’de toplandı. Hazırlıklar tamamlanınca Peygamberimiz (s.a.v.) Zilka’de ayının 25. günü 40 bin kişilik bir kâfile ile öğle namazından sonra Medine’den hareket etti. 100 tane de kurbanlık deve götürdü. 10 gün süren yolculuktan sonra Zilhicce ayının 4. günü Mekke’ye vardılar. Yemen’den ve diğer beldelerden hac yapmak üzere gelenlerin de katılmasıyla müslümanların sayısı 124 bine ulaştı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Zilhicce’nin 8. günü Mina’ya, 9. günü (Arefe günü) Arafat’a gitti. Arafat vadisinin ortasında öğleden sonra “Kusvâ” adındaki devesinin üstünde Veda Hutbesini okudu. O gün Eshâb-ı kiram ile vedalaştı.

VEDA HUTBESİ

Ey insanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemiyeceğim.

İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübârek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.

Eshâbım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasıyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.

Eshâbım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır, ilk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir.

Eshâbım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası Abdulmuttalib’in torunu (amcamoğlu) Rebîa’nın kan davasıdır.

Ey insanlar! Harb edebilmek için haram ayların yerlerini değiştirmek, şüphesiz ki küfürde çok ileri gitmektir. Bu, kâfirlerin kendisiyle dalâlete düşürüldükleri bir şeydir. Bir sene helâl olarak kabûl ettikleri (bir ayı) öbür sene haram olarak ilân ederler. Cenab-ı Hakkın helâl ve haram kıldıklarının sayısına uydurmak için bunu yaparlar. Onlar Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram ederler.

Hiç şüphe yok ki, zaman Allahü teâlâ’nın yarattığı gündeki şekil ve nizamına dönmüştür.

Ey insanlar! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurma gücünü ebedî sûrette kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu husûsta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile mahremiyetinizi sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer râzı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşrû bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

Ey Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’ân-ı kerîmdir.

Ey mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz! müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize âit olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helâl değildir. Meğer ki, gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Eshâbım! Nefsinize (kendinize) de zulm etmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.

Ey insanlar! Allahü teâlâ her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir. Varise vasıyyete lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zinâ eden için mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankördür. Allah’ın gazâbına, meleklerin ve bütün müslümanların lanetine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adâlet ile şehâdetlerini kabûl eder.

Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise, topraktandır. Allah yanında en kıymetliniz, takvâsı çok olanınızdır. Arabın arab olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.

Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz!

Eshâb-ı kiram (Allah’ın dinini tebliğ ettin. Vazifeni yerine getirdin. Bize vasıyyet ve nasihatte bulundun, diye şehâdet ederiz, dediler).

Bunun üzerine Resûl-i ekrem efendimiz (s.a.v.) mübârek şehâdet parmağını kaldırıp, sonra cemaat üzerine çevirip indirerek; “Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab!” buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hutbesini okuduğu gün, Mâide sûresinin üçüncü âyeti; “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Üzerinize ni’metimi tamamladım. Size din olarak İslâm dinini seçtim” meâlindeki âyet-i kerîme nâzil oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) bu âyet-i kerîmeyi Eshâb-ı kirama okuyunca, Hazreti Ebû Bekir ağlamaya başladı. Eshâb-ı kiram ağlamasının sebebini sorunca (Bu âyet, Resûlullahın (s.a.v.) vefâtının yakın olduğuna delâlet ediyor. Onun için ağlıyorum.) buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’de 10 gün kalıp, Veda Haccını yaptı ve Veda Tavafı yaparak Medine’ye döndü. Veda Haccından sonra Eshâb-ı kiram geldikleri yerlere gidip, Resûlullahın bildirdiği ve emrettiği şeyleri oralarda anlattılar.

Hicretin onuncu yılında vukû’ bulan bir hadîse de Peygamberlik iddiasında bulunan yalancıların ortaya çıkmasıdır. Bunlardan birisi Yemen’de ortaya çıkan Esved-i Ansîdir. Peygamberimizin (s.a.v.) emri üzerine Esved-i Ansî Yemen’deki müslümanlar tarafından evinde öldürüldü. Diğeri de Müseylemet-ül-Kezzab’dır. Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtından sonra Ebû Bekir (r.a.), Müseyleme üzerine Hâlid bin Velîd kumandasında bir ordu gönderdi. Müseyleme de öldürüldü.

Peygamberimiz (s.a.v.) hicretin onbirinci yılında hastalanıp, vefâtından kısa bir zaman önce müslümanlar için büyük bir tehlike olan Bizans üzerine gönderilmek üzere Üsame bin Zeyd komutasında bir ordu hazırladı. Ordu hareket etmek üzere iken Resûlullahın hastalığının artması üzerine hareket etmedi. Bu ordu daha sonra Hazreti Ebû Bekir’in halifeliğinin ilk günlerinde Bizans üzerine gidip parlak zaferler kazandı. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın vefâtı da bu yılda oldu.

VEFÂTI

Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Haccında Mina’da bulunduğu sırada, “Allah’ın yardımı ve Zafer günü gelip insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek, tesbih et! O’ndan af dile! Çünkü O, tevbeleri dâima kabûl eder.” meâlindeki en son nâzil olan Nasr sûresi indiğinde Peygamberimiz (s.a.v.) kızı Hazreti Fâtıma’yı çağırıp “Bana kendi vefâtım haber verildi.” buyurdu. Bunun üzerine ağlamaya başlayan Hazreti Fâtıma’ya “Ağlama zira benim ehlimden bana ilk kavuşan sen olacaksın” buyurdu.

Cebrâil aleyhisselâm Peygamber Efendimize (s.a.v.) her sene o zamana kadar nâzil olan âyetleri okumak üzere de bir kere gelirdi. Vefât edeceği sene iki kere gelip Kur’ân-ı kerîmi iki defa baştan sona okudu.

Resûlullah (s.a.v.) vefât etmeden bir müddet önce Bakî mezarlığında ve Uhud’da bulunan müslümanların kabrini ziyâret ederek onlar için duâ ve istiğfar etti.

Bakî mezarlığında iken yanında bulunan Ebû Müveyhib’e dönerek: “Ey Ebû Müveyhib! Ben dünyâ hazineleri ile âhiret ni’metlerini seçmede serbest bırakıldım, istersen dünyâda bakî ol, sonra Cennete git, istersen Likaullah (Allah’a kavuşmak) hasıl olup Cennete gir dediler. Ben Likaullahı ve sonra Cenneti seçtim.” buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.) vefâtından önce Humma hastalığına tutuldu. Bu hastalık 13 gün sürdü. Bu müddetin son 8 gününü Hazreti Aişe’nin odasında geçirdi. Hastalığının ilk günlerinde ve ateşi düştüğü sıralarda mescide çıkıp Eshâbına namaz kıldırıyordu.

Hastalığının ikinci günü Hazreti Ali ve Fazl bin Abbas kollarına girerek mescide teşrîf etti. Minbere oturup hamd ve senadan sonra, “Ey Eshâbım, bilmiş olunuz ki, aranızdan ayrılmam yaklaştı. Kimin bende hakkı varsa benden istesin. Benim yanımda sevgili olan benden hakkını istesin veya helâl etsin ki, Rabbime ve rahmetine bunları ödemiş olarak kavuşayım.” buyurdu. Sonra minberden inip öğle namazını kıldırdı. Namazdan sonra tekrar minbere çıkıp namazdan önce buyurduğunu tekrar etti. Bunun üzerine Eshâbdan biri kalkıp üç dirhem alacağı olduğunu söyleyince hemen ödedi.

Peygamberimiz (s.a.v.) hastalığının arttığı günlerde Eshâb-ı kirama yaptığı vasıyyetlerden biri de şöyledir: “Müşrikleri Arabistan’dan çıkarınız. Size gelen elçilere benim yaptığım gibi ikram ve ihsânda bulununuz.” Vefâtından beş gün önce hastalığı biraz hafifledi ve mescide teşrîf edip, minbere çıkarak Eshâb-ı kirama: “Ey Eshâbım, hiç bir peygamber ümmeti içinde ebedi olarak yaşamadı. Biliniz ki, ben de Rabbime kavuşacağım. Muhakkak ki siz de Rabbinize kavuşacaksınız. Dünyada hiç kimse kalmaz. Herşey Allah’ın irâdesine bağlıdır. Allah’ın takdîr buyurduğu zaman ne öne alınır, ne de o zamandan kaçılır. Sizinle buluşacağımız yer, Kevser Havzının başıdır. Her kim benimle Kevser Havzı kenarında buluşmak isterse elini ve dilini korusun, günahlardan sakınsın. Ey Eshâbım! Allah kullarından birini dünyâ hayatıyla âhiret hayatını seçmekte serbest bıraktı. Fakat bu kul âhiret hayatını seçti.” Hazreti Ebû Bekir, Resûlullahın sözleriyle vefâtına işâret buyurduğunu anlayarak ağlamaya başladı. Peygamberimiz (s.a.v.) “Ağlama Ya Ebâ Bekir” buyurarak onu teselli etti ve “Bana her bakımdan en faydalı olanınız Ebû Bekir’dir.” ve “Mescide açılan kapılardan Ebû Bekir’inki hariç hepsini kapatınız.” buyurdu. Sonra minberden inerek Hazreti Aişe’nin odasına döndü. Eshâb-ı kiram çok üzülüp ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Hazreti Ali’nin ve Fâzıl bin Abbas’ın kollarına girerek tekrar mescide teşrîf etti. Minberin alt basamağına durup Eshâb-ı kirama son hutbesini okudu ve vasıyyetini yaparak şöyle buyurdu: “Ey Muhacirler, size Ensâr hakkında hayırlı olmanızı vasıyyet ederim. Onlar benim has cemaatimdir. Onlar sizi evlerinde misâfir edip, her husûsta sizi nefslerine tercih ettiler. Eshâbım! İlk muhacirlere de hürmet etmenizi vasıyyet ederim. Bütün muhacirler birbirlerine hayırlı olsunlar. Her iş Allah’ın izni ile olur. Allah’ın irâdesine karşı çıkanlar sonunda mağlup olurlar. Allah’ın emrine uymak istemeyenler, muhakkak aldanırlar.” Daha önce Hazreti Ebû Bekir’den memnuniyetini belirttiği gibi bu hutbede de Hazreti Ömer’den memnuniyetini belirtti ve “Ömer benimledir, ben de onunlayım. Benden sonra hak Ömer’le beraberdir.” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) bu hutbeden sonra minberden indi ve Eshâbdan ayrılıp odasına çekildi. Vefâtına üç gün kala bir yatsı vaktinde namaz için ezan okunmuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) namazın kılınıp kalınmadığını sorunca, (Cemaat sizi bekliyor yâ Resûlallah!) denildi. Resûlullah cemaate gitmek istedi. Cemaate gidecek takat bulamayınca “Ebû Bekir’e (r.a.) söyleyin namazı kıldırsın” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) bu emrini üç defa tekrarladı. Hazreti Ebû Bekir üç gün cemaate namaz kıldırdı.

Peygamberimiz (s.a.v.) vefât ettiği günün sabah namazı vaktinde mescide açılan odanın kapısındaki perdeyi kaldırdı. Hazreti Ebû Bekir cemaate sabah namazını kıldırıyordu. Eshâbına bakıp onların namazda saf tutup durduklarını görünce sevinerek tebessüm etti. Sonra da mescide girdi. Resûlullahın (s.a.v.) teşrîfini fark eden Hazreti Ebû Bekir mihrabdan çekilmek üzere iken Resûlullah eliyle yerinde durması için işâret edip oturduğu yerde Hazreti Ebû Bekir’e uyarak sabah namazını kıldı. O gün hastalığı hafiflemişti. Namazdan sonra Eshâb-ı kirama dönüp: “Ey insanlar! Siz Allahü teâlânın hıfzındasınız ve sizi Allahü teâlâya emânet ettim. Takvâ üzere olun. Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın emrini tutun ve itaat edin. Ben bu dâr-ı dünyâdan ayrılırım.” buyurdu. Sonra mescidden odasına geçti. Bu, Eshâb-ı kiramın Resûlullahı son görüşü oldu.

Resûl-i ekrem efendimiz (s.a.v.) Hazreti Âişe’nin hücresine girip yattığı sırada, Üsâme bin Zeyd huzûruna geldi. Resûlullah (s.a.v.) 23 senelik Peygamberlik müddetinde son olarak hazırladığı Suriye tarafında Bizans üzerine gidecek olan orduya kumandan tayin ettiği Üsâme bin Zeyde hareket etmesini buyurdu. Bu sırada Peygamberimizin (s.a.v.) hastalığı şiddetlendi. Kızı Hazreti Fâtıma’yı yanına çağırıp kulağına birşeyler söyledi. Hazreti Fâtıma ağlamaya başladı. Sonra ikinci defa birşeyler söyleyince Hazreti Fâtıma güldü. Resûlullah (s.a.v.) kızı Hazreti Fâtıma’ya vefât edeceğini söyleyince Hazreti Fâtıma ağladı. Sonra da “Sana müjde olsun ki bütün ehlimden önce sen bana kavuşursun” buyurdu. Bunun üzerine Hazreti Fâtıma sevinip güldü.

Resûl-i Ekrem vefât edeceği sırada Hazreti Ali’ye, Hazreti Âişe’ye vasıyyette ve nasîhatta bulundu. Bu sırada ağlayıp gözyaşı döken Hazreti Fâtıma’ya “Kızım bir miktar sabreyle, ağlama. Zira Hamele-i Arş (melekler) senin ağlaman üzerine ağlaşırlar.” buyurdu. Hazreti Fâtıma’nın gözyaşını sildi. Teselli verip Allahü teâlâdan sabır vermesini diledi ve “Ey kızım, benim rûhum kabz olacak. (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn) diyesin. Ey Fâtıma gelen her musîbete bir karşılık verilir” buyurdu. Bir müddet mübârek gözlerini kapayıp sonra “Bundan sonra babana üzüntü ve gussa (keder, tasa) olmaz. Zira fâni âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor” buyurdu. Sonra hanımlarına nasîhat buyurdu. Sonra torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’i yanına alıp, onlara şefkatle bakarak alınlarından öptü. Sonra da Hazreti Ali’yi yanına çağırıp mübârek başını Hazreti Ali’nin koluna dayayarak oturup, şöyle buyurdu: “Yâ Ali, zimmetimde filan Yahudinin şu kadar malı vardır. Asker hazırlamak için almıştım. Sakın onu ödemeyi unutma. Elbette zimmetimi kurtarırsın ve Kevser Havzı başına benimle görüşeceklerin birincisi sensin. Benden sonra sana çok zarar gelir, sabır edesin. İnsanlar dünyâyı istedikleri vakit sen ahireti seçesin” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) vasıyyetini tamamladıktan sonra hâli değişti ve yatağına yatırdılar.

Rebî’ul-evvel ayının onikisinde Pazartesi günü öğleden evvel Cebrâil aleyhisselâm gelip (Yâ Resûlallah, Cennetleri süslediler, Hûrî ve Rıdvan donandı. Allahü teâlâ sana hiç kimseye verilmeyen çok şeyler ihsân etti. Kevser Havzı Makam-ı Mahmud ve Şefâat-i Ümmet verdi. Kıyâmet günü sen râzı oluncaya kadar ümmetini bağışlar. Yâ Resûlallah Melek-ül-Mevt kapıda beklemektedir, içeri girmeğe izin ister. Şimdiye kadar kimseden izin istememiştir. Bundan sonra da istemez.) dedi.

Resûl-i Ekrem efendimiz (s.a.v.) izin verdi. Azrail aleyhisselâm içeri girip selâm verdi ve sonra, (Yâ Resûlallah Allahü teâlâ beni senin huzûruna gönderdi. Senin emrinden dışarı çıkmamamı buyurdu. Dilersen şerefli rûhunu kabz edip ulvî âleme yükselteyim, yoksa dönüp gideyim) dedi. Cebrâil aleyhisselâm: (Ey Habîbullah, Allahü teâlâ sana müştakdır) dedi. Sonra selâm verip veda ederken (Ey Muhammed, Ey Ahmed, bundan sonra vahiy için bir daha gelmem ve Hak teâlânın haberini yer yüzüne getirmem. Benim maksudum ve matlubum sen idin yâ Resûlallah!) dedi. Bundan sonra Peygamber efendimizin (s.a.v.) “Ey Azrail vazîfeni yap” buyurması üzerine, mübârek rûhunu kabz etti. Böylece Resûl-i Ekrem efendimiz (s.a.v.) Hicretin onbirinci yılında (milâdî 632) Rebî’ul-evvel ayının 12’sinde Pazartesi günü öğleden evvel vefât etti. Vefât ettiğinde Kamerî seneye göre 63, Şemsî seneye göre 61 yaşında idi.

Eshâb-ı kiram, Resûlullahın vefâtı üzerine pek çok üzülüp gözyaşı döktüler. Çoğunun dili tutulup bir müddet konuşamaz oldular. Hazreti Ebû Bekir Resûlullahın yanına girip mübârek yüzünden örtüyü kaldırarak mübârek alnından öptü. Sonra başını kaldırıp, mübârek alnından tekrar öpüp, (Ah Safi) dedi. Bir daha öpüp (Ah dost) dedi. Sonra mübârek pazusunu öpüp ağladı. (Anam babam sana feda olsun! dirin ve ölün tayyib, temiz ve ne güzeldir!) dedi ve (Eğer ihtiyârımız elimizde olsaydı canlarımızı yoluna feda ederdik. Eğer sen bizi men etmeseydin, gözlerimizden pınarları akıtırdık. Salât ü selâm okuyup, (Yâ Resûlallah, bizi Rabbinin katında hatırla) dedi. Sonra dışarı çıktı. Mescidde minbere çıkarak Eshâb-ı kirama bir hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve sena etti ve Resûl-i Ekrem efendimize (s.a.v.) salât okudu. Sonra şöyle dedi: “Her kim Muhammed’e (s.a.v.) îmân etmişse bilsin ki Muhammed aleyhisselâm vefât etti. Her kim Allahü teâlâya tapıyorsa O, Hayy (diri) ve Bâkî”dir, ölmez, ebedidir.) buyurdu ve sonra Âl-i İmrân sûresinin yüzkırkdördüncü “Muhammed (s.a.v.) de kendinden önce geçen Resûller gibi Resûldür. Eğer O vefât eder, yahut öldürülürse, siz dininizden, yahut cihaddan, eski halinize dönecek misiniz? Böyle değişen, Allahü teâlâya zarar vermez, kendine zarar eder. İslâm ve sebatta şükredenlere muhakkak mükâfat verecektir.” âyetini okudu.

Hazreti Ebû Bekir Eshâb-i kiramı ve Ehl-i beyti teselli etti. İlk ânda acı haber üzerine çok şaşıran Hazreti Ömer, Hazreti Ebû Bekir’i dinleyince kendine geldi. Peygamberimizin (s.a.v.) vefât ettiği gün Eshâb-ı kiram yapılan umûmî bir bi’atle Hazreti Ebû Bekir’i halife seçtiler.