Hadîs ve Şafiî fıkıh âlimi. Künyesi Ebû Avâne olup, ismi, Ya'kûb bin İshâk bin
İbrâhîm bin Zeyd'dir. Memleketine nisbetle İsferâinî ve Nişâbûrî denilmiş ve Ebû
Avâne Nişâbûrî diye tanınmıştır. 230 (m. 844) yılmda doğdu Ebû Avâne, 316 (m.
928) yılında Nişâbûr yakınlarında İsferâin'de vefât etti. Şehrin İsfehân kapısı
tarafında, Ebû İshâk İsfehânî'nin kabri yanına defa edildi.
Ebû Avâne Nişâbûrî, hadîs öğrenmek ve ilim
tahsil etmek için; Şam, Mısır, Basra, Kûfe, Yemen, Hicaz ve Horasan bölgelerine
seyahat etti. Ayrıca beş defa hac için gitti. Buralarda birçok âlimden ilim
tahsil etti. Şam'da; Yezîd bin Muhammed bin Abdüssamed, İsmâil bin Muhammed bin
Kıynat, Şuayb bin Şuayb bin İshâk, Mısır'da; Yunus bin Abdüla'la ve kardeşinin
oğlu İbn-i Vehb, İmâm-ı Mü'zenî, İmâm-ı Rebiî ve oğulları Muhammed ve Saad,
Irak'da; Sa'dan bin Nas, Hasen ez-Za'feranî, Ömer bin Şu'be ve diğer âlimler,
Horasan'da; Muhammed bin Yahyâ ez-Zehlî, İmâm-ı Müslim, İbn-i Haccâc ve Muhammed
bin Recâ Sindî, Mûsul ve civarında da; Ali bin Harb'den ilim öğrendi. Bunlardan
başka birçok âlimden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Yüzbin hadîs-i şerîfi
râvileriyle birlikte ezberleyerek, hadîs ilminde hâfız oldu. Şâfiî mezhebini
İsferâin'e ilk defa götürüp yaydı. Fıkıh ve hadîs ilminde birçok âlim
yetiştirdi. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için verdiği derslerinde,
insanlara emr-i ma'rûf yapar, kötülüklerden sakınmalarını bildirirdi.
Talebelerinden Ebû Bekr İsmâilî, Ahmed bin Ali Râzî, Ebû Ahmed Ali, Süleymân
Taberâni, Ebû Nuaym Abdülmelik bin Hasen İsferâinî meşhûr oldu.
"Müsned-üs-sahîh"
adlı bir eseri vardır. Bu kitabı Haydarâbâd şehrinde kurulan Dâiret-ul-Me'arif-ül-Osmaniyye
adındaki İslâm Neşriyat Encümeni tarafından mevcut nüshaları karşılaştırılarak,
1363 (m. 1944) senesinde basılmıştır.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi şöyledir:
"Bir kimse bir müslümanın cenâzesini imân ve hâlis
niyetle takip eder de namazı kılınıp, defn işi bitinceye kadar o cenâze ile
berâber bulunursa, muhakkak o kimse, her bin Uhud Dağı ağırlığı ayarında iki
kırat
(sevab) ile döner"
"Sizden evvel geçenlerden üç kişi yola çıktılar.
Geceyi getirmek için bir mağaraya girdiler. Derken dağdan bir taş düştü ve
mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine şöyle dediler: "İyi amellerimizle duâ
etmekten başka bizi buradan kimse kurtaramaz" İçlerinden birisi, "Allahım, benim
çok ihtiyar bir annem ve babam vardı. Onlardan evvel ne çocuklarıma, ne de
hayvanlarıma bir şey içirmezdim. Günün birinde odun toplamak için uzaklara
gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar dönemedim. Akşam kahvaltılarını hazırladım.
Fakat onları uyumuş buldum. Onları uyandırmaya ve onlardan evvel âilece akşam
sütü içmeyi hoş görmedim. Çanak elimde olduğu halde, onların uyanmalarını
bekledim. Nihâyet sabah oldu. Çocuklar, ayaklarımın altında açlıktan
ağlıyorlardı. Derken annem, babam uyandılar ve akşam sütlerini içtiler. Allahım!
Eğer bu işi senin rızân için yapmışsam, bu taştan çektiğimiz belâyı bizden
uzaklaştır" dedi. Taş bir parça açıldı. Lâkin çıkılacak gibi değildi. İkincisi
şöyle dedi: "İlâhi! Amcamın bir kızı vardı ki, onu herkesten ziyâde seviyordum.
(Bir rivâyete göre, bir erkek
bir kadını ne kadar sevebi-lirse, ben de o kadar seviyordum.) Onunla birleşmek
istedim. Lâkin teklifimi kabul etmedi. Birkaç sene sonra bir kıtlığa uğrayınca
bana başvurdu, Kendisini bana teslim, etmek şartıyla ona yüzyirmi altın verdim.
Kabul etti. Bu sûretle fırsat elverince, "Allahtan kork da, haksız olarak bana
yaklaşma" dedi. Ben de Allahtan korkarak bu çok sevdiğim kadından uzaklaştım.
Verdiğim altınları da ona bıraktım. Allahım, eğer bu işi sırf senin rızânı
kazanmak için yapmış isem, içinde bulunduğumuz belâyı üzerimizden gider" diye
yalvardı. Mağaranın kapısı biraz daha açıldı. Yine çıkabilecek derecede değildi.
Üçüncü şahıs da şöyle dedi: "Allahım! Ücretle amele tuttum ve ücretlerini
verdim. Lâkin, yalnız biri ücretini alamadan bıraktı, gitti. Ben de onun
ücretini çalıştırıp ürettim. O işçinin nâm ve hesâbına mal çoğaldı. Bir müddet
sonra o adam yanıma gelerek, "Ücretimi ver" dedi. Ben de, "Şu gördüğün deve,
öküz, koyun, senin ücretinden üremiştir, al götür" dedim. O da "Ey Allahın kulu,
benimle alay etme" dedi. "Seninle alay etmiyorum, doğruyu söylüyorum" dedim.
Bunun üzerine malları aldı ve hepsini sürüp götürdü. Hiçbir şey bırakmadı.
İlâhî! Eğer bunu senin rızân için yapmışsam, içinde bulunduğumuz belâyı
üzerimizden defet" dedi. Taş mağaranın ağzından kaydı, onlar da çıkıp
yürüdüler."
KAYNAKLAR
1)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-6, sh-393, 394
2)
Tabakât-üş-Şâfiiyye
cild-1, sh-487
3)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-274
4)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-13, sh-242
5)
Risâle-i Kuşeyrî sh-670
|