Meşhûr hadîs âlimi. İsmi, Yahyâ bin Maîn bin Avn bin Ziyâd el-Bağdâdî olup,
künyesi Ebû Zekeriyyâ'dır. 158 (m. 775) senesinde doğup, 233 (m. 847) târihinde
75 yaşında iken vefât etti. Kendisi Arab değildir. Abbâs el-Anberî, Yahyâ bin
Maîn'e: "Yâ Ebâ Zekeriyyâ! Hangi Arablardansın?" diye sorunca, "Ben Arab
değilim. Fakat onların âzâdlısıyım" diye cevap vermiştir. Yahyâ bin Maîn, İbn-i
Ebî Hayseme'ye: "Ben, Hişâm bin Abdülmelik el-Emevî'den önce Horasan emîri olan,
Cüneyd bin Abdurrahmân el-Mukrî'nin âzâdlısıyım" demiştir. Yahyâ bin Maîn'in
aslen, Horasan taraflarında bulunan Serahs (İran'ın kuzey sınırında Merv ile
Meşhed arasında) şehrinden olduğu söylenir. Bağdâd'a 12 fersah mesafede bulunan
ve Nikyâ denilen Enbâr şehrinden olduğu da bildirilir. Kaynaklar, onun Bağdâdlı
olduğunu ifâde eder. Bu da onun, Bağdâd'da doğup, burada yetiştiğini gösterir.
Doğumu Ebû Ca'fer el-Mensûr'un hilâfetinin sonlarına rastlamaktadır. Bunu, Yahyâ
bin Maîn'den Hüseyn bin Hibbân ve başkaları işitmiştir. Kaynaklarda ailesi
hakkında fazla bilgi yoktur. Bir miktar babasından bahsedilmiştir. Babası,
zamanın tanınmış kâtiplerinden idi. Taberistan; Rey ve çevresinin valisi olan
Abdullah bin Mâlik'in kâtibi olarak çalıştı. Yahyâ bin Maîn babası vefât
ettiğinde, 32 yaşındaydı. Yahyâ bin Maîn'e babasından çok servet kaldı. Hepsini
hadîs tahsili için harcadı. Yine kaynaklar, Yahyâ bin Maîn'in bir oğlu ile bir
kızının olduğunu bildirmektedir. Yahyâ bin Maîn'in vefâtı hakkında Târih-i
Bağdâd'da şöyle der: Yahyâ bin Maîn Medîne-i münevvere üzerinden hacca gidip
gelirdi. Son haccında, dönüşte yine Medîne-i münevvereye uğramış, burada iki
veya üç gün kaldıktan sonra yola çıkmışlardı. Bir konak ileride, arkadaşlarıyla
beraber kalıp, geceyi burada geçirdiler. Yahyâ bin Maîn gece rü'yasında,
gizliden gelen bir ses işitti: "Ey Ebû Zekeriyyâ! Benim civarımı terk edip de mi
gidiyorsun?" diyordu. Sabah olunca, Yahyâ bin Maîn arkadaşlarına: "Siz yolunuza
devam ediniz. Ben Medîne-i münevvereye dönüyorum" dedi. Me-dîne-i münevvereye
varınca, üç gün sonra vefât etti. Hatîb el-Bağdâdî, "Sahih olan, hac dönüşünde
değil, hacca giderken Medîne-i münevverede vefât ettiğidir" der. Yahyâ bin
Maîn'in cenâzesi için, Resûlullah (s.a.v.) efendimizin serîri çıkarılıp, onun
üzerine kondu. Herkes, "Bu cenâze, Resûlullah e-fendimizin hadîs-i şerîflerini
toplayıp, onları zayi olmaktan koruyan, Resûlullah efendimiz söylemediği halde,
yalandan hadîs uydurup, Resûlullaha (s.a.v.) isnâd edenlerin yalanlarını ortaya
çıkaran bir zâtın cenâzesidir" diyordu. Medine valisi de: "Resûlullahın (s.a.v.)
hadîs-i şerîfi hususunda çok emin ve güvenilir bir kimsenin cenâzesinde bulunmak
istiyen gelsin" diyordu. Cenâze namazını Medîne-i münevverenin valisi kıldırdı.
İbn-i Mübeşşir der ki: "Yahyâ bin Maîn'i gece rü'yâmda gördüm. Rabbin sana nasıl
muamelede bulundu? dedim. "Allahü teâlâ bana ihsanlarda bulundu. Beni buranın
sıkıntılarından muhafaza buyurdu. Beni hurilerle evlendirdi. Sonra meleklere
karşı beni övdü" dedi."
Yahyâ bin Maîn vefât ettiği zaman, hadîs âlimlerinden birisi, "Bu büyük âlim,
hadîs ilmini de beraberinde götürdü. Her taraftan bilmediklerini öğrenmek için,
herkes ona gelirlerdi" dedi.
Süleymân bin Mâbed'in Yahyâ bin Maîn hakkında söylediği kasîdenin bir kısmının
ma'nâsı şöyledir:
"Yahyâ bin Maîn'in vefâtı haberini alınca bütün müslümanları büyük bir üzüntü
kapladı. Herkes, onu toprağa defn ettik deyince, benim gönlüm, hüzün ve kederden
parça parça oldu. Gözyaşlarıma ve için için ağlamama mâni olamadım. Kendi
kendime, hepimiz Allahü teâlâya deneceğiz, dedim. Allahü teâlâ için, Yahyâ bin
Maîn'e ne kadar üzüldüm. O gittikten sonra, şimdi kime gidip, suâllerimizi arz
edeceğiz. Vallahi o, geçip giden büyük âlimlerden sonra, onların bir yadigârı
idi. O vefât edince, ilmi de beraberinde kefenine sokup götürdü. Ondan sonra
şaşırıp kaldık. Sanki çobansız sürüler gibi olduk. Ey Yahyâ, gözlerimizin senin
için döktüğü yaşlar, sana yetmez. Fakat, elemi ve acısı olan, ağlamakla sâdece
rahatlar, biraz içini boşaltır. Yemin ederim ki, insanlar için ölüme bir çâre
yoktur. Allahü teâlânın hükmünü kimse bozamaz. Eğer, ölümden kurtulmak bir
mahlûk için mümkün olsaydı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûlullah
efendimiz ölmezdi. İnsan bununla teselli buluyor. Resûlullahın âhırete teşrifle-rindeki
üzüntü daha başka idi. Ben, Yahyâ bin Maîn'in ölümüne, ilim de onunla beraber
gittiği için ağlıyorum. Allahü teâlâ, Resûlullahın kabr-i şerîflerine komşu olan
Bâki' kabristanındaki Yahyâ bin Maîn'in kabrini rahmet yağmurlarıyle sulasın.
Ölünceye kadar Rabbinin rızâsına göre yaşadı. Herkes ondan istifâde etti. Allahü
teâlâdan, kıyâmet günü Habîbi Muhammed'i (s.a.v.) ona şefâatçi kılmasını
dilerim."
Özellikle hadîs ilminde yüksek bir dereceye ulaşan Yahyâ bin Maîn'in, istifâde
ettiği âlimler şunlardır: Abdullah bin Mübârek, Îsâ bin Yûnus, Süfyân bin Uyeyne,
Muâz bin Muâz, Yahyâ bin Sa'îd el-Kattân ve daha başkaları. Ondan da Ahmed bin
Hanbel, Ebû Hayseme, Züheyr bin Harb, Muhammed bin İsmâil el-Buhârî, Ebû Dâvûd-es-Sitistânî
gibi âlimler rivâyette bulunmuşlardır.
Yahyâ bin Maîn, Edille-i şer'iyyenin (1. Kur'ân-ı kerîm, 2. Sünnet, 3. İcma', 4.
Kıyas) ikincisi olan Sünnet-i seniyyeye çok hizmet etmiştir. Resûlullaha
(s.a.v.) ait olmıyan sözleri bulup atmak için çok çalıştı. Resûlullahın hadîs-i
şerîflerini bulup öğrenmek ve onları tesbit edip derlemek için çok memleketler
dolaştı. O her işittiği hadîs-i şerîfi yazardı.
Yahyâ bin Maîn, bizzat kendisi, bir rivâyete göre yüzbin, diğer bir rivâyete
göre bir milyon hadîs-i şerîf yazmıştır. Yazdığı hadîs-i şerîflerin hepsini
ezberlerdi. Nihayet hadîs ilminde yüksek bir mertebe olan "Hâkim (300 binden
fazla hadîs-i şerîfi râvileri ile beraber ezbere bilen)" derecesine ulaştı.
Hadîs ilminde herkesin mürâ'caat ettiği bir merci durumunda idi. Kendisine
ulaşan hadîs-i şerîflerin sahîh olup olmadığını ayırmakta pek mâhir idi. Sened
ve metin kısımları birbirine karışmış hadîs-i şerîfler kendisine getirildiği
zaman, hadîs-i şerîfin sened ve metnini ayrı ayrı ve açık olarak, bu hadîs-i
şerîf şöyle, şu da böyledir, diyerek okur, soranlar hayran kalırlar idi.
Âlimlerin hakkında buyurdukları:
İbn-i Hibbân (r.a.): "Yahyâ bin Maîn çok
dindar, fazîlet sahibi, Resûlullah efendimizin sünnetlerini toplamak için,
gece-gündüz çalışacağını diye dünyâ ile alâkasını kesmiş büyük bir âlim. Hadîs
sahasında rehber, zor mes'elelerde merci (müracaat edilen) idi."
İdî (r.a): "Hadîs-i şerîfleri Yahyâ bin Maîn gibi bilen birisine rastlamadım. O,
İbn-i Medînî, Ahmed bin Hanbel ve benzerleri ile beraber bulunmuş, hepsi de onun
büyüklüğünü kabul etmişlerdir."
İbn-i Rûmî (r.a.): "Ben, Ahmed bin
Hanbel'in yanında idim. Bu sırada ona birisi geldi: "Ey Ebû Abdullah! Şu hadîs-i
şerîflerde bir hatâ olup olmadığına bakıver" dedi. Ahmed bin Hanbel (r.a.) ona:
"Sen Yahyâ bin Maîn'e git. O hadîs-i şerîfleri çok iyi bilir" buyurdu.
Yahyâ bin Sa'îd el-Kattân, "Bize, zamanımızda şu iki âlim gibisi gelmedi. Ahmed
bin Hanbel, Yahyâ bin Maîn" dedi.
İlim için yaptığı yolculuklar: Yahyâ bin Maîn, Resûlullah efendimizin (s.a.v.)
Sünnet-i seniyyesini ve mübârek sözlerini doğru olarak bulup öğrenmeyi
küçüklüğünden beri çok arzu ediyordu. Bunun için ilk yolculuğu Kûfe'ye oldu.
Sonra Basra'ya gitti. Yirmidört yaşında iken, yürüyerek hacca gitti. Hicaz'ın
dînî yönden önemi ve her taraftan gelen büyük âlimlerle görüşüp, onlardan
istifâde ve ilim alma imkânı olduğu için, hacca çok defalar gitti. Bu mukaddes
yerleri sık sık ziyâret etti. Hattâ, vefâtı da Medîne-i münevverede oldu.
Otuzdört yaşında Yemen'e gidip, oradaki meşhûr âlimlerden faydalandı. Daha sonra
Tebriz, Rey, Şam ve Mısır'ı dolaştı. Bütün bunlar, Allahü teâlânın rızâsı için
ve Resûlullah efendimizin Sünnet-i seniyyesini, doğru ve sağlam olarak öğrenip
derlemek ve toplamak içindi. Böylece, sonraki asırda gelenlere, büyük bir miras
bırakmış oluyordu.
Ehl-i sünnet akîdesi ile alâkalı ba'zı
sözleri:
Birisi gelip, Yahyâ bin Maîn'e: "Ey Ebû Zekeriyyâ! Ne dersin, kıyâmet günü
Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordu. Yahyâ (r.a.), "Evet, göreceğiz" cevâbını
verdi. O şahıs: "Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde: "Hiçbir
göz O'nu ihâta ve idrâk edemez. Fakat O
(ilmiyle) bütün
gözleri (varlıkları)
ihâta eder. O
bütün incelikleri bilir, her şeyden haberdardır"
(En'âm-103)
buyuruyor, buna ne dersin?" deyince, Yahyâ (r.a.): "Bu görme, dünyâda olmaz.
Fakat âhırette Allahü teâlâ görülecektir. (Allahü teâlânın âhırette görüleceğine
inanırız, fakat nasıl görüleceğini düşünmeyiz) buyurdu.
O, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman'a (r.anhüm) dil uzatanlara karşı:
Resûlullah efendimizden (s.a.v.) sonra, bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr (r.a.),
sonra Ömer (r.a.), sonra Hz. Osman, sonra Hz. Ali'dir, derdi.
Kur'ân-ı kerîm'e mahlûktur, diyen Ehl-i
bid'at ve dalâletten olan Mu'tezile'ye karşı da: "Kur'ân-ı kerîm, Allahü
teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir" demiştir.
Zühdü, takvası, kerâmeti ve şefkati: Yahyâ bin Maîn, dünyâya kıymet vermezdi.
Hayatını tamamen ilme vermişti. Aslında o, dünyâda çok müreffeh bir hayat
yaşıyabilirdi. Çünkü, babası ona çok servet bırakmıştı. Fakat, o bu serveti,
Resûlullâhın Sünnet-i seniyyesine hizmet için harcamış, o kadar ki, ayakkabı
alıp giyecek parası kalmamıştı.
Hüseyn bin Muhammed bin Abdurrahmân
anlatır: Yahyâ bin Maîn, Fudayl bin İyâd'ın "Eğer
bütün arzdakiler bir misli ile beraber o kâfirlerin olsa, kıyâmet günü azabın
kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka fedâ ederlerdi"
âyet-i kerîmesinin devamı olan
"Artık
zannetmedikleri bir azâb Allahü teâlâ tarafından onlar için meydana çıkmıştır."
(Zümer-47) kısmı hakkında "Onlar, hasenat
(iyilikler) zannettikleri amellerini gösterirler. Fakat, onlar bu amellerinin,
hasenat değil, seyyiât (kötülük) olduğunu görürler" şeklindeki açıklamasını bana
anlatırken, ağladığını gördüm" demiştir.
Yahyâ bin Maîn (r.a.) arkadaşlarıyla Mısır'ın köylerinden birisinde bulunuyordu.
Yanlarında yiyecek bir şey bulunmadığı gibi, satın alacak paraları da yoktu.
Akşamı bu hâlde geçirdiler. Sabahladıkları zaman, bir de ne görsünler,
karşılarında bir tepsi dolusu kızarmış balık var. Orada kimseler de yoktu.
Arkadaşları durumu Yahyâ bin Maîn'e arz etti. Yahyâ bin Maîn onlara, "Onu
paylaşın ve yiyin. Bu Allahü teâlânın size gönderdiği bir rızıktır" dedi.
Kitâb-üt-târih'inde bildirdiği hadîs-i
şerîflerden ba'zıları: Ümmü Ferve rivâyet etti. Resûlullaha (s.a.v.) en
fazîletli amel nedir? diye sorulduğunda "İlk
vaktinde kılınan namazdır"
buyurdular.
Ebû Sa'îd el-Hudrî bildirdi. Resûlullah
(s.a.v.) yemek yemeyi bitirdiği zaman, "Elhamdü
lillâhillezî et'amenâ ve sekânâ ve ce'alenâ mine'l-müslimin:
(Bizi doyuran, susuzluğumuzu gideren ve bizi müslüman kılan Allahü teâlâya hamd
olsun)" buyururlardı.
İbn-i Abbâs (r.a.) Peygamber efendimizin,
yemeğe üflemeyi yasakladığını, bildirmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Allahü
teâlâ şöyle buyurdu: Kibriya ridâm, azamet izârım mesabesindedir. Bu hususta
bana ortaklık etmek istiyenleri Cehenneme atarım."
Sa'îd bin Müseyyib rivâyet etti: Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Allahü
teâlâya îmândan sonra, aktın başı, insanlara müdâra yapmaktır"
(Müdâra; dîni korumak için, dünyâlık vermek.)
Müdâra ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdır.
Abdullah bin Amr (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
"Babasını
râzı eden, Allahü teâlâyı râzı etmiş olur. Babasını râzı etmiyen, Allahü teâlâyı
râzı etmemiş olur."
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu \â: "Pişman
olmak, nedamet getirmek, tövbedir."
İbn-i Ömer (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah
efendimize birisi gelerek "Yâ Resûlallah! Gecenin hangi kısmında duâ daha makbul
olur?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) da, "Gecenin son
üçte birinde yapılan duâ"
buyurdu.
Enes bin Mâlik bildirdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Kâfir
bile olsa, mazlumun duâsından sakınınız. Çünkü, onun duâsı için, Allahü teâlânın
katında perde yoktur."
Ebü'l-Ahvas rivâyet etti. Resûlullah
(s.a.v.) buyurdular ki: "Kur'ân-ı
kerîmi okuyunuz. Çünkü, Allahü teâlâ size, onu okuduğunuz için sevab verir."
Ebû Ümâme (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah
efendimiz buyurdu ki: "Ne mutlu beni görüp,
sonra bana îmân edene. Ne mutlu beni görmeyip de, bana îmân edene."
(Resûlullah efendimiz bunu yedi kere tekrar
ettiler.)
Yahyâ bin Maîn'in bildirdiği başka bir hadîs-i şerîf: "On
şey sünnettir! Bıyığı kısaltmak, sakal bırakmak,
misvak kullanmak, mazmaza, istinsah, tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak,
koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istincâdır."
Yahyâ bin Maîn (r.a.) buyurdu ki:
"Mal, helâlden de olsa, harâmdan da olsa mutlaka gider. Fakat, harâmdan elde
edilmiş ise, geriye günahları kalır."
"Allahü
teâlâdan korkan takva sahipleri için, korkulacak bir şey yoktur. Çünkü, onların
yemeleri ve içmeleri hep güzel, temiz ve helâldir."
"Biz, uzun bir hayat yaşamayı arzu ediyoruz. Halbuki, günlerimiz,
nefeslerimizle, göz açıp kapamalarımızla akıp gidiyor."
"Kişinin alın teri ile, bileğinin kuvveti ile kazanması ve konuşurken, sözünün
güzel olması ne güzeldir."
Eserlerinden ba'zıları:
1. Et-Târih ve'l-ilel: Hadîs ricali hakkındadır, matbûdur. 2. Ma'rifet-ür-ricâl.
3. Künyeler ve isimler Bunun bir cildi Riyâd Üniversitesi'ndedir.
KAYNAKLAR
1)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-268
2)
El-A'lâm cild-8, sh-172
3)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-11, sh-280
4)
Tehzîb-ül-esmâ
ve'l-luga cild-2, sh-156
5)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-5, sh-139
6)
Târîh-i Bağdâd Cild-14, sh-177
7)
Tabakât-ı
Hanâbile cild-1, sh-268
8)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-2, sh-429
9)
Mir'ât-ül-cünûn
cild-1, sh-79
10)
Mîzân-ül-i'tidâl cild-4, sh-410
11)
Kitâb-üt-târih
(Mukaddime)
|