TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

3.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

HÂTİM-İ ESÂM (Radıyallahü Anh)

Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebû Abdurrahmân olup, adı Hatim bin Ünvan bin Yûsuf el-Esâm'dır. Belh şehrinde doğmuştur. Doğum târihi kesin belli değildir. Hâtim-i Esâm, Şakîk-i Belhî'nin talebesi, Ahmed-i Hadraveyh'in hocasıdır. 237 (m. 852) senesinde Vaşcer'de vefât etmiştir.

Kendisine "Esâm" (kulağı duymaz) denilmesinin sebebi şudur: "Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esâm o şahıs utanmasın diye "Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum" dedi. Bu yüzden ona Esâm denilmiştir.

Âkil baliğ olduğu andan itibaren, Şakîk-i Belhî'nin sohbetlerine devam etti Onun talebesi oldu. Şakîk-i Belhî'den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu. Zahirî ve bâtınî ilimlerin mütehassısı olan Hâtim-i Esâm bir gün talebelerinden birkaçına, "İnsanlar size Hâtim'den ne öğrendiniz deseler, ne dersiniz?" buyurdu, "İlim öğrendik deriz" dediler. "Hâtim'in ilmi yoktur derlerse ne dersiniz?" buyurdu. "Hikmet öğrendik deriz" dediler. "Hikmeti de yoktur derlerse, ne dersiniz?" diye sordu, "elinde olana kanâat eder, başkalarından birşey beklemez deriz" dediler.

Medîne-i münevvere âlimleri de Hâtim-i Esâm'ın ilmini takdir etmiştir. Medine âlimleri ona "Allahım bana rızık ver" duâsıyla ilgili olarak sorduklarında, Hâtim-i Esâm, hacet ânında istenilmesini, eğer mevcutsa yenilmesini ve yedirilmesini, çünkü Allahü teâlânın bunların yerine daha fazla vereceğini belirtti. Bunun üzerine Medine âlimleri şöyle dediler "Ey Abdurrahmân! Allahü teâlâya şükür ederiz, sizden bilmediğimizi öğrendik."

Muhammed bin Mûsâ anlatır: "Hâtim-i Esâm insanlardan uzak yaşıyordu. Onlardan dünyâlık istemiyor, ba'zı mes'eleler haricinde kimseyle görüşmüyor ve kubbeli bir yerde bulunuyor diye halife Hârûn Reşîd'e bildirdiler. Bunun üzerine Hârûn Reşîd de, Hâtim-i Esâm'a, Muhammed bin Hasan, Kisaî, Ömer bin Bahr ve başka bir kişiden daha meydana gelen dört kişiyi gönderdi. İçlerinden biri, "Ey Hatim! Ey Hatim!" diye çağırmaya başladı. Hatim, onlara cevap vermedi. "Ma'budun hakkı için bize cevap ver" diye Allahü teâlânın ismini verince, o zaman başım çıkartıp şöyle dedi. "Hayret, bu mü'minin kâfire, kâfirin mü'mine yeminidir. Benim ilâhımı sizin ilâhınız dışında husûsîleştirdiniz. Bunu iyi bilin ki, Allahü teâlâya itâat etmek, Reşîd'e hizmet etmekten daha iyidir" buyurdu. Bizim Reşîd'in adamları olduğumuzu nereden anladın dediler. O da "Siz dünyâ hâlinden râzı olanlardansınız. Dünyâ hâlinden râzı olan kimseler ancak Reşîd'in etrafında bulunur" dedi.

Birgün Şakîk-i Belhî, Hâtim-i Esâm'a sordu: Ne kadar zamandır buraya geliyor, beni dinliyorsun? Otuzüç sene. Bu kadar zaman içinde benden ne öğrendin, neler istifâde ettin? Sekiz şey istifâde ettim dedi. Şakîk, bunu duyunca yazıklar olsun sana ey Halim! Bütün zamanımı sana harcadım, senin ise, sekiz şeyden fazla istifâden olmamış diye çok üzüldü. Hatim dedi ki: Ey hocam, doğrusunu istiyorsan, böyledir. Bundan fazlasını zâten istemem. Bana bu kadar yetişir. Çünkü, iyi biliyorum ki, dünyâda ve âhırette felâketlerden kurtulup ebedî se'âdete kavuşmak, bu sekiz bilgi ile olacaktır dedi. Hocam, söyle! Bunları ben de anlayayım dedi.

Hatim dedi ki: Ey Hocam! Birincisi, insanlara baktım, herkes bir şeyi seçmiş, onu sevmiş gördüm ve bu sevgilerin çoğu, onlara ölüm yatağına kadar, ba'zıları öldüğü vakte kadar, ba'zıları da mezara girinceye kadar, arkadaşlık ediyor ve sonra onları yalnız ve zavallı olarak bırakıp ayrılıyorlar gördüm. O-nunla beraber kimse mezara girmiyor, dert ortağı olmuyor. Bu faali görünce, düşündüm ve kendime dedim ki, dünyâda öyle dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibâdetlerden başka, böyle sâdık bir sevgili bulunmadığını gördüm. Dost olarak onları seçtim ve onlara sarıldım.

Şakîk, bunu duyunca, çok güzel yapmışsın yâ Hatim, çok doğru söylüyorsun, ikinci faydayı da söyle, anlıyayım dedi.

Hatim dedi ki: Ey Hocam! İkinci faydam: İnsanlara baktım, herkesi, arzuları, keyifleri peşinde koşuyor, nefsin istekleri arkasında yürüyor gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: "Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymıyanlar, elbette Cennete gideceklerdir." Çok düşündüm. Kur'ân-ı kerîmin baştan başa doğru olduğunu, bilgilerimle, tecrübelerimle, aklımla, vicdanımla anladım ve tam inandım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamağa, uymamağa karar verdim ve mücâdeleye başladım. Nefsimin arzularını ve isteklerini yapmadım. Nihâyet teslim olarak, ibâdetlerden kaçan o nefsin, şimdi Allahü teâlâya itâata koştuğunu, isteklerden vazgeçtiğini gördüm. Şakîk bunları işitince, Allahü teâlâ sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın, üçüncü faydayı da söyle dinliyeyim dedi. Hatim dedi ki, üçüncü faydam, insanların hâline baktım, herkes dünyâda bir sıkıntıya girmiş, böylece dünyâlık topla mağa uğraşıyorlar gördüm. Sonra şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: "Dünyâ malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmıyacak, sizden ayrılacaktır. Ancak Allah rızâsı için yaptığınız iyilikler ve İbâdetler sizinle beraber kalacaktır." Dünyâ için topladıklarımı, Allah yolunda harcadım, fuka raya dağıttım. Ya'nî bakî kalmaları için, Allahü teâlâya ödünç verdinın Şakîk bu sözleri işitince, ne güzel yapmışsın ve ne güzel söylüyorsun yâ Hatim, dördüncü faydayı da söyle dinliyeyim dedi.

Hatim dedi ki: Dördüncü faydam: İnsanlara baktım, herkesin başkalarını beğenmediğini gördüm: Buna sebeb, bir birlerine hased etmeleri, birbirlerinin mevkilerine, mallarına ve ilimlerine göz dikmeleri olduğunu anladım ve şu âyet-i kerîmeye dikkat ettim; "Dünyâdaki maddî, ma'nevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik." Herkesin ilim, mal, rütbe, evlâd gibi azıklarının, dünyâ yaratılmadan evvel, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde birşey olmadığını ve çalışmağı, sebeblere yapışmağı emrettiğinden, O'na itâat etmiş olmak için, çalışmak lâzım geldiğini ve haset etmenin büyük zararlarından başka, zâten lüzumsuz olduğunu anladım ve Allahü teâlânın ezelde yaptığı taksime ve çalışınca Rabbimin gönderdiğine râzı oldum. Bütün müslümanlarla sulh üzere olup herkesi sevdim ve sevildim. Şakîk bunları işitince, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun; beşinci faydayı da söyle dinliyeyim yâ Hatim! dedi.

Hatim dedi ki: Beşinci faydam: İnsanlara baktım, birçoklarının insanlık şerefini, kıymetini, âmir, müdür olmakta, insanların kendilerine muhtaç olduklarını ve karşılarında eğildiklerini görmekte zannettiklerini ve bununla iftihar ettiklerini, öğündüklerini gördüm. Ba'zıları da, kıymet ve şeref, çok mal ve evlâd ile olur sanarak, bunlarla iftihar ediyorlar. Bir kısmı da insanlık şerefi, malı, parayı, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf etmektir sanarak, Allahü teâlânın emrettiği yerlere ve emrettiği şekilde hare edemiyorlar ve bununla öğünüyorlar gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: "En şerefliniz ve en kıymetliniz. Allahü teâlâdan çok korkanınızdır." insanların yanıldıklarını, aklandıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin affına ve ihsanlarına kavuşmak için, O'ndan korkarak dînin dışına çıkmadım, harâmlardan kaçtım. Şakîk bunları işitince, ne güzel söylüyorsun yâ Hatim! Altıncı faydanı da söyle, dedi.

Hatim dedi ki: Altıncı faydam: İnsanlara baktım. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikerek, fırka fırka, parti parti ayrılarak, birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm ve şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: "Sizin düşmanınız şeytandır. Ya'nî sizi, Allah yolundan, müslümanlıktan ayırmak için uğraşanlardır. Bunları düşman biliniz!" Kur'ân-ı kerîmin doğru söylediğini bildim ve şeytanı ve onun gibi müslümanlarla uğraşanları düşman bilip, sözlerine aldanmadım, onlara uymadım. Onların tapındıklarına tapmadım. Allahü teâlânın emirlerine itâat ettim. Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldan ayrılmadım. Kurtuluş yolunun, doğru yolun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. Nitekim, Allahü teâlâ: "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayınız. O sizin en belli düşmanınızdır, diye sizden söz almadım mı idi, bana itâat, ibâdet ediniz! Kurtuluş yolu, ancak budur." Onun için müslümanları aldatmağa uğraşanları dinlemedim. Muhammed aleyhisselâmın yolunu gösteren Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım deyince, Şakîk; ne güzel yapmışsın ve ne güzel soy itiyorsun, yedinci faydayı da söyle dedi.

Hatim dedi ki: Yedinci faydam: İnsanlara baktım. Gördüm ki, herkes yiyip içmek, para kazanmak için uğraşıyor. Bu yüzden harâm ve şüpheli şeyleri de alıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Şu âyet-i kerîmeyi düşündüm. "Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur." Kur'ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu ve elbette doğru olduğunu ve o canlılardan biri olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, O'nun emrettiği gibi çalıştım deyince; Şakîk, ne iyi yapmışsın ve ne iyi söylüyorsun, sekizinci faydayı da söyle! dedi.

Hatim, dedi ki, sekizinci faydam: İnsanlara baktım. Herkesin, bir kimseye veya birşeye güvendiğini, sırtını ona dayadığını gördüm. Ba'zıları altınlarına, mal ve mülküne ba'zıları san'atına ve kazanana, ba'zıları mevki ve rütbelerine, ba'zıları da kendi gibi bir insana güveniyor. Sonra şu âyet-i kerîmeyi düşündüm: "Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir." Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeblere yapıştım. Fakat yalnız O'na güvendim. O'ndan istedim ve O'ndan bekledim.

Şakîk bu sözleri işitince, yâ Hatim! Allahü teâlâ, her işinde imdadına yetişsin! Hz. Mûsâ'nın Tevrâtına, Hz. Îsâ'nın İnciline, Hz. Dâvûd'un Zebûruna ve Hz. Muhammed aleyhisselâmın Kur'ân-ı kerîmine baktım. Bu dört kitabın bu sekiz temel üzerinde bulunduğunu gördüm. Bu sekiz esâsı ezberleyip bunlara uyanlar, hayatlarını bunların üzerine kuranlar, bu dört kitaba uymuş, emirlerini yapmış olurlar dedi.

Rebâh bin el-Hirevî şöyle anlatır: Îsâ bin Yûsuf bir mecliste konuşan Hâtim-i Esâm'a uğradı ve şöyle sordu: "Ey Hatim! Sen namazını güzel kılıyor musun?" Hatim, "Evet" dedi. O, "Nasıl kılıyorsun?" diye sordu. Hatim şöyle buyurdu: "Emre uyuyorum, korku ile yürüyorum, niyetle giriyorum, büyük bilip tekbir alıyorum, tertil ve tefekkürle okuyorum, huşu' ile rükû' ediyorum, tevazu ile secde ediyorum, tam teşehhüd içinde oturuyorum, sünnete göre selâm veriyorum ve selâmı Allaha hâs kılarak veriyorum. Namazımın kabul olunmayacağından korkarak, korkuyla nefsime dönüyorum. Ölmek kadar onu muhafaza ediciyim." Bunun üzerine Îsâ bin Yûsuf: "Sen namazını güzel kılıyorsun" buyurdu."

Bir adam, Hâtim'e tevekkül hakkında sordu, o da tevekkülün dört hasletten ibaret olduğunu söyledi; "Rızkımı, başkasının yiyemiyeceğini bildim ve nefsim buna mutmain oldu. Allahü teâlânın herşeyi gördüğünü bildim ve onun için devamlı haya ettim."

Birgün Belh'deki meclisinde; "Yâ Rabbî! Bu meclistekilerden bugün kim günah işlemiş, kimin defteri siyah olmuş, kim günaha cesaret etmiş ise onu bağışla" dedi. Orada mezar açıp, devamlı kefenleri soyan birisi vardı. Gece olunca, eskisi gibi kabristana gitti. Bir mezarı açarken mezarın içinden, "Utanmaz mısın ki, Esâm'ın huzurunda bağışlandın ve şimdi aynı günahı işlersin" sesini duydu. Kalktı ve Hâ-tim'in huzuruna geldi. Başından geçenleri anlattı ve tövbe etti.

Kendisi anlatır: "Harbteydim. Bir düşman beni yakaladı, öldürmek için yere yatırdı. Kalbim onunla hiç meşgul olmadı. Allahü teâlânın, hakkımdaki hükmünün ne olacağını bekliyordum. O ise belinden bıçağı çıkarmakla meşgulken, nereden geldiğini görmediğim bir ok geldi, onu öldürdü. Adam üstümden yana yıkıldı ve ben de kurtuldum."

Muhammed Râzî anlatır? "Senelerce Hâtim-i Esâm'ın hizmetinde bulundum. Sadece bir kere hariç, hiç kızdığını görmedim. O da, pazardan geçerken bir bakkal talebesini yakalamış, "Malımı alıp yedin, parasını ver" diyordu. Hatim bunu görünce, "Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı" dedi. Fakat bakkal, "Olmaz" diye dayattı. Bunun üzerine çok sinirlenen Hâtim-i Esâm, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu. Bir anda pazarın ortası altınla doldu. Hâtim-i Esâm bakkala: "Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur" dedi. Bakkal alacağını aldı: Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca derhal eli kurudu ve çolak oldu.

Şöyle naklederler: "Birisi birgün Hâtim-i Esâm'ı evine da'vet etmişti. Fakat o bunu kabûl etmemişti. Israr edince ona: "Gelirim ama, üç şartım var. Nereye istersem oraya otururum, istediğimi yerim. Ne dersem onu yapacaksınız" dedi. Adam kabul etti. Hâtim-i Esâm da'vet edenin evine gitti ve ayakkabıların konulduğu yere oturdu. Senin yerin orası değil dediklerinde, "Ben önceden şart koştum" dedi. Sofra gelince, yanında getirdiği ekmeği çıkarıp yedi. Efendim hurdan yiyin dediklerinde, "Ben ne istersem onu yerim diye şart koşmuştum" dedi. Sofra kalktıktan sonra hizmetçiye "Demir tavayı ateşte kızdır getir" dedi. Hizmetçi söyleneni yaptı. Hâtim-i Esâm demir tavanın içine ayağını koydu ve "Somun yedim" dedi. Sonra oradakilere "Yarın Kıyâmet günü yaptığınız her işten ve yediğiniz her şeyden Allahü teâlânın sizden hesap soracağına inanıyor musunuz?" diye sorunca oradakiler "Evet" dediler. "Diyelim ki, burası Arasat meydanı, her biriniz sırayla gelip şu tavaya ayağınızı koyarak, burada yediklerinizin hesabını veriniz." dedi. Bunun üzerine oradakiler, "Buna gücümüz yetmez" dediler. "Yarın kıyâmet günü Allahü teâlâya nasıl cevap vereceksiniz. Arasat meydanının kızgın zemini üzerinde nasıl duracaksınız? Halbuki Allahü teâlâ "Her ni'metin şükründen muhakkak sorulacaksınız." (Tekâsür-8) buyurmaktadır" dedi. Bunun üzerine orada bulunanların hepsi ağlamaya başladılar."

Kendisi şöyle anlatır: Her sabah şeytan bana vesvese verip şöyle diyor: "Bugün ne yiyeceksin?" Ben de ona "Ölümü" diyorum "Ne giyeceksin?" diyor. Ben de "Kefeni" diyorum. "Nerede yatacaksın?" diyor. Ben de, "Mezarda" diye cevap verince, bana "Sen hiç hoş bir adam değilsin diyor" ve defolup gidiyor.

Birisi Hâtim-i Esâm'a "Nasıl namaz kılarsın?" diye sordu. O da şöyle buyurdu: "Namaz vakti gelince temiz bir kalb ile niyet ederek abdest alırım. Abdest uzuvlarımı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Mescid-i Harâm'ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı İbrâhîm'i iki kaş arasında tutar, Cenneti sağımda, Cehennemi solumda, sıratı ayaklarımın altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, Kalbimi Allahü teâlâya umarlar, sonra ta'zîmle Allahü ekber der, hürmetle kıyam, heybetle kırâat, tevâzuyla rükû', tazarru ile (kendini alçaltarak) secde, hilm ile cülûs (tehıyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir."

Abdullah Hevvas anlatır: "Hâtim-i Esâm ile beraber hacca gidiyorduk. Yanımızda üçyüzyirmi kişi vardı. Rey şehrine varınca, orada misafiri seven bir tüccarın evine misafir olduk. Tüccar Hâtim-i Esâm'a "Sizden bir ricam var, izin verin, burada bir fıkıh âlimi var. O hastadır, onu ziyâret edeyim" dedi. Hâtim-i Esâm, "Madem fıkıh âlimi hastadır. Ziyâretine ben de gideyim. Fıkıh âliminin yüzüne bakmak ibâdettir" dedi. Hasta olan fıkıh âlimi, Rey şehrinin kadısı Muhammed bin Mukâtil idi. Tüccarla beraber Mukâtil'in evine gittik. Hâtim-i Esâm, evi görünce tefekküre daldı. Sonra, nasıl olur da bir âlimin evi saray gibi olur, dedi. İçeri girince Mukâtil'in çok lüks eşyalar içinde ve çok kıymetli yastıklar üzerinde yattığını gördü. Tüccar oturdu. Hâtim-i Esâm oturmadı, ayakta durdu. Mukâtil oturmasını isteyince, yine oturmadı. Mukâtil bunun üzerine, "Benden bir isteğin mi var?" dedi. "Evet benim senden bir isteğim var, fakat bunların yanında söyliyemem"dedi. Orada bulunanları dışarı çıkardılar. Hâtim-i Esâm, Mukâtil'e "Bu ilmi nereden öğrendin" dedi. O da, "Bizden öncekiler, bize bildirdiler" dedi. Hâtim-i Esâm, "Kimler size haber verdiler?" dedi. Mukâtil: "Peygamber efendimizin (s.a.v.) Eshâbı" dedi. Hâtim-i Esâm "Yâ Mukâtil, Cebrâil (a.s.) Allahü teâlâdan Peygamberimize (s.a.v.) getirdi. Resûlullah (s.a.v,) Eshâbına öğretti. Eshâb-ı kirâm da Tâbiîne öğretti. Tâbiîn de sana öğretti. Sen Resûlullahın (s.a.v.) ve Eshâbından sâlih kimselerin böyle süslü ve güzel evlerde oturduklarını işittin mi? Böyle lüks eşyaları kullandıklarını duydun mu? Peygamberimiz ve Eshâbı böyle yaşamamışlardır. Benim bildiğim âlimler, Peygamber efendimize (s.a.v.) ve O'nun Eshâbına tâbi olurlar" dedi ve oradan çıktı.

Hâtim-i Esâm israf konusunda çok titiz idi. Bir âlimin çok israf ettiğini duydu. Onun evine giderek, "Ben Acemli bir kimseyim, bana dînimi öğret" dedi. "Önce ne öğrenmek istiyorsun?" diye sorunca, Hâtim-i Esâm "Bana abdest almayı öğret" dedi. O zât bütün uzuvlarını sırayla ve üç defa yıkadı. Abdesti tamamlayınca Hâtim-i Esâm "Ben senin huzurunda bir abdest alayım da, benim yanlışlarımı düzelt" dedi. Hâtim-i Esâm abdest alırken kollarına gelince dörder defa yıkadı. Bunun üzerine o zât "Suyu israf ettin" deyince, Hâtim-i Esâm "Ben nerede israf ettim?" dedi. O zât da "Kolunu üç kere yıkayacağın yerde dört defa yıkadın" dedi. Hâtim-i Esâm da "Ben bir avuç suyu israf ettim. Sen ise çok ve güzel şeyleri israf ediyorsun" dedi. O zât anladı ki: Hâtim-i Esâm dîni bilgi öğrenmeye değil, ders vermeye gelmiş. Evine girdi ve kırk gün kimsenin yüzüne bakmadı.

Nükteli ve hikmetli sözler söyleyen Allah dostu Hâtim-i Esâm buyurdu ki: "Dünyâ için üzülmen kötü, âhıret için üzülmen iyidir."

"Kim, dört şeyi doğru olarak yaparsa, Allahın rızâsına kavuşur Allaha bağlılık, tevekkül, ihlâs ve ma'rifet."

"Tövbe, gafletten uyanmak, günahı hatırlamak, Allahü teâlânın lütfunu, hükmünü zikretmektir.

"Tövbekar dört şeyi yapar: Lisânını gıybetten, yalandan, hasedden, boş sözden korur. Kötü arkadaşlardan ayrılır. Günahını hatırladığı zaman, Allahü teâlâdan haya eder. Ölüme hazırlanır. Böyle olup da Allah'ın rızası dışında iş yapmayan kimseyi, Allahü teâlâ sever. Şeytandan korur ve Cehennemden emin kılar."

"Tâatin aslı üçtür. Korku, recâ, sevgi Günahın aslı üçtür Kibir, hırs, hased." "Her söz için doğruluk, her doğruluk için is, her iş için de sabır gerekir."

"Şu beş şey hariç, acele şeytandandır Misafir geldiğinde yemek yedirmek, ölüyü gömmek, baliğ olan kızı evlendirmek, borcunu ödemek, günah işleyince tövbe etmek."

"Nefsinden dört şey iste: Riyasız olarak iyi bir iş yapmayı, tamahsız olarak almayı, başa kakmadan vermeyi, cimrilik yapmadan yardım etmeyi."

"Zühdün başı Allaha itimâd, ortası sabır, sonu sabırdır."

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-üs-sûfiyye sh-91

2) Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh-73

3) Târîh-i Bağdâd cild-8, sh-241

4) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-87

5) Nefehât-ül-üns sh-116

6) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-928, 1013

7) Mir'ât-ul-cinân cild-2, sh-118

8) Tabakât-ül-kübrâ cild-1 sh-93

9) Sıfat -üs-safve cild-4, sh-134 

10) Muhtasar fî ahbar'il beşer cild-2, sh-38

11) Hak Sözün Vesikaları sh-316

12) Risâle-i Kuşeyrî sh-89

13) Keşf-ül-mahcûb sh-115

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider