Evliyânın
büyüklerinden, Adı, Asker bin Hüseyin Nahşebî'dir. Künyesi ile tanınmış, asıl
ismi unutulmuştur. Horasan'ın evliyâlarından idi. Hâtim-i Esâm ve Ebû Hâtim-i
Attar el-Basrî ile sohbet etmiştir. Şâfiî mezhebinde fıkıh âlimi idi. Aynı
zamanda Ahmed bin Hanbel'den de ilim almıştır. Ebû Abdullah Celâ'nın ve Ebû Abîd
Bûsrî'nin hocasıdır. 245 (m. 859) senesinde Basra çölünde namaz kılarken vefât
etti. O halde' bir sene kaldı. Bu zaman içinde cesedine vahşî hayvanlar ve
kuşlar hiç yaklaşmamış, vücûduna dokunmamışlardır.
Allah yolunun
büyüklerinden mücâhede ve takvada kuvvetli, hikmetli ve te'sirli sözleri meşhûr
olup, yıllarca başını, yastığa koymadı. Yalnız Harem-i şerîfte bir seher vakti
uyudu. Rü'yâsında hurilerden bir kısmı gelip kendilerini ona göstermek, onunla
konuşmak istediler. Ebû Türâb: "Ben kendimi Allahü teâlâya o kadar verdim ki,
hurilerle oturup konuşacak vaktim yok" dedi. Huriler etrafında gürültü
ederlerken, Cennet meleklerinin reisi Rıdvan gelip: "Bu azîzin size yüz vermesi
mümkün değildir. O Cennetteki yerini almadıkça sizinle ilgilenmez. Gidin ve o
zaman gelirsiniz" dedi.
İbn-i Celâ anlatır: "Ebû Türâb Mekke'ye
geldi. Bitkin yorgun ve zaif görünmüyordu. "Nerede yemek yedin?" dedim.
"Basra'da, Bağdâd'da, bir de burada" dedi. Yine İbn-i Celâ der ki: "Üçyüze yakın
evliyâ gördüm. Bunlardan dördü çok büyük olup, ilki Ebû Türâb idi."
Kendisi
anlatır: Birgün Hicaz'da yalnız yürüyordum. Siyah yüzlü bir adam gördüm. Boyu
çok uzun idi, korkmuştum. "Dev misin, cin misin?" diye sordum. Bana: "Sen
müslüman mısın, kâfir misin?" diye sordu ve "Eğer müslümansan Allahtan
başkasından korkma" dedi ve kayboldu.
Yine kendisi
anlatır: "Birgün Nahşeb mahallelerinin birinden geçiyordum. Aniden kulağıma
sesler geldi. Dikkat ettim. Bir takım erkeklerin, bir kadınla tartıştıklarını
anladım. Kendi kendime, buraya gitmeliyim, bir mazlum ise ona yardım etmeliyim
dedim. Yanlarına varınca kadın beni gördü ve yanıma geldi. Ey Üstâd: "Fâsık ve
ömrünü kötü şeylerle harcayan bir oğlum var. Yaptığı kötülükler, işlediği
günahlar hakîkaten çoktur, Dün gece fısk meclisi kurmak ve şarap içmek istedi.
Akşamdan sonra, Allahü teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta yatağında
yatıyor. Evimiz mescidin yanındadır. Cemâat geceki sesleri duyup şimdi geldiler
ve onu mahalleden çıkarın dediler. Ben hasta olduğunu ve hastalığının da
şiddetli olduğunu bildirdim, ölürse hepimiz ondan kurtuluruz, yahut tövbe eder,
kendisi kurtulur, ölmez ve tövbe de etmezse, o zaman onu şehirden dışarı çıkarın
dedim." Kadına yardım ettim ve kalabalık dağıldı. Sonra aklıma o genci görmek ve
tövbe ettirmek geldi. Evden içeri girince, genç beni görür görmez feryâd edip
ağlamaya başladı. "Allahım ne kadar kerîmsin ki, benim gibi ömrünü boşa geçirmiş
bir zavallının duâsını ânında kabul eyledin" dedi. Hey genç! Ne duâ ettin?"
dedim. "Üstadım, bugün seher vaktinde iki duâ ettim. Biri; Yâ Rabbi sabahleyin
bana, Ebû Türâb'ın yüzünü görmek nasîb eyle. İkincisi; Yâ Rabbi, nasûh tövbesi
ihsan eyle dedim. Duâmın birini şu anda kabul edilmiş görüyorum, umarım ki,
ikincisi de kabul edilir. Ey hocam çok günahkârım. Tövbe etsem, kabul olur mu?"
deyince, "Ey genç, ümidsiz olma ki, Allahü teâlânın rahmet denizleri dalga dalga
geliyor. Allahü teâlâ ziyâdesi ile tövbeleri kabul edici ve affedicidir.
Kulların günahlarını bağışlayıcıdır. Âsilerin tövbelerini kabul edicidir.
Âcizlere kâfidir. Düşkünlerin en iyi vekilidir. Bütün günahlardan tövbe
makbuldür" dedim. Genç elimde tövbe etti ve gözlerinden yaşlar döküldü." Ebû
Türâb oradan ayrılınca genç annesine: "Ey anneciğim! Sana bir vasiyetim var.
Yerine getir" dedi. Annesi "Evlâdım, ne vasiyetin var, söyle" dedi. Beni bu
yataktan ve yumuşak yastıktan, mezellet toprağına indir. Ebû Türâb'la tövbe
ettiğim ândan sonra, yerde Allahü teâlâya tekrar tövbe edeyim. Çünkü bu hastalık
beni iyice sardı. Anlıyorum ki, ben bundan öleceğim" dedi. Annesi isteğini
yerine getirdi ve onu yataktan yere indirdi. Genç, yüzünü toprağa sürdü. Ve
kalbinin, ruhunun derinliklerinden gelen bir ses ile inledi: "Ey Allahım!
Yaptıklarıma pişman oldum. Tövbe ettim. Senin dergâhından başka kapım yok.
Dertlilerin dayanağı, muhtaçların sığınağı sensin. Toprakla bir olmuş, zamanını
boşa geçirmiş ben kuluna rahmet et" diye yalvardı. Onu topraktan kaldırıp,
yatağa yatardılar. Gece olunca genç vefât etti. Ebû Türâb "O gece rü'yâmda
Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördüm. Yanında iki yaşlı zât var idi. Onlarla
beraber çok kalabalık geldi. Birisi bana, bu Hz. Muhammed Mustafâ'dır (s.a.v.)
diğer taraftaki yaşlı zât ise, İbrâhîm Halîlullah'tır (a.s.), diğer taraftaki
feiğ Mûsâ Kelîmullah'tır (a.s.). Bu kalabalık ise, yüzyirmibin küsur
peygamberdir" dedi. İleri koştum. Selâm verdim, Resûlullah (s.a.v.) selâmıma
cevap verdi. Benimle müsâfeha etti. "Yâ Resûlallah, siz Nahşeb'e gelmiş
miydiniz?" diye arz ettim. Buyurdu ki: "Ey Ebâ Türâb! Dün senin elinde tövbe
eden genç, bu gece vefât etti. Allahü teâlâ onu, dostları derecesine kavuşturdu.
Ona evliyâ makamı ikrâm eyledi. Beni ve yüzyirmibin küsur peygamberi, onu
ziyârete gönderdi. Ey Ebâ Türâb! O gence izzet gözü ile bakın. Cenâzesinde hazır
bulunun." Uyandım, bu hâlden, gaibime bir incelik geldi ve "Ey Allahım, ne kadar
kerîmsin ki, daha dün fıskı yüzünden, mahalleden çıkarmak istedikleri bir fâsıkı,
bir ağlama ve inleme, bir tövbe ve pişmanlık ile, bu dereceye kavuşturdu" dedim.
Bu zevk ve hâlde iken, diğer odadan küçük kızımın feryadını duydum, ağlıyordu.
"Evlâdım, seni ağlatan şey nedir?" dedim. "Babacığım, rü'yâda gördüm ki, filan
mahallede tövbe eden bir genç vefât etmiş, her kim onun cenâzesine bakarsa,
Allahü teâlâ, ona, kendisinden istediği herşeyi verir. Babacığım, evden dışarı
çıkmağı asla istemezdim. Fakat şimdi izin verirsen, gidip o gencin cenâzesini
göreyim ve Allahü teâlâdan kendim ve diğer kullar için isteyeyim" dedi. Ona izin
verdim. Cenâzesine giderken yolda yaşlı bir kadın gördüm. Bana, "Ey Ebâ Türâb!
Hakkın rahmetinin neler yaptığını gördün mü? Fıskının çokluğu yüzünden
mahalleden çıkarılmak istenen genç, bu gece vefât etti. Evliyâ silsilesine dâhil
edildi. Rü'yâda bana, cenâzesinde bulunan mağfiret olunur diye söylediler" dedi.
Başka âlim zât da aynı rü'yâyı gördü. İnsanlara bu durumu haber verdik. Bütün
şehir akın akın gencin cenâzesine katılmak için geldi. Tam bir izzet ve ikrâm
ile onun namazını kıldık ve defn ettik:
Yine kendisi
anlatır: "Birgün çölde gidiyordum. Nefsim yumurta ve sıcak ekmek istedi. Hiçbr
zaman nefsimin isteğini yapmamış idim. Fakat nasıl olduysa isteğim galip geldi.
Yolumu değiştirip, bir köye girdim. Köyde hırsızlık olmuştu. Onun için köylüler
bir yere toplanmış durumu konuşuyorlardı. Beni görünce içlerinden biri, bu adam
hırsızla beraberdi, dedi. Beni yakaladılar. Bana yetmiş sopa yumdular. Bu arada
biri gelip beni tanıdı. Bu hırsız değildir. Bu âlim Ebû Türâb'tır, dedi. Bunun
üzerine oradakiler benden özr dilediler. İçlerinden biri beni eve yemeğe
götürdü. Bana taze ekmek ve yumurta getirdi. Nefsime "Ey Nefs! Yetmiş sopadan
sonra ekmekle yumurta ye" dedim.
Ebû Türâb hazretlerinin kerâmetleri çoktur.
Talebeleri şöyle anlatır: Bir talebesiyle birlikte çölde gidiyordlu: Talebesi,
susamıştı. Ondan su istedi! Ebû Türâb eliyle yeri çizince hemen oradan su
kaynadı. Ebû Abbâs anlatır: Ebû Tûrâb'la çölde idik. Arkadaşlardan biri, çok
susadım dedi. Ayağını yere vuru. Oradan bir pınar kaynadı. Birisi, ben bardakla
içkmek istiyorum, dedi. Ebû Türâb elini toprağa vurdu. Cam bardak göründü çok
güzel bir bardaktı. Onunla su içtik."
Ebû Türâb talebelerinde beğenmediği bir şey
gördüğü zaman kendisi tövbe ederdi. "But zavallı berim yüzümden bu belâya düştü"
derdi.
Kendisi
Hızır'la (a.s.) görüşmesini şöyle anlatır: Birgün çölde birine rastladım. Kim
olduğunu sordum. Hızır'ım dedi. Sonra bana. "Ey Ebû Türâb, şimdi Allahü teâlânın
sevdiği velî kullarının kalbini düzeltmeğe memurum. Allah yolundan ayrılınca,
onları yola getiririm. Bu yolda ilk iş, yok olmak (benliğini öldürmek) ondan
sonrası ise kurtulmaktır." dedi.
Ebû Türâb'ın Câbir bir Abdullah'dan. (r.a.)
rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (s.a.v.):
"Hastalarınızı
yemek için zorlamayın, zîrâ Allahü teâlâ onları yedirir ve içirir"
buyurdu.
İbn-i Süfyân'dan (r.a.) rivâyet ettiği
hadîs-i şerîfte ise Peygamberimiz (s.a.v.):
"Bir kimse gösteriş
ve yaptığını işittirmek isterse, Allahü teâlâ onu teşhir eder. Riya yapanın da,
Allah riyasını gösterir"
buyurdu. Ebû
Türâb buyurdu ki: "Kalbinde zerre kadar dünyâ sevgisi olan, Allahü teâlânın
rızâsına kavuşamaz."
"İki şeyi
istersiniz, ama bulamazsınız. Bunlar neş'e ve rahatlık olup, ikisi de Cennette
o-lur."
"Sâdık kul,
daha amer etmeden, hâlis kul, amel edince, amelin tadıaı alır."
"Şu dört
şeyi dört yerde Aarf edersen Cenneti, kazanırsın: Uykuyu kabirde, rahatı sırat
köprüsünde, iftiharı
(öğünmeyi)
mîzânda,
nefsin arzularını Cennette."
"Ey
insanlar! Şu üç şeyi seviyorsanız, biliniz ki onlar sizlerin değildir. Nefsinizi
ve canınızı seviyorsanız, onlar Allahü teâlânındır. Malınızı seviyorsanız,
onlarda vârislerinizindir."
"Tevekkül,
kendini kulluk denizine atıp, kalbini Allahü teâlâya bağlamaktır. Verirse şükür,
vermezse sabır etmelidir."
"Allahü
teâlâ kimi felâkete düşürmek isterse, ona âlimlerin aleyhinde bulunma hasletini
verir."
"Âlim olan,
karşısındakinin anlayışına göre konuşur."
"Kul bütün
gücüyle günahlardan uzaklaştığı zaman, Allahü teâlânın yardımı, ihsanı her
tarafını kaplar. Kalbin günahlar ile kararmasının alâmeti üçtür. Birincisi günah
işlemekten korkmamak, ikincisi ibâdetlerde gevşeklik. Üçüncüsü de, ya'z ve
nasîhatlerin ona te'sîr etmemesidir."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-45, 219
2)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-l, sh-96
3)
Tabakât-üş-şâfiiyye
cild-2, sh-306
4)
Tabâkat-üş-sûfiyye
sh-146
5)
Târîh-i Bağdâd Cild-12, sh-315
6)
Tabakât-ı
Hanâbile cild-1, sh-248
7)
El-A'lâm cild-4, sh-233
8)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-108
9)
Keşf-ül-mahcûb
sh-121
10)
Riyâd-ün-nâsıhîn,
sh-259
11)
Tezkiret-ül-evliyâ
cild-1, sh-262
12)
Nefehat-ül-üns
sh-104
13)
Sıfat-üs-safve cild-4, sh-145
14)
Risâle-i-Kuşeyrî sh-97
|