Tâbiînden tanınmış bir hadîs ve kırâat âlimi. Ebû Muhammed, Ebû Abdullah
künyeleri vardır. Doğum târihi bilinmemektedir. 112 (m. 730) senesinde vefât
etti. Zamanında, Kûfe'nin en büyük kırâat âlimi idi. Kendisine "Seyyid-ül-kurrâ:
Kurrâların (Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilenlerin) efendisi" denirdi. Vera'sı
(şüphelilerden sakınması) çok idi. Hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir.
Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ubey, Hayseme bin Abdurrahmân, Zeyd bin Vehb, Sa'îd
bin Cübeyr, Sa'îd bin Abdurrahmân, Mücâhid gibi büyük zâtlardan (r.anhüm)
hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de, Ebû İshâk Sebîî, İsmâil bin Ebî
Hâlid, Zebîd bin Hâris, A'meş ve daha başka âlimler hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir.
Hakkında söylenilenler: Ebû Ma'şer, "Benzerine az rastlanan bir âlimdir." Iclî:
"Kûfelilerin en büyük kurrâlarından ve seçilmişlerindendir."
Hakem bin Ubeybe'nin evinde kurrâlar toplandılar. Talha bin Musarrıf’ın,
Kûfe'nin en büyük kurrâsı olduğunda ittifak ettiler. Talha bin Musarrıf bunu
duyunca, zamanının büyük âlimlerinden olan A'meş'e (r.a.) gidip, huzurunda
Kur'ân-ı kerîm dersi aldı. Maksadı, hakkında yapılan medihleri silmekti."
Abdülmelik bin Ebcûr "Bulunduğu topluluk
içerisinde, fazîlet sahibi bir âlimdir" dediler.
Murre bin Şurahbil'den rivâyet etti. O
şöyle dedi: Abdullah bin Mes'ûd, Mi'râc gecesi Resûlullaha üç şeyin verildiğini
bildirmiştir.
1.
Beş vakit namaz.
2.
Bekara sûresinin son âyetleri.
3.
Ümmetinden Allahü teâlâya şirk koşmıyanların büyük
günahlarının mağfiret olunması.
O, Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet etti. Ebû Hüreyre (r.a.)
şöyle buyurdu: Resûlullah efendimiz ile beraber bir yolculukta bulunuyorduk.
Cemaatin azıkları tükenmişti. Hattâ Resûlullah (s.a.v.) onların yük develerinden
ba'zılarını boğazlamayı düşündüler. Bunun üzerine Ömer (r.a.) "Yâ Resûlallah!
Cemâatin yiyeceklerinden kalanını toplayıp, onların üzerine duâ buyursanız"
dedi. Resûlullah (s.a.v.) de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması olan
hurmasını getirdi. Talha diyor ki, "çekirdeği olan çekirdeğini getirdi" dedi.
Ben bu çekirdekleri ne yapıyorlardı? dedim. "Onları emiyorlar üzerine de su
içiyorlardı" dedi. Ebû Hüreyre dedi ki: Sonra Resûlullah (s.a.v.) toplanan
şeyler üzerine duâ etti. Sonunda, cemâat yemek kaplarını doldurdular. O zaman,
Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Allahü
teâlâdan başka ilâh olmadığına, kendimin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuma
şehâdet ederim
(Gözümle görmüş gibi bilir ve
inanırım). Bir kul, bu iki
şehâdet hususunda aslâ şüpheye
düşmeden, bunlarla Allahü teâlâya kavuşursa, mutlaka Cennete gider?"
buyurdu.
Menkıbelerinden ba'zıları.
Zühd (şüpheli olma korkusu, ile mubahların
çoğunu terk etmek) ve vera' (şüpheli şeylerden sakınmak) sahibi idi. Oruç
tuttuğu bir gündü. Evlerinde et vardı. Hanımı bu eti, ona iftarlık olarak
hazırlamak istiyordu. Fakat pişireceği ızgara gibi bir şey yoktu. Bu sırada,
komşunun hizmetçisi ateş almak için gelmişti. Hanımı hizmetçiye biraz bekle de,
şu eti elindeki ızgarada pişireyim deyip, ızgarayı aldı ve eti pişirdi, îftar
vakti gelip et ortaya kondu. Talha bin Musarrıf etin ne şekilde piştiğini
öğrenince, o eti yemedi. Hanımına, sen o hizmetçiyi efendisinden habersiz
beklettin. Ayrıca, onun ızgarasıyla eti, efendisinin izni olmadan pişirdin.
Efendisinden helâllik dilemeden bu eti yemem, dedi.
Talha bin Musarrıf hazretleri çok mütevâzi, medh edilmekten dâima kaçar,
şöhretten uzak kalmaya çalışırdı. Herkesin sevdiği mübârek bir zât olduğu için,
ondan zaman zaman övgüyle bahsedilir, hattâ kendi akranları arasında da, en
üstün olduğu anlatılırdı. O bunu duyunca, kimden üstün olduğu söylenmiş ise, o
zâtın yanına gider, diz çöker, huzurunda oturup, ondan ders alırdı. Böyle
yapmakla, kendisi için yapılan medihleri silmeğe böylece şöhretli durumunu
unutturmağa çalışırdı. Talha hazretlerine, bir
şeyler
alıp satarak para kazansaydın, dediklerinde, "Allahü teâlânın kalbimde,
müslümanlara pahalı olarak bir şey satma niyetini bilmesini iyi görmüyorum"
demiştir.
Allahü teâlâ, kulunun duâ ederken "Allahım,
susmamı tefekkür, bakışımı ibret, konuşmamı zikr yap" demesini sever.
O
bir gün sebebsiz yere gülmuştü. Gülmesinden dolayı nefsini kınadı. Kendi
kendine: Niçin güldün? Ancak sıkıntısı olmayanlar güler, dedi. Sonra, ortada bir
şey yokken gülmiyeceğine yemin etti. O günden itibaren ölünceye kadar güldüğü
görülmemiştir.
İslâm âlimleri ve onların bildirdikleri hükümler üzerinde en güzel ve en
yakışanı söylerdi. Yanında ilmî mes'eleler konuşulurken müctehidler bunda
ihtilâf etmişler dedikleri zaman, ihtilâf kelimesinin kullanılmasını uygun
görmez, "buna ihtilâf demeyiniz, seâtya'nî, genişlik ve rahatlık deyiniz"
buyurdu.
"Biz öyle büyük insanlara yetiştik ki, eğer siz onları görseydiniz, onların
yanında bizim hiç olduğumuzu görürdünuz, derdi.
"Bir kimseyi azarlamak, onun kalbinde, azarlayana karşı bir düşmanlık doğmasına
sebeb olur. Fakat bu yine de kin tutmaktan hafif kalır."
"Aşağı ve bayağı insanlara ikrâm ve ihsanda bulunun. Bununla, şerefinizi
muhafaza etmiş ve kendinizi ateşten korumuş olursunuz."
"Birisi size karşı yaptığı kötü bir muameleden sonra, gelip özür dilerse, onu
güleryüzle karşılayın."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-5, sh-14
2)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-5, sh-25
3)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-2, sh-426, 429
4)
El-A'lâm cild-3, sh-230
5)
Tehzîb-ül-esmâ
vel-luga cild-1, sh-253 \
6)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-43
|