Tâbiînin büyük
fakîhlerinden. Çok ibâdet eden, dünyâya düşkün olmayan, kıldığı namazlardan
büyük lezzet alan bir âlimdi. İsmi Müslim bin Yesâr el-Basrî el-Emevî, el Mekkî
olup, künyesi Ebû Abdullah'tır. Benî Umeyye'nin kölesi idi. Bir rivâyette ise
Talha'nın (r.a.) kölesiydi. İbni Abbâs, İbni Ömer, Eb'il-Eş'as Himrân bin
Ebân'dan rivâyetlerde, Ubâdet-ebni Sâmit'ten (r.a.) ise mürsel olarak rivâyette
bulunmuştur. Müslim bin Yesâr'dan (r.a.) da, oğlu Abdullah, Sâbit el-Benânî,
Ya'lâ bin Hakîm, Muhammed bin Sîrîn, Eyyûb Sahtiyânî, Ebû Nadra bin El-Buceyrî,
Katâde, Sâlih Eb'ûl-Halil, Muhammed bin Vâsi', Amr
bin Dînâr, Ebân bin Ebî I'yâş ve daha birçok âlim rivâyette bulunmuşlardır.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, Ebû Dâvûd, İbni Muîn, İclî, onun sika (güvenilir,
sağlam) hadîs rivâyet etmeye ehil bir kimse olduğunu beyan etmişlerdir. İbni
Sa'd, İbni Avn'dan rivâyetle "O zamanda Müslim bin Yesâr'dan daha fazîletli bir
kimse yoktu" demiştir. Halifet-übnü Hayyât "Müslim bin Yesâr, Basra ehli
içerisindeki beş fakîhden biri sayılır" buyurmuştur. Ömer bin Abdülazîz'in
(r.aleyh) hilâfeti zamanında 100 (m. 718) târihinde Basra'da vefât etmiştir.
Rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfler sahîh-i Müslim'de bulunmakta olup, Eshâb-ı
kirâmdan ba'zılarını görmüş fakat ekseri rivâyetlerini Eb-il A'meş ve Ebî
Külâbe'den yapmıştır.
Allahü teâlâya
âşık olan, ona kul olmanın tadını tadan, korku ile ümid arasında yaşayan
evliyâdan olan Müslim bin Yesâr hazretlerinin her hâli Peygamberimizin sünnetine
uygundur. Zikri, fikri, edebi, hayası, uzleti çok ziyâde olup, Allahü teâlâdan
başka maksadı, Resûlullahdan başka sevgilisi yok idi. "Namaz insanı her türlü
kötülükten muhafaza eder, korur" müjdesine tam kavuşmuş, ölü gibi namaz kılmak
se'âdetine erişmiş, namazın tadını tatmış bahtiyarlardandı. Namazı maksâd
edinmiş, namaz bineğine binip nice âlî, yüce derecelere kavuşmuş bir velî idi.
Herkes onun namaz kılışına hayran olurdu. Namaz kılmadığı zamanlarda sanki
namazdaymış gibi hareket ederdi. Lüzumsuz bir söz söylediği işitil-mediği gibi,
uygunsuz bir hareketi de görülmedi. Namaz kılan bir kimse nasıl namazı bozan
şeylerden sakınırsa, Müslim bin Yesâr da namaz kılmadığı zamanlarda dahi
onlardan sakınırdı. Namaza başladığı zaman ise yere dikilmiş bir direk gibi
olurdu. Nasıl ki direk her şeyden habersiz ve duygusuz ise Müslim bin Yesâr da
(r.a.) namaza başladığı zaman öyleydi. O "Namaz mü'minin
mi'râcıdır."
hadîs-i
şerîfin-de bildirilen şekilde namaz kılanlardandı.
İmâm-ı Mücâhid
buyurdu ki: "Biz öyle âlimler gördük ki, namaza durdukları zaman, huzûr-u
ilâhîde kendilerinden geçer, gözlerini bir şeye bağlamaya veya herhangi bir
dünyâ işini düşünmeye güçleri yetmezdi."
Basra'da
Müslim bin Yesâr namaz kılarken câminin direklerinden biri yıkıldı. Kubbe göçtü,
câmide bulunanlar kaçtılar. Daha sonra dışar da kubbenin yıkıldığını gören
kimselerle beraber câmide kalanları kurtarmaya geldiler. Bu sırada Hz. Müslim
namazını bitirip selâm verdi. Yanına gelip "Geçmiş olsun" dediler. Ne oldu?"
buyurdu. "Câminin kubbesi yıkıldı" dediler. "Ne zaman?" "Biraz önce" dediler.
"Haberim yok" cevâbını verdi. Yine bir gün namaz kılarken yanında yangın çıktı.
Yangın söndürülünceye kadar farkına varmadı. Yine oğlu bildiriyor: "Birgün babam
evimizde namaz kılıyordu. Şamlı bir kimse babamın yanına girdi. Bütün ev halkı
korkup bir araya toplandık. Adam biraz sonra çıkıp gitti. Biz birbirimizden
ayrıldık. Annem babama: "Şamlı şu adam evimize girdi, hepimiz korktuk. Sen ona
hiç bakmadın, ilgilenmedin. Bu işin farkına varmadın" dedi. Mu'temir bin
Süleymân Müslim bin Yesâr'ın ev halkına; "Bir hacetiniz olduğu zaman benimle
konuşunuz yoksa ben namaz kılacağım" diye söylediğini haber verdi. Evine girdiği
zaman çocuklarına; "Ben namaz kılmağa başladığım zaman istediğiniz kadar
konuşunuz. Ben onların hiçbirim işitmem" buyururdu. Huneyd bin Hilâl: "Müslim
bin Yesâr namaz kılmaya kalktığı zaman, sanki doğan bir nûr gibi olurdu"
buyurmuştur. Bu nur; mübârek alnında Allah korkusundan doğan ve huzuruna çıktığı
zât-ı Mukaddesin azamet ve kibriyâsından neş'et eden bir nûr idi. Çünkü O'nu
namaz kılarken gören bir kimse yıpratıcı bir hastalığa yakalanıp, uzun zaman o
hastalığı çeken bir kimse zannederdi. Nasıl böyle bir hastalığa yakalanan
kimsenin yüzünden kanı çekilir, benzi solar ise, O da öyle idi. Süleymân bin
Mugîre'den gelen haberde ise: "Müslim bin Yesâr namaz kılarken görüldü. Sanki o
atılmış bir elbise gibi idi" buyurulmuştur. Ya'nî atılan veya asılan bir elbise
nasıl hareketsiz ise, O da öyle hareketsiz, kendinden geçmiş bir vaziyette namaz
kılardı. O namaz kılarken elbiselerinden en küçük bir hareket, kımıldama
görülmezdi. Abdullah bin Mübârek'ten gelen haberde ise, "Müslim bin Yesâr secde
ediyordu. Aşk ile kendisini hızla secdeye attı ve iki ön dişi kırıldı. Ebû İyâs
yanına girdi, "Geçmiş olsun" diyerek teselli etmeye çalıştı. Müslim bin Yesâr
"Bu, Allahü teâlâya ta'zîmden, hürmettendir" buyurdu. Müslim bin Yesâr "Beyn-el
havfi ver-recâ" korku ile ümid arasında yaşardı. Korkusu; ümid ile kaplı, aşk ve
muhabbetle dolu idi. Ümidi ise kulluk ve ibâdetle kaplıydı.
Birgün "Bu
gece uzun uzadıya Rabbime secde ettim" buyurdu. Oradaki kimse "Allahdan
ümidimizi kesmeyiz. Bu kadar yorulmaya ne lüzum var" deyince "Ne kadar uzak bir
ümid? Korkan korktuğundan kaçar, bir şeye kavuşmayı arzu eden ise arzûsusuna
koşar" buyurdu. Başını secdeye koyar, gözlerinden firak ve hüzn yaşları aktığı
halde "Yâ Rabbî! Sen benden râzı olduğun halde, sana ne zaman kavuşurum" diye
duâ ederdi.
Buyurdular ki:
"Ameli kendisini kurtaran kimsenin ameli gibi amel ediniz. Allahü teâlânın
takdir ettiğinden başka bir şey bulamıyacak bir insan gibi mütevekkil (tevekkül
eden) olunuz."
"Bana göre
büyük amel diye birşey yoktur. Ancak ben Allahü teâlâdan korkarım ve O'nun
rahmetinden ümidimi kesmem." "Allahü teâlâdan bahsederken (dilini) tut.
Söylediğin sözün başını ve sonunu iyice bilerek konuş" buyurur ve Allahü
teâlânın şânına yakışmayan ve edebe sığmayan bir şey söylemekten sakınmayı
emrederdi.
"Hak ve doğru
olan bir şeyi söylemek, söylemeyip susmaktan hayırlıdır. Bâtıl ve yanlış bir
şeyi söylememek ise söylemekten hayırlıdır."
Müslim bin
Yesâr, îmânın alâmeti olan Hubb-u fillâh ve Buğd-u fillâhı en güzel yapan, Allah
için seven, Allah için buğz edenlerdendi. Buyurdu ki: "İbâdetime, onu bozacak,
ifsâd edecek bir şeyin karışmasından korkumun dışında, amellerimde,
ibâdetlerimde bir yanlışlığım yoktur. Allah için sevmemin dışında hiçbir şeye
sevgim yoktur." Ya'nî ancak Allah için severim."
"Allah rızâsı
için bir kavme olan sevgim dışında, güvendiğim bir amelim yoktur."
"Sağ elinizle
avret mahallinize dokunmayınız, taharet yapmayınız. Çünkü ben âhırette amel
defterimi sağ elimden alacağımı umarım."
Haramdan son
derece kaçınan Müslim bin Yesâr hazretleri hac için Hicaz'a gitmişti. Kaldığı
yerde oturmuş yemek yiyordu. O sırada bir kadın geldi, birşeyler söyledi.
Yiyecek bir şey istediğini zannedip, bir miktar yiyecek verdi. Bunun üzerine
kadın yiyecek istemediğini söyleyip, çirkin bir şey teklif etti. Bunun üzerine
Müslim bin Yesâr hazretleri önündeki yiyecekleri bıraktı ve oradan kaçtı. Dışarı
çıktığı zaman "Yâ Rabbî, ben buraya bunun için geldim. Sana kulluk, ibâdet için
geldim." buyurdu.
"Hiç bir zevk,
Allaha yalvarmanın zevkinden üstün olamaz."
Buyurdu ki,
"Mücâdele ve münâkaşadan sakınınız. Çünkü o, âlimin câhilleştiği bir andır. O
zaman şeytan, âlimin sürçmesini hatâ etmesini bekler."
Mekhûl eş-Şâmî
(r.aleyh) buyurdu ki: "Ey Basra ehâlisi, sizin efendinizi gördüm. Kâ'be-i
muazzamaya girdi. Öndeki direklerden ikisi arasında namaz kıldı ve ağlayarak
secdeye kapandı. Göz yaşları mermeri ıslattığı halde "Yâ Rabbi, elimle işlediğim
günahları affet" diye yalvarıyordu."
Hiç kimseye
bedduâ etmezdi ve edilmesini de istemezdi. Bir zâlime bedduâ eden kimseye, "Şu
zâlimi zulmü ile başbaşa bırak. Çünkü onun bir an evvel helâk olması için zulme
devam etmesi, senin bedduândan daha te'sîrlidir. Belki bir iyilik yaparsa, bu
iyiliği onu kurtarabilir ki, bunu yapamayacağı meydandadır."
Buyurdu ki:
"Gerçek mü'min la'net okumaz. Ben, la'net okunan bir şeyi evimde tutmam."
Bir dostu
O'nun için: "Hiç la'net etmezdi. En çok kızdığı insana şöyle derdi: "Artık
aramız açıldı." Bunu söylediğinde herşeyin bittiğini anlardık. Bir daha onunla
görüşmezdi." Mâlik bin Dînâr buyurdu ki: "Vefâtından sonra Müslim bin Yesâr'ı
rü'yâda gördüm "Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?" diye sordum, "Vallahi çok
korkunç şeyler ve şiddetli sarsıntılar gördüm" diye cevap verdi.
"Rivâyet
ettiği hadîs-i şerîflerden ba'zıları:
Müslim bin
Yesâr, İbni Ebbân, Osman bin Affân, Ömer bin Hattâb'dan (r.anhüm) rivâyetle,
Hz.
Ömer buyurdu
ki: Peygamberimizden (s.a.v.) işittim şöyle buyurdular: "Ben bir kelime
biliyorum, ki kul hakkıyla onu söylerse
(ma’nâsına
inanırsa), Cehennem ona harâm
olur. O kelime Lâ ilâhe illallah'dır"
Müslim bin
Yesâr, Himrân bin Ebbân'dan rivâyetle, Himrân buyurdu ki: "Hz. Osman su istedi
ve iki elini yıkadı, sonra ağzına ve burnuna su verdi. Sonra üç defa yüzünü ve
kollarını yıkadı. Başını mesh etti sonra ayaklarını yıkadı. Sonra güldü ve
buyurdu ki: "Niçin güldüğümü sormuyor musunuz?" biz, "Sizi güldüren şey nedir yâ
Emir-el-mü'minîn!" dedik. Buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.v.) burada su istedi ve
benim abdest aldığım yerde abdest aldı ve sonra güldü. "Beni güldüren
şeyi sormuyor musunuz?"
diye sordu,
işte bunu hatırladım da buna güldüm. Biz Resûlullaha (s.a.v.) "Sizi ne güldürdü
Yâ Resûlullah?" diye sorduk. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Bir (mü'min)
kul (abdest alırken) yüzünü
yıkadığı zaman; yüzüne isabet eden bütün günahlarını Allahü teâlâ affeder.
Kollarını yıkadığı zaman kollarıyla, başını mesh ettiği zaman başıyla,
ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarıyla işlediği günahları böylece affeder, işte
bu beni güldürdü"
buyurdular.
Müslim bin
Yesâr Ebî Kılâbe, Abdullah bini Zeyd'den rivâyetle Ubâdet-ebni Sâmit (r.a.)
buyurdu ki: Peygamberimiz (s.a.v.) altını altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı
buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla, tuzu tuzla (ziyâde) satmaktan men
etti. Ancak eşit olarak, misli misline, her ikisi de peşin olarak izin verdi.
Kim arttırırsa veya birisi arttırmasını isterse, bu faiz olur."
Müslim bin
Yesâr dedesinden rivâyetle: Peygamberimiz (s.a.v.) "Mukîm
olanlar için mestler üzerine meshin müddeti; bir gün bir gece, misafirler için;
üç gün üç gecedir"
buyurdular.
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ
cild-2, sh-290
2) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-10, sh-140
3) Tehzîb-ül-esmâ
vel-lüga cild-2 sh-93
4) Mîzân-ül-i'tidâl
cild-4, sh-107
5) ElA'lâm
cild-7, sh-223
|